Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

314 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
“... zamansız kültür, kültürsüz toplum; toplumsuz kültür, kültürsüz de zaman düşünülemez.” İnsan beşer bir varlıktır. Duyguları ve düşünceleri vardır. Doğduğu andan itibaren maddi manevi başka insanlara ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçtan da toplum doğar. Toplum ise birçok insanın bir araya gelerek birlik, beraberlik duyguları içerisinde insanların birbirleriyle iyi geçinmesi sonucu oluşur. İşte bu duygular da kültürü oluşturan duygulardan başka bir şey değildir. Öyleyse şöyle denilebilir. “İnsan toplumu, toplum da kültürü oluşturur.” Tabii olarak bu süreç içerisinde insan da zaman da değişir, gelişir. Toplum değiştikçe kültürün de gelişip değişmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle kültür toplum için, toplum da insan için büyük bir önem arz eder. İnsanın kültürü; duyguları, düşünce biçimi, dini ile ilgilidir. İnsan bu kavramlarla büyür ve gelişir. Ve bu kavramlardan en önemlisi ve bu yazıda da çokça bahsedeceğimiz “din” kavramıdır. Çünkü bir insanın dini o insanın yaşam biçimidir. Biz Müslüman kardeşler Allah’a inanır ve hak din olan İslam ile yücelir, şerefleniriz. Ve biz insanlar aynı dine mensup olduğumuz insanlarla da birlikte yaşarız, diğer dinlere de saygı duyarız. Ve böylece din toplumu ayakta tutar. İnsan ve toplum bu mükemmel birlik ve beraberliği oluşturan kültür içinde mutlu mesut yaşar. En azından bizlere öğretilen ütopya budur. Fakat hayatın gerçeklerine döndüğümüzde ise karşımıza Avrupa, İngiliz-Yahudi Çağdaş Medeniyeti ve “ben merkezci” toplumlar çıkar. Toplumu birbirine bağlayan kültürün en önemli unsurlarından biri olan dilerinde bile bu gerçek ile karşılaşırız. Nasıl “I” yani ben “you and we” sen ve bizden daha büyük ve önce kullanılıyorsa bu toplumlarda da ben merkezcilik her şeyden daha önemlidir ve önceliklidir. Ben merkezci toplum ve medeniyetlerde ise kültüründen uzaklaşma ve insanın kendine yabancılaşması sorunu ortaya çıkar. Ben merkezcilikte karşımıza çıkan bir diğer büyük kavram ise “sermayecilik” tir. Çünkü bu toplumlarda kişi kendinden ve ahlakından ne kadar uzaklaşırsa başka bir nesne ve eşyaya ihtiyacı bir o kadar da artar. Sürekli yeni bir eşya, yeni aldığım elbise, ben de geçenlerde şu tabağı aldım söylemlerinin de doğuş sebebi de burasıdır. Diğer bir deyiş ile insan paradan bile para kazanma çabası içindedir. Ve tabi tarihte her zaman karşılaştığımız bir medeniyetin diğer yükselmiş bir medeniyeti örnek alması burada da karşımıza çıkar. Böylece insan büyük bir şehirleşmenin içine doğru çekilmiştir. Hemen ardından da kıyafet, takı, hareket olarak şehir adamına benzeme akımı başlamış ve bu da bir süre sonra robotlaşmış insan türünü oluşturmuş ve arkadan milyarlarca insanı kendine sürüklemiştir. Sürekli yakındığımız tek tip insanların kaynağı da burasıdır. Yine bu toplumların böyle bir akıma sürüklenmelerinin en büyük sebeplerinden biri de din kavramının tam olarak oturmamış olmasıdır. Peki yeri gelmişken nedir bu din sorusuna da cevap verelim. Din dediğimiz kavram ; bilim , fen, ahlak, ve vicdanın tümüdür. Bir yaşam biçimidir. Din bı kavramların bütünüdür. Bu kavramlar ayrı ayrı düşünülemez. Bu nedenle de din ideolajileştirilemez. Eğer ki din ideolajileştiriliyor ise buna hak din demek çok mümkün değildir. İdeolajileşmiş din sadece bir siyasettir veya siyasetin oyuncağı olur. Din dediğimiz kavram ahlak ile de doğru orantılıdır. Bu orantıdan ne kadar uzaklaşırsak ahlak unsurundan da din kavramından da fazlaca uzaklaşmış oluruz. Diğer bir deyişle önceden belirttiğimiz kavrama sebep olmuş, robtlaştırılmış insan tipini doğurmuş oluruz.. Aynı durum fen, bilim ve din için aynıdır. Din bizleri düşünmeye, sorgulamaya iter. Peki bu sorgulamanın sonu nereye varır?: Bu sonuç medeniyete ve zamana göre farklılık göstermiştir. Örneğin Çağdaş İngiliz Yahudi medeniyetinin bu sorgulama sürecide kilisenin yaptığı baskılar sonucu, aforoz edilme gibi kararların alınmasından sonra bu düşünme süreci bu medeniyetin insanını