Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

508 syf.
·
Puan vermedi
·
124 günde okudu
İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ ÜZERİNE ÖNCE ESERDEN ALINTILAR… * Öldüğümde çok sevdiğim şu kitabın sayfalarını artık ceviremez olacağım, bu yüzden de ölmeden önce hepsini okumuş olmaya dair nafile bir umut besliyorum. Bir an ışık vurduğunda yüzeyin altındaki hazinelerin ve batıkların hayal meyal göründüğü şu dipsiz suyun derinliklerine bakamayacagim. * Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir. * Şu ayık halinize bakıp da kibre kapılmayın; günlerin ne getireceğini bilemezsiniz. *Çeşmenin suyu akıyordu, nehrin suları akıyordu, gün geceye akıyordu, şehirdeki yaşam ölüme akıyordu; adet böyleydi, zaman ve devran kimseyi beklemezdi. * onun, nadiren açığa çıkardığı bir yüreğinin olduğuna ve bu yürekte yaralarının olduğuna inanmanı istiyorum.Ben onun yüreğinin kanadığına şahit oldum…Bizim bu büyük mutluluğumuzla ne kadar güçlü olduğumuzu, onunsa mutsuzluğuyla ne kadar zayıf olduğunu unutma. * Umutların yanı sıra şüpheler de kanat çırpıyordu yüreğinde; umudu, henüz tatmadığı bir sevgiye dairdi, şüpheleriyse , yaşamaya devam edemeyip bu yeni mutluluğun tadını çıkarmamaya dairdi; bu umut ve şüpheler gögsünü ikiye bölüyordu sanki. *Zaman, derinlerden gelen güçlü bir akıntıyla, önüne çıkanları sürükleyerek gözü dönmüş bir hızla akıp gidiyordu. *Yine de deneyin ! Yanlış yaşanmış hayatın kıymetiharbiyesi yoktur ve hayat her türlü çabaya değer. Yoksa yan gelip yatar ölmeyi beklerdik. *Nasıl ki günahkar ve ihmalkar yaşam tarzının sebep olduğu fiziksel hastalıklar her türden insanı vurursa, tarifsiz acıların, katlanılmaz zulmün,acımasızca görmezden gelinişin sebep olduğu o korkunç ahlaki yozlaşma da, ayrım gözetmeksizin herkesi kırıp geçiriyordu. *Gereğinden fazla yük taşıyan kalplerimiz, gelmiş geçmiş en hızlı atların dörtnala koşuşunu bile geride bırakacak bir hızla çarpıyor. *Yoğun Spoiler içerir Charles Dickens’ın “Yazdığım en iyi hikâye” dediği. Muhakkak okunması gereken, tüm zamanların en çok satan ve yine tüm zamanların en efsane başlangıcını içeren bir kitap İki Şehrin Hikayesi. “Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem aydınlık hem karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam tersi istikamete... “ İki Şehrin Hikayesi sıradan bir tarihi roman değil , siyasi ve ahlaki olarak bir toplumsal çöküşün de hikayesidir . Bir yanda lüks ve şatafat öbür yanda sefalet ve acı, bir yanda güç öbür yanda çaresizlik, bir yanda zulüm, vahşet ve vandallık öbür yanda tertemiz duyguların yer aldığı zıtlıklar kitabıydı. Açıkçası okumakta zorlandığım, akmayan bölümler olmasına rağmen eserin geri kalan kısmı harikulade şekilde nihayete erdirildi. Karakterler çok güzel şekilde dolu dolu işlenmiş ve dönemin sosyo-kültürel yapısı, olay örgüsünün içerisine ustalıkla yerleştirilmişti. Dickens Bey, Dostoyevski’ciğimin “ Dünyayı güzellik kurtaracak. “ ( ki o güzellik sevgidir, ölmeden önce hepimiz bunu öyle ya da böyle anlayacağız.) dediği yerden hareketle bize bu eserinde tarihin o ağır, puslu, karanlık gölgesinde ilgi çekici, masumane bir aşk hikayesi de aktarmaktadır. Lucie, Sidney Carton ve Charles Darney üçlüsü arasındaki sevgi oyununda elenen karakterimiz Sidney olmuştu. Güzeller güzeli Lucie tercihini Charles Darney’den yana yapmıştı. Kendisine aşkını itiraf eden Sidney Carton’a da olabilecek en iyi şekilde olmaz demişti. Charles Darney Paris'te tutuklandığında zindandayken her gün gidip o soğukta sırf Darney onu görebilsin diye kah kızıyla kah yalnız sokakta saatlerce bekleyen cefakar Lucie, insanların aşk hakında senden öğrenecek çok şeyleri var. Çok güzel bir karakterdin be Lucie abla şimdiye kadar okuduğum romanlardaki kadın karakterler arasında protokol