Gönderi

Yaşam Hayat ve Ölüm..
Yaşamla ölümün, acıyla sevincin arasındaki dengenin her gün yeniden kurulmak zorunda kaldığı, minnet ve sevginin yeni boyutlarının keşfedildiği günlerdeyiz.. Yaşam ve ölüm hakkında kayda değer bir fikir sahibi olabilmek için önce yaşama ve ölüme dair somut bilgi sahibi olmak gerekiyordu, çünkü konu bu kadar ağır olunca, sözcükler en az onları taşıyan nefes kadar hafif kalıyordu.. Ölüm herkes içindi, hem bizim hem yaşayan nefes alan, büyüyüp gelişen her canlının, her metabolizmanın kaderiydi. Hepimiz bir gün öleceğiz, bunu hem biliyor hem bilmek düşünmek ve kabul etmek istemiyoruz.. "Dünyaya gelirken hangi acı ve cefalardan geçtiğimizi bilmiyoruz, ama gitmenin hiçte kolay bir iş olmadığı kesin!" Hep ölümsüz olduğumuza inanırız ama aslında ahiret o anda bulunduğumuz noktadan çoğunlukla sadece bir nefes uzaktadır.. Hepimiz ölümden sonra nereye gideceğimizi merak ediyoruz, ama daha önce neredeydik neydik bunu merak etmiyoruz çoğumuz. Anne rahminin karanlığındaki bebeğe dışarıda aydınlık bir dünya var deseler, yüce dağları ve dalgalanan ovaları, çiçek açan güzelim bahçeleri, çağlayan ırmakları, yıldızlarla dolu gök kubbesi ve parıldayan güneşi olan bir dünya.. Tüm bu güzellikleri bildiğin halde karanlıkta kapalı kalmaya devam edersen, doğmamış çocuk tüm harikalardan bir haber olduğu gibi, duysa da hiçbirine inanmaz, aynı bizim şimdiden ölümü anlayamamamız gibi, yani işte bu yüzden korkarız gitmeyi istemeyiz, ne olacağını bilmeyiz ama günü gelince hepimiz gideceğiz.. İnsanların çoğu pasif, edilgen bir ölüm anlayışıyla yaşar hayatı, ölümü yadsımak; yaşamı yadsımanın en güçlü göstergesi. Oysa ölümün farkında olmak, yaşamın uçup giden güzelliğini algılamak demektir. Bu aynı zamanda, güzelliğin sürekliliğinin farkına varmak demektir; çünkü uçup giden şey, zaman ya da güzellik değil, bireyin kendisidir. Ölümü dışarıda bırakan tüm düşünce ve eylemler, yaşamı mülk edinme çabasına götürür. Pek çok ilişki, bu olanaksızlık, bu yalan, yani yaşamın mülk edinilebileceği düşüncesi üzerine kurulmuştur.. Çoğumuz yanımızdan hiç ayırmadığımız fakat hiçte farkında olmadığımız kafeslerimizle bizi bağlayan esir alan şeylerle yaşıyoruz yada yaşadığımızı sanıyoruz.. Doğduğumuz anda hayatlarımız tıpkı bir kum saatinde ki kumlar gibi akıp gider, ölüm kaçınılmaz bir şekilde kapımızdadır, kaderlerimiz sayısız neden sonuç ilişkisinin birleşiminden başka bir şey değil.. Her şey doğup gelişip ölüyor. Sanki görünmez bir el fişi çekiyor da hayat böylece duruyor. Öyle yaşıyoruz ki ömrümüzü öyle harcıyoruz ki mutlaka uyanacak gibi yatıyor hiç ölmeyecekmiş gibi güne başlıyoruz. Kimimiz erişemeyeceğini bile bile hayallerinin rüyalarının peşinde koşturup dururken kimimizde vur patlasın çal oynasın nidalarıyla hayatı peşinden sürüklüyor. Mal, mevki, şan, şöhret derken deli rüzgarlar gibi savrulup duruyoruz. Ne gariptir ki insanın yaşı ilerledikçe zaman daha bir hızlı akıyor, dünyalığını çoğalttıkça zamanı azalıyor. Peşinde koştuğu uğrunda ömrünü harcadığı değerlerin esas değerini anladığında geri sayım başlıyor. Çarklar tersine dönmeye kalan birazcık ömrü hızla öğütmeye başlıyor... Netice bütün yollar ölüme çıkıyor gerçek şu ki insan ölümü unutsa da ölüm insanı unutmuyor.. Ölümün sırrına ermek istersiniz ama bu sırrı hayatın kalbinde aramadıkça nasıl bulabilirsiniz..? Ölüm