dinden uzaklaşmaya itmiştir. Çünkü din sadece bir düşünme mekanizması değildir. Düşündüklerinle de amel etmen gerekir. Teoman Duralı da kitabında “İlahiyetten kopmuş felsefe- bilim sistematiğinde temellenerek teşkilatlanmış ve gücünü sömürgeden almış sömürgeci-emperyalist Kuzey batı Avrupa , hemen hiçbir ciddi direnmeyle karşılaşmadan dünyanın dörtbir yanını üç yüz yıl gibi kısa sayılabilecek kısa sayılması lazım gelen sürede zaptederek sömürgeleşmiştir” der. Buradab da anladığımız gibi ilahiyattan yani şefkat ve merhamet duygularından kopmuş insan, sömürge gibi merhametsiz yönteme başvurabilir. Ve bu kişilerin insan olduğu iddia edilemez, bu varlığın da dininin tamamlandığı söylenemez. İlahiyattan kopmuş, diğer bir deyişle insanlığından uzaklaşmış bir varlığın üzerine kurulan medeniyetin sömürgeleştirdiği devletlerin büyüklüğü, artış hızı fecaattir. Bu artış hızı da insanı kimliğinden uzaklaşma hızı ile doğru orantılıdır. Eşdeğerdir. Durdurulması gerekir. Diğer bir örnekte ise madalyonun diğer yüzünde bulunan düşünme deyince akla gelen bir medeniyet , İslam, vardır. Kuranda “Düşünmez misiniz?” der Allah. Bizler bu ayetlere iman eder, düşünürüz, düşündüklerimizle de amel ederiz. Bazı durumlarda aklımızın erişemediği noktadaysa Allah’a dayanır ve O’na güveniriz. Fakat şu an günümüzde İslam’ın hakim uygarlık haline gelememesindeki en büyük problemlerden biri de burada başlar. Bizler ilim ile çok fazla haşır neşir olmamız gerekirken kendi konfor alanımızı terk edemez, etmeyiz. Böylelike amel etmemiz gereken bilgiden de uzaklaşmış oluruz. Çağdaş İngiliz Yahudi Medeniyeti’nin hüküm sürdüğü, insanların robotlaştırıldığı tek önemli olan şeyin bilgi ile sürekli para kazanmak olduğu günümüz dünyasında ise bu kabul edilemez ve sisteme ayak uydurmayan bir yapıyı oluşturur. Yazarın yukarıda belirttiğimiz alıntısında da olduğu gibi İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin herhangi bir dirençle karşılaşmamasının en büyük sebeplerinden biri de budur. İngiliz- Yahudi Medeniyeti ve İslam’ın tek ortak yanı ise İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin bir süre sonra sermayeleştirdiği “insancıl” düşüncedir. Fakat yine en büyük fark da bu kısımda açığa çıkar. Çünkü İslam “ben” merkezci bir din değildir. Tersine “Birimiz hepimiz içindir.” İnancını savunmuş ve hep “biz” merkezci bir toplum yapısı oluşturmuştur. Peki elimizde böyle büyük bir İslam medeniyeti varsa yönetimde olan sistem nasıl değiştirilmeli, ne yapılmalıdır? Duralı kitabında “İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin en korktuğu şey de başkaldıran insandır” demştir. Çözüm de bu cümledeki anahtar kelime ile aynıdır: Başkaldıran insan. Çünkü başkaldıran insan eğitimlidir. Bir şeylerin farkındadır. Ve sürekli yanlışı değiştirme çabası içindedir . Bu emperyalist sitemde , robotların insanların yerini aldığı ve insanların robotlaştırılmak istenildiği bu yönetim sisteminde, en büyük tehdit düşünebilen bir akıl ve düşündüklerini de icraata dönüştüren bir varlık: Yine insanın ta kendisidir. İnsan düşüncelerini diğer insanlara aktarır, aktarılan düşünce de bir düşünce zinciri oluşturur. Kitapta baştan sona kadar bahsedilen filozoflar, sürüce felsefe akımı bir sistemi değiştirmeye kafi gelmiş ise bu kutsal düşünce (İslam ) ile yoğrulan düşünceler bu sistemi hayli hayli değiştirmeye kafidir, yeterlidir. Bunun için de bizlerin eğitim görmesi, bilim öğrenmesi ve ahlakı ile bu bilimi yoğurması şarttır. Okumuş, eğitimli insanların bu sistemi değiştirmeye gücü vardır. Çünkü eğitimli insan köleleştirilemez, robotlaştırılamaz. İşte bu nedenle başta düşünmek bizlerin ödevidir. Sorumluluk da peşinden gelecektir. Kitap şu güzel cümle ile biter. Ve ben de bu yazıyı bu cümlelerle bitirmekten gurur duyarım: “Haktan yana olan Rahmani insan, ümidin insanıdır. Hakktan ümit kesilmez.”
Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel Medeniyeti
Çağdaş İngiliz-Yahudi Küresel MedeniyetiŞ. Teoman Duralı · Dergah Yayınları · 200087 okunma
·
1 artı 1'leme
·
202 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.