tribününde 2 numaralı koltuğu kaptın : ) Eserimizi kısaca özetlemek gerekirse ; aristokrat sınıftan gelen ve sahip olduğu tüm ayrıcalıkları elinin tersiyle itip kendi ayakları üzerinde durmak için hayata atılan Charles Darney Londra’da yolunun kesiştiği Lucie Manette ile evlenip bir yuva kuruyor. Fransa’nın alev alev yandığı bir dönemde geçmişi peşini bırakmayacak ve Devrimin gölgesindeki Paris’e dönmek zorunda kalmasıyla gelişen süreçte eşinin, kızının ve doktor Manette’nin de peşinden Paris’e gitmesiyle işler iyice kızışacaktır. Paris'e giden karakterimiz orda tutuklanacak Dr. Manette ise damadını kurtarmak için kişisel nüfuzunu kullanarak insanüstü bir gayret gösterecek başardım dediği sırada, ilk isyan ateşinin yandığı devrimin simgesi Bastilla hapishanesi baskınında 18 yıl boyunca o dehlizlerde unutulan Dr. Manette’nin hikayesini anlattığı notları ele geçiren Defarge çifti ( bu kinin sebebi madame Defarge’nin ailesinin Charles Darney’in ailesi tarafından paramparça edilmesi. ) bu notları kullanarak ve mahkemede okutarak Charles Darney’in ipini çektiği ve idamını garantiledikleri sırada Sidney Carton onu kurtarmak için girişimlere başlamış fiziksel olarak çok benzediği Charles Darney’i hapishaneden kaçırıp yerine geçerek ölüme gitmişti. “ Bu hayatımda şimdiye kadar yaptığım en ama en güzel şey ve şimdi hayatımda hiç tatmadığım kadar büyük bir huzurla istirahat etmeye gidiyorum “ Son sözleri bunlar olmuştu. Sidney Carton giyotine giderken, Mr. Lorry, aileyi yangından mal kaçırırcasına Londra’ya geri götürür. ( Bazı kahramanlar pelerin takmaz.) Eser haksız yere ailesinden koparılan yıllarca zindanların kör, karanlık dehlizlerine bir paçavra gibi atılmış ve orda unutulmuş Dr. Manette’nin tesadüfi bir şekilde bulunmasıyla başlar. Bir bankacı olan güzel yürekli amcamız Mr. Lorry onu teşhis edebilmek için Londra’dan kalkıp Fransa’ya giderken, bahtsız doktorumuzun kızını, güzeller güzeli merhametli bir hanımefendi olan Lucie’yi de Fransa’ya çağırır ve buluşma yerinde karşılaştıklarında her şeyi ona olduğu gibi aktarır. Babasını hiç görmeyen ve onu ölmüş bilen Lucie hanımefendi beyninden vurulmuşa döner. Londra’dan başlayan yolculukları Defarge’lerin meyhanesinin üst katında baba kızın bir araya gelmesi ve Mr. Lorry’nin Dr. Manette’yi teşhisiyle pik yaptı. Yitip giden, çalınan 18 yıldan sonra “Hayata dönüş .“ Aile Londra’ya dönerken gemide Fransız aristokrat sınıfından olan ama onurlu duruşuyla bu aristokrat sınıfın halka yaptığı zulme dayanamayıp sahip olduğu her şeye sırtını dönme cesaretini gösteren Charles Darney’le tanıştı. Charles Darney, Dr. Manette’nin bir hiç uğruna yitip giden yıllarının, elinden zorla ve zalimce alınıp çalınan hayatının müsebbibi olan ailenin bir ferdi. Güzeller güzeli ve en az kendisi kadar güzel bir yüreğe de sahip olan Lucie’ye duyduğu sevgiyle yeniden hayata dönen Mr. Manette , biricik kızı ve kendisine bahşedilen hayata geri dönüşünün güneşi batmasın diye acısını içine gömüp bu ikisi arasında bir sevginin yeşermesine ve evlenmelerine izin vermişti. İkilinin bir kızları olmuş Londra’da yaşamaya çalışırken Paris’te çalınmaya başlanan ölüm konçertosunun işitilmesiyle yardım amaçlı “Yaptığı şeylerin gerisindeki niyeti açıklandığında Fransa’da şükranla karşılanacağını düşünüyordu. Tıpkı iyi niyetli insanların sıklıkla ümitvar hayaller görmesi gibi “ bu düşünceyle ailesinden gizli, kalkıp Paris’e o ateş çemberine gitmişti Charles Darney . Büyük şair Şükrü Erbaş’tan sana ve onuru hala yüreklerinde barındıran herkese ithaf ediyorum bu şiiri Charles Darney Beyciğim. “Canı cehenneme rahat uyuyanın Kapısını örtenin perdesini çekenin Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın Duvarları ancak çarpınca görenin Canı cehenneme başkasının yangınıyla Evini ısıtıp yemeğini