Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

687 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
21 günde okudu
Suç ve Ceza
Romana geçmeden önce biraz yazarından bahsetmek istiyorum. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821 yılında Rusya’da dünyaya gelmiştir. Babası yoksullar hastanesinde çalışan, ayyaş bir eski ordu cerrahıdır. Annesi ise bir tüccar kızıdır ancak hastadır. Dostoyevski daha 15 yaşındayken annesini kaybetmiştir bunun üzerine doğduğu yer olan Moskova ile manevi bağları kopar ve katı disipliniyle bilinen Petersburg’daki Askeri Mühendislik Okuluna girer. Okul arkadaşları Dostoyevski için “sert mizaçlı” ve “sinirli” der. Petersburg’da hayatının büyük bölümünü kitap okuyarak ve hayat üzerine düşünerek geçirir. Dünya edebiyatının önemli isimleri ile tanışır. Mühendislik Okulundan başarıyla mezun olan Fyodor yine Petersburg’daki İstihkâm Müdürlüğü’nde göreve başlar. Ancak bu meşguliyeti çok kısa sürer. Bir yıl sonra, 1844’te, yazar olmaya karar vererek, askeriyedeki görevinden ayrılır. 1845 yılının Mayıs ayında, Dostoyevski henüz daha bir üniversite öğrencisiyken tasarladığı ‘’İnsancıklar’’ adlı ilk romanını bitirir. ‘’İnsancıklar’’ 1846 yılında yayımlanır ve büyük ilgi görür. Sonrasında da birçok roman kaleme alan yazar en başarılı yapıtı olan Suç ve Ceza’yı 1866 yılında yazmıştır ve aslına bakarsanız bu romanın yazılmasının trajikomik bir hikayesi vardır. Dostoyevksi o dönem büyük bir kumar borcu batağına düşmüştür, bunun verdiği telaşla yayıncısına ‘’bir suçun psikolojik çözümlemesini’’ konu alan bir roman tasarısından söz eder. Tabii Dostoyevski’nin o sırada umrunda olan romandan çok yayıncının vereceği avanstır. Dostoyevski, “Suç ve Ceza”yı para isteyen alacaklıların onu borçlular hapishanesine göndereceklerine dair savurdukları tehditler arasında yazmaktadır. Alacaklılara hapse girerse yazamayacağını, dolayısıyla borçlarını ödeyemeyeceğini söyler. Çareyi Petersburg’u terk etmekte bulur. Bu cehennem günlerinde karşısına ikinci karısı olacak olan Anna çıkmıştır. Anna, Dostoyevski’nin yanında çalışmaya başlar ve romanı altı günde bitirirler. Anna bir nevi Dostoyevski’nin hayatını kurtarmıştır... Artık derin bir nefes alıp romanına odaklanabilecek durumdadır Dostoyevski. Hayatında yaşamış olduğu bu zorluklar: tefeciler, alacaklılar, kumar borçları, yoksulluk ve hastalık onun mükemmel dehasıyla birleşince edebiyat tarihinin en olağanüstü karakterlerinden biri olan Raskolnikov’u yaratmasına olanak sağlamıştır. İlham ise o zorluklarla geçen günlerde çıkan bir gazete haberiden gelmiştir. Para için cinayet işleyen bir öğrencinin öyküsü... İşte Raskolnikov’un hikayesi de buna dayanır. Çok önemli toplumsal olayların yaşandığı bir dönemde geçmektedir roman. Çağdaş Rusya’yı anlatmaktadır. Kahraman yani Raskolnikov aydındır, o yılların zorlu acılarını derinden hisseden bir üniversite  öğrencisidir. Hatta düştüğü maddi sıkıntılar sebebiyle hukuk öğrenimine ara verir. Annesi ve kız kardeşi Dunya’dan farklı bir şehirde, Petersburg’da yaşamaktadır. Annesinin gönderdiği paralardan başka gelir kaynağı olmadığı ve annesi de yoksul bir hayat sürdürdüğü için değerli eşyalarını