uzakken mutluluğu uzakta arıyor insan, oysa ölüm yakınken mutluluğun çok yakınında olduğunu fark ediyor.. Nihayetinde insan kaç yaşında olursa olsun ölümü kendine yakıştıramadığı hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığı hayata ve dünyaya bağlılığı bitmek tükenmek bilmeyen arzuları planları tüm bunlar ölümün yadsınamaz gerçekliğini ve her insanın ölmeden ölümle yüzleşmesi gerektiğini değiştirmiyor.. İnsanın kendi ölümlülüğüyle yüzleşmesinin hem her şeyi değiştirdiğini hem de aslında pek bir şeyi değiştirmediğini düşünebilirsiniz fakat günün birinde öleceğini biliyor ama ne zaman öleceğini bilmiyorken ölüm herkesi bekleyen flu bir sonken, ansızın beliren katı bir gerçekliğe dönüşüverir birden. Bu nedenle ölüm fikriyle yüzleşmek ve hayatı yaşanmaya değer kılan şeyin ne olduğunu keşfetmek zorundayız.. Öyle (zam)anlar vardır ki hayatın tüm güzelliğine ve naifliğine rağmen yaşamın hafifliği ölümün ağırlığını bile bastırır.. Ve ölüm karanlıkta kalmak, ışığı söndürmek değildir; sadece şafak vakti geldiği için lamba sönmektedir.. Sınırsız varlığımıza geri dönmemiz için bir davet değil midir #hayat..? ve her şeyin sonu gibi gelen sonu gibi görünen lakin geri dönüşün ilk basamağı değil midir #ölüm..? Öleceğiz zaten bari mutlu ölelim, ölümsüzlüğün sırrını fısıldasın yüreğimize ölüme de gülerek gidelim.. Ölüm varsa hayatın anlamı ne diye soranlar? Her nefesle günden güne havaya karışanlar! Meçhuldür sizden sonrakiler, unutuldu hep öncekiler Ruhlar baki olsa da, zamana yenik düşer fani bedenler.. Ey Okur! Öyleyse zamanın hakkını ver hâlâ vaktin varken Ne diye ölümü kovalarsın, henüz hayattayken! Son Nefes Havaya Karışmadan ölüm kapımızı çalmadan keşke hayatın hakkını verebilsek ölmeden..
·
131 görüntüleme
h̷i̷ç̷ ོ okurunun profil resmi
ölümün yüzü herkesin kendi rengine göre şekil alır düşmana düşman, dosta dost gibi görünür insan yaşadığı hayata uygun bir şekilde ölür ve ölümüne yakışan bir şekilde uğurlanır ve gömülür..
h̷i̷ç̷ ོ okurunun profil resmi
“Yarın ölecekmiş gibi çabala ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşa..” bu ne yaman çelişki ama..? Damlalara ayrılsa da ayrılmasa da su sudur işte her damlada.. Yaşamımız ve ölümümüz aynı şey değil midir bu anlamda..? Bu gerçeği fark ettiğimizde artık ölüm korkusu kalmıyor gibi ama..? Ölüm korkusu, yaşam korkusundan kaynaklanıyor değil mi? Dolu dolu, derinden yaşayan biri, her an ölmeye hazır gibi… Ölüm korkusu büsbütün akış içinde, bedenin kimliğini ayrı bir varlık olarak kabul etmenin cezası değil mi..? Ölümün zıddı doğumdur hayat değil ki.. Yaşamın anti-tezi korkudur, ölüm değil ki… Ölüm yaşama karşı değildir, lakin korku yaşama karşıdır.. Sürekli olan fark edilemez, aynı kalp ritmi çizgisinin düz olması gibi bir anlam da ifade etmez. Yaşamı mümkün kılan ölümün farkındalığıdır. Kişinin ölüm gerçeğiyle yüzleşmesi, kişisel korkunun sonu ve gerçek hayatın başlangıcıdır.. Bütün korkular, ölüm korkusundan kaynaklanır. Ölüm korkusu, zamanın tükenmesi korkusu. Zaman korkusu, yaşanmamış bir hayatın kokusu..
h̷i̷ç̷ ོ okurunun profil resmi
öyle zam.an.lar vardır ki hayatın tüm güzelliğine ve naifliğine rağmen yaşamın hafifliği ölümün ağırlığını bile bastırır. ölüm; anlamsızlığı anlamlandırır.. sadece bir nokta bir hiç olduğumuzu hatırlatır...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.