pişirenin. Bahçesine dek gelen alevleri Şehrayin sanan aptalın Canı cehenneme,camlarında Parçalanmış cesetler uçarken Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın. Mutfakla yatak odası arasında Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı Yılgınlıkla yenilgisi arasında Dünyayı tüketenin canı cehenneme. Orda dağlar bir mezarlık Bulutlar kan salkımı sular toprakta düğüm Orda evler oda oda kanarken Burda yeşerenin canı cehenneme. Ey bir halkın gözyaşıyla ruhunu yıkayan kin Ey zulümle yükselen başarı Ölü sayısına endeksli maaş; Uzun masallar ardında mağrur Boynunda ölüm çanıyla oturan güç Senin de senin de canın cehenneme Ey sultan hamit tuğralı korucu alayları Kardeşi kardeşe kırdıran siyaset. . . Bir gün elbet bir gün elbet Örter üstünü bu ağır yanlışın Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen Bir dal incelik,bir simli gülüş Bir kardeş mavi.” Daha önce yanında çalıştığı Dr. Manette’yi alıp tavan arasında kendisine bakan ahde vefa görevini yerine getirdiklerini sandığım ilerleyen bölümlerde zulmün çıtasını Allah’u Ekber dağlarına çıkaran adına devrim dedikleri şeyin tam ortasında yer alıp oluk oluk kan ve gözyaşı akıtan Defarge çiftinin bitmek tükenmek bilmeyen nefretleri aslında insanoğlunun gücü eline geçirince nasıl canavarlaştığının çok önemli bir kanıtıydı. Ne güzel, ne büyük konuşmuştu zamanında Hz. Ali “ Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir diye. “ Evet böyledir işte hepimiz için geçerli değil midir bu ? İnsanlara ve vuku bulan olaylara verdikleri tepkilere uzaktan bakıp da şunu bunu yapmam etmem demez miyiz hepimiz ? ama elimize imkan geçtiğinde çoğu zaman o eleştirdiğimiz, yerden yere vurduğumuz insanlar gibi davranır, hatta bazen daha beterini yaparız. Eğer iyi veya kötü diye bir şey varsa ve biz insanları bu şekilde iki gruba ayıracaksak en temel ölçüt sınandıkları şeyle olmalıdır. Elinde kötülük imkanı varsa iyiyi ve güzeli seçiyorsa bu insan iyidir. Ve yine aynı şekilde iyi ve güzeli yapacak imkan varken kötüyü seçen insan kötüdür. Kendilerini medeniyetin , ilericiliğin beşiği , karakolu sanan ve dünyanın geri kalanına büyüklük taslayıp hor gören batının tarihindeki en önemli olgularından biri, belki de en önemlisi olan Fransız Devriminin arka planda kalan, pek bilinmeyen gerçek hikayesinin anlatılıyor olması bu eserin bu kadar popüler olmasının en önemli sebebi bence . Karl Marx’ın cafcaflı değişiyle “ Toplumsal konumu gereği proletarya, sınifli toplumsal yapıyı sona erdirecek olan iradedir. “ Müslüm baba ise daha sade ve yalın anlatmıştır. " Yakarsa dünyayı garipler yakar " ve hakikaten öyle olmuş garipler yıkmıştır aristokrasinin ve burjuvanın tacını tahtını. “Ellerindeki silahlar türlü türlüydü belki ama hepsinde ortak olan silah açlık ve intikam duygusuydu. “ Yolsulluğun, cefanın, acının, ezilmişliğin bin bir türlü haline maruz kalan o garipler, berduşlar taifesi haklı olarak yılların birikmişliğiyle bir halk hareketi başlatmıştı. Hareket vandallığın, adaletsizliğin had safhaya çıkmasıyla bambaşka bir yöne evrilmiş adaletsizlikler almış yürümüştü. Adeta roller değişmiş dünün zalimleri bugünün mazlumu olmuş, dünün mazlumları ise bugünün zalimlerine evrilmişti. Bu sonuç bir bakıma yıllarca kötülük ve zulüm ekilen tarlalardan alınan hasattı mesele zulme başkaldıranların, başkaldırdıkları zalimlere dönüşmesiydi. Başlangıçta temel insani taleplere dayalı başlayan kağıt üzerinde kulağa hoş gelen şeyler pratikte tam bir paradoksa dönüşmüştü. Şu bir gerçek ki Bilge Kral lakaplı Aliya İzzetbegoviç’in İslam Deklarasyonu adlı eserinde belirttiği gibi “her düzen, her daim üzerine kurulu olduğu prensiplerden ziyade kendisini tesis ve tatbik eden insanlara benzeyecektir. “ Bu da böyle olmuştur. Devrimin ardından 16. Louis’in ve diğer aristokrat