rehine vererek hayatını idame ettirir. Bu zorlu yaşam koşullarının getirdiği sıkıntılı durum, buhran ve kafa karışıklığı Raskolnikov’da bir cinayet işleme arzusu uyandırır. Kendine kurban olarak ise eşyalarını rehin verdiği yaşlı ve kötü kalpli bir kadın olan tefeci Alyona İvanovna’yı seçer. Alyona İvanovna berbat, çekilmez bir kocakarıdır. İnsanlar borçlarını ödemekte azıcık gecikse bile hemen rehine bıraktıkları eşyalara el koyar, çok fazla faiz alır. Ayrıca üvey kız kardeşi Lizateva’yı da masum ve suçsuz bir genç kadın olmasına rağmen sürekli döver. Raskolnikov bu ruhu bozuk tefeci kadının ‘’bitten’’ başka bir şey olmadığını ve ölmesinin yaşamasından daha fazla yarar sağlayacağını öne sürerek onu öldürmek üzerine planlar yapmaya koyulur. Her şey hazırdır, her şeyi düşünmüştür. Bir gün bir bahaneyle kocakarının evine gider ve planı tasarladığı şekilde işler yalnızca hesaba katmadığı bir şey daha yaşanır. Raskolnikov tefeci kadını baltayla öldürür ve öldürdükten sonra değerli eşyaların ve paraların bulunduğu başka bir odaya geçer. Bu sırada kocakarının ölüsünün olduğu salondan bir takım sesler duyar. Hemen salona döner ve üvey ablasının cansız bedeni karşısında kaskatı kesilmiş Lizateva’yı görür. Lizateva bakışlarını, ablasının kanlar içinde uzanan vücudundan, elinde baltasıyla duran Raskolnikov’a çevirir. Raskolnikov’un başka çaresi yoktur. Uzun zamandır üstüne düşündüğü bu tasarısı sadece kapıyı aralık bırakmak gibi aptalca ve basit bir hata yaptığı için başarısızlığa uğrayamaz. Bu yüzden düşünülmemiş, spontane gelişen bir cinayet daha işler. Fakat bu hesapta olmayan ikinci cinayet Raskolnikov’un soğukkanlılığını bozar. Tefeci kadını öldürmek için kendine sunduğu bahanelerin hiçbiri Lizateva’da yoktur. O masum, zararsız bir insandır. Yaşananların ardından ne kadar bu cinayetin altında yatan amaç hırsızlık yapmak olmasa da başta kendine geçerli bir sebep sunmak adına yarım yamalak bir şekilde bazı değerli rehinleri ve bir miktar parayı çalarak evden ayrılır. Ve şansına onu hiçkimse görmez, arkasında tek bir delil dahi bırakmaz. Beceriksiz hırsızlığının sonucuda aldığı az buçuk eşyayı ve parayı da bir taşın altına gizler ve roman boyunca onlara dokunmaz. Kusursuz cinayetler işlemesine, hiçbir şüphe teşkil etmemesine rağmen oldukça tedirgindir Raskolnikov. Cinayetin ertesi günü borçları yüzünden karakola çağırıldığında polislerin önünde baygınlık geçirir. İlginç olan şudur ki tam da o sırada insanlar tefeci kadının ve kardeşinin öldürülmesinden bahsetmektedirler. Şüpheleri üstüne çeker. Kitabın bu kritik noktasından sonra Raskolnikov ruhen ve bedenen hastalanır. Hastalığı boyunca eski üniversite arkadaşı Razumihin onu bir an olsun yalnız bırakmaz. Razumihin hayat dolu, iyi niyetli ve oldukça zeki bir delikanlıdır. Raskolnikov’un annesi ve kız kardeşi Dunya, Petersburg’a geldiklerinde de, Razumihin onlara yardım etmekten hiçbir zaman geri durmaz. Ailesinin yanına gelmiş olması üzerine daha büyük bir çıkmaza giren Raskolnikov, sorgu yargıcı Porfiri Petroviç’in kendisiyle konuşmak istemesi üzerine büyük paniğe kapılır. Bu süreçte içinde kopan fırtınaları kimseye anlatamayan Raskolnikov, onu anlayabilecek