Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Zenci Musa - Medine
İri yarı gövdesiyle Zenci Musa görenin zihnine çakılacağı için bahçedeki yorucu talimlere katılmaz, günlerini binada geçirirdi. Diğerleri yorgunluğun pençesinde uyurken, o kalktı; dışarıya çıktı. Bulutlu bir geceydi; karanlıkta hörgüç hörgüç yükselen Uhud Dağı karşısındaydı; orada yaşananlardan hüzünlendi; Cenab-ı Peygamber’e vücudlarını siper eden yiğitleri görür gibiydi; minnet ve şükran hisleriyle adımını attı. İçli bir musikinin dokuduğu, büyük ruhların derinleştirdiği diri bir sessizlik her yeri sımsıkı sarmış, yüce Peygamber’e kucak açan Medine, dağı taşıyla uykuya dalmıştı. Ağır ağır yürüdüğü sırada Hazreti Peygamber’in, ashab-ı güzinin gölgelerini görmek, konuşmalarını işitmek iştiyakını duyarak bakışlarıyla çevresini tarıyordu. İlk ezanın bu ışıklı diyarda okunduğunu hatırladı; biraz sonra Bilâl-i Habeşî’nin “Es-selâtu hayrun mine’n-nevm” diyecek olan emsalsiz sesini duyacakmış gibi bir hisse kapıldı. Vahyin devam edişini ifade maksadıyla “Gökler burada da dile geldi.” diye zihninden geçirirken sanki gaibten uzanan bir el onu okşadı; yüreğindeki titreme bütün hücrelerine yayıldı. “Ey mübarek Medine, hem Peygamberimiz’in ve hem de Allah’ın bu kadar sevgili kulunun naaşını bağrına bastığın için mutlaka diğer şehirler seni kıskanıyordur. Fakirsin; göz kamaştırıcı eserlerle donatılmış büyük şehirlerin yanında çok mütevazisin; ama kesinlikle hiçbir şehir senin kadar sevilmedi; senin kadar övülmedi; hasretle anılmadı; rüyalara girmedi... Gözlerini Mescid-i Nebeviye çevirdi; “Her nefis ölümü tadacağı”ndan beşerî tarafı elbette bütün insanlar gibi kadere boyun eğecekti; fakat acısına nasıl dayanılacaktı!... Hz. Ebubekir namaz kıldırırken kendisini iyi hissedip cemaate yetişmiş, farzını eda etmişti. Sonra kürsünün önüne gelmiş; merdiveni çıkamamış, ilk basamağa oturmuştu. Ümmetine hitap ederken söylediği şu cümle sanki tüm gerçeği ifade eden dehşetiyle kulaklarında yankılandı: “Dağılmayın, birleşin; sizden öncekiler dağıldıkları için helâk oldular.” Sağ gözünden bir damla yaş düşerken “Dağılıyoruz ya Resulallah!” diye yakındı. Durumlarındaki vahameti tahayyül ettikçe yaşları sıklaşıyordu. “Gönüldeki güneş, gökyüzündeki güneşten daha iyi aydınlatır, seni gönlümüzden söküp almak istiyorlar. Ey iki cihanda da ışık kaynağımız, dünyamız kararacak!.. Kur’an ebedî diliyle bizi çağırıyor; fakat duymuyoruz; geçmişte olduğu gibi onu bize duyur ya Resulallah... Seni öldürmeye gelen Ömer sende dirildi; şimdi binlerce Ömer seni öldürmeye geliyor; mucizeni tekrar göster ya Habiballah, yerler ve gökler mühürlenmemiştir inşallah... Mekke’den sürüldük; şimdi daha güçlü, daha acımasızlar; bizi kabul edecek bir başka Medine de yok; sadece senin şefaatine sığınıyoruz, ey alemlere rahmet olarak gönderilen rakipsiz Önder; ne olur merhametini bizden esirgeme!... İzzetsizliğe, onursuzluğa mahkûmolmayalım; çocuklarımız sefaletin ve rezaletin esiri olmasın ey ulular Ulusu!..” Olduğu yere yığılmamak için kendini ayakta zor tutuyordu. Peygamber’in huzurundan ayrılmak istemiyordu; yazık ki biraz sonra ezan okunacak, gün ışıyacaktı. Eşref Bey kimseye görünmemesi için sıkı sıkıya tembih etmişti. Yaşlı gözlerle kaldıkları yere doğru yürüdü.
Sayfa 287 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
·
113 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.