kesimin gövdelerine ağır gelen başları birer birer uçurulmuş o fettan güzel giyotinle tavuk keser gibi adam kesmişlerdir. Üstelik bunları kadın erkek çoluk çocuk demeden herkesin temaşasıyla , alkışlar eşliğinde, kendinden geçercesine yoğun bir vahşilikle yapmışlardır. Bu ve bunlar gibi pek çok sebepten dolayı Fransızlara karşı hep mesafeliyimdir. Devrimin getirdiği ortamda palazlanma fırsatı bulan büyük asker Napolyon’la beraber bir şansımız vardı. Şairin “Herkesi sevebilirdim, sevmeye senden başlamasaydım eğer “ değişinden hareketle ben de diyorum ki bütün Fransızları sevebilirdim mareşal , sen İngilizleri ezmiş olsaydın eğer . Son birkaç asırdır dünyanın başına bela olan İngiliz kibri ve ikiyüzlülüğü maalesef ki hala devam ediyor. Başaramadık mareşal : ) Sidney Carton karakterine dönecek olursak çok güzel adamdın be birader yitip gittin ama sonun onurluydu Lucie ablamızda, Charles Darney’de güzel karakterleriyle yaptığın fedakarlığı hakediyordu. Bu fedakarlığı onurundan yaptın, tıpkı Charles Darney’i o ateş konçertosuna götürenin onur olduğu gibi. “Ruhumun son rüyasısınız … İçimde varlığından haberdar olmadığım o eski hayalleri canlandırdınız. Sizi ilk gördüğüm andan beri, artık bana musallat olmaz sandığım bir pişmanlıkla boğuşuyorum ve sonsuza dek sustuğunu sandığım, beni yukarı çekmeye çalışan o fısıltıları duyuyorum. Beni yeniden mücadele etmeye, her şeye sil baştan başlamaya, üzerimdeki tembelliği ve nefsime düşkünlüğü silkeleyip atmaya davet eden, henüz tam olarak şekillenmemiş düşünceler var zihnimde. Tüm bunlar bir rüyadan ibaret ; hiçbir zaman gerçek olmayacak ve gören kişiyi yattığı yerde öylece bırakan bir rüya. Bu rüyaya ilham veren kişinin siz olduğunuzu bilmenizi isterim… Yine de beni nasıl ansızın hayata döndürdüğünüzü, bir kül yığınını ateşe dönüştürdüğünüzü size anlatmak gibi bir zayıflığı gösterdim. “ Açık yüreklilikle sevgini dile getirdin Sidney Beyciğim aslında iyileşmek istiyordun iyileşmek için, yaşamak için sevginin o iyileştirici muazzam gücünü kullanmayı denedin ama olmadı. Lucie ablamız başkasını seviyordu ve senin yeşerebileceğin bir toprak değildi, onun gönül ülkesinde başkasına ait çiçekler açmıştı. Kızma ona, ki sende kızmadın zaten. Şairin değişiyle 'Üşengeç değilsin, sadece mutsuzsun ve mutsuz insanlar yorgun olur, hiçbir şey yapmak istemezler.' Tüm mesele bundan ibaretti Sidney Bey abicim. “Güneş ışıklarının vurduğu hiçbir şey, yüreğindeki iyi niyeti ve sahip olduğu yetenekleri doğru kullanma becerisinden yoksun, kendi iyiliği ve mutluluğuna zerre kadar hayrı olmayan, kendi çürüyüşünün farkında olduğu halde bu çürümenin onu yiyip bitirmesine izin veren bu adam kadar kederli olamazdı. “ Yüzlerinde türlü türlü maskeleriyle dolaşan insanların seni anlamalarını bekleme. Uyum sağlayamadın ve içten içe çürüyüp gittin Sidney Carton, seni anlamalarını bekleme boşver Sidney boşver bırak anlamasınlar O celali uykularından uyanmadılar,bırak uyanmasınlar Düşlerimizin rengine boyanmadılar, bırak boyanmasınlar Şöyle demişti zamanında bilge bir adam “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir. “ En iyi biz biliriz birbirimizi Sidney. Şairin değişiyle Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş Genciz, namlu gibi, Ve çatal yürek, Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat, Otuziki dişimizle gülmeğe, Doyasıya sevişmeğe,yemeğe... Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret Ve asıl biz biliriz kederi. Yitip gidenler köşemde ben, Jean Valjean, Guderian, Rommel ve Martin Eden seni bekliyoruz. Kaybedenler Kulübüne , ayrılığa hoş geldin Sidney.
İki Şehrin Hikâyesi
İki Şehrin HikâyesiCharles Dickens · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202058,5bin okunma
·
513 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.