tek insan olduğunu düşündüğü Sonya’nın yanına gider. Sonya, Raskolnikov’un meyhanede tanıştığı eski bir memurun kızıdır. Sefil bir hayat süren Sonya, ailesine bakmak için fahişeliğe başlar. Yaptığı meslek karakterine çok zıttır. İnançlarına körü körüne bağlı, dindar bir genç kızdır çünkü. Ancak bu onun en az Raskolnikov kadar günahkar olduğu gerçeğini değiştirmez. Raskolnikov’un kendini Sonya’ya karşı bu denli yakın hissetme sebebi de budur. Sonya onun gibi acı çekmektedir. Ancak Sonya’yla paylaşarak azalacağını düşündüğü acısı tam tersine daha çok artmıştır. Bunun üzerine suçunu itiraf etmek, kaçmak ya da canına kıymak arasında seçim yapma zorunluluğu hisseder. Zaten sorgu yargıcı Porfiri Petroviç, elinde hiçbir delil bulunmamasına rağmen Raskolnikov’un katil olduğunu en başlarda anlamıştır. Bir araya geldikleri zamanlar, psikanalitik yeteneği sayesinde Raskolnikov’u birçok kez ağına düşürür. Sürekli üstü kapalı ve alaycı şekilde kendisininin suçlu olduğunu bildiğini Raskolnikov’a hissettirmesi üzerine Raskolnikov, böyle aşağılanmaktansa suçunu itiraf etmenin daha erdemli bir hareket olacağını düşünürek, tefeci kocakarının ve kardeşinin cinayetinden sorumlu olduğunu önce Sonya’ya sonra karakola itiraf eder. Kitabın bu bölümünden sonra Raskolnikov Sibirya’ya sürgün edilir, Sonya da peşinden gider. Sonya onu serbest kalacağı güne kadar bekleyecektir. Raskolnikov işlediği cinayetten yine de aşırı bir pişmanlık duymamaktadır. Çünkü bu cinayetin altında yatan psikolojik gerçek ne hırsızlık yapmaktır ne de Raskolnikov’un kötü biri olmasıdır. Raskolnikov, hukuk öğrenimini yarıda kestikten sonra basık tavanlı, havasız, küçük odasında bol bol düşünme fırsatına sahip olmuştur. Onun zihninde insanlar ikiye ayrılır: sıradan ve olağanüstü insanlar. Olağanüstü insanlar, kendilerini ve ilerici fikirlerini toplumda kabul ettirmek adına öldürmek ve kan dökmek hakkına sahiptirler. Sıradan insanlar ise bu ileri düşünceler sayesinde kurulan sistemlerin işlemesine yardımcı olan kimselerdir yani böcektirler. Raskolnikov sorgulamadan, boyun eğerek bir hiç olarak yaşayan böcekler gibi sıradan görmek istemez kendini. Ancak düşünen, sorgulayan ve toplumsal kurallara başkaldıran bir aydın olarak, olağanüstüler grubunda da yer almakta mıdır acaba? ‘’Ben de herkes gibi bir böcek miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim! Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi?..’’ der Raskolnikov bir konuşmasında. İşte bunu anlamanın tek bir yolu vardır. Bir zamanlar amaçları uğruna kan döken insanlar gibi; Napolyon, Muhammed, İskender gibi o da kan dökmelidir. Yani Raskolnikov bu yönüyle sıradan bir suçlu değildir. Suçunu, geliştirdiği  düşünce  sisteminin, hem kendi gözünde, hem de başkalarının gözünde doğruluğunu  kanıtlayabilmek için, kendine özgü toplumsal psikolojik bir deney olarak işler. Bu ‘psikolojik deney’ ışığında vardığı sonucu da Raskolnikov’un alıntıladığım şu cümlesinden açık bir şekilde anlıyoruz: ‘’Ben bir bedeni değil, bir fikri öldürdüm’’
Suç ve Ceza
Suç ve CezaFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022159bin okunma
·
124 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.