Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Han Duvarları
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar.. Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya İlk sevgiye benziyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inliyen tekerlekler... Ellerim takılırken rüzgârların saçma Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu, Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince, Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi, Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine, Yol, hep yol, dâima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayâli, Sonun ademdir diyor insana yolun hâli. Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan, Bozuk düzen taşlann üstünde tıkırdayan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmışım, kalmışım yaylının şiltesine. Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan, Geçiyordu araba yola benzer bir sudan. Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin vîran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri. Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı, Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. Bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor, Şişesi is bağlamış bir lâmbanın ışığı, Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı. Gitgide birer âyet gibi derinleştiler Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler... Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı: Fânî bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın manîler, açık saçık resimler... Uykuya varmak için bu hazîn günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl bir kaç satırla yandı, Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı. Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şâir arkadaşa: On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından, yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa, atılmışım ben Altında da bir târih: Sekiz mart otuz yedi.. Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!... Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk. Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri. Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar. Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide. Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden: Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, Önümdeki arazî örtülü şimdi karla. Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu, Burada son fırtına son dalı kırıyordu. Yaylımız tüketirken yollan aynı hızla Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü, Kar değil, gök yüzünden yağan beyaz ölümdü... Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı: "İşte Araplı Beli!" Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana, Biz menzile vararak atlan çektik hana. Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş. Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor, Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor... Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri. Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor: Gönlümü çekse de yârin hayâli Aşmaya kudretim yetmez cibâli Yolcuyum bir kuru yaprak misâli Rüzgârın önüne katılmışım ben Sabahleyin gök yüzü parlak, ufuk açıktı, Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı... Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde. Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık, Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık. Gün doğarken bir ölüm rü'yâsiyle uyandım, Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! Garibim, nâmıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış harem diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmıştım ben Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında, Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında. Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadmsa bu dağı. Az değildir, varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna, kurduna!... Arabamız tutarken Erciyeş'in yolunu: "Hancı, dedim, bildin mi Maraşh Şeyhoğlu nu Gözleri uzun uzun burkuîu kaldı bende, Dedi: — Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... Gönlümü Maraşh'nm yaktı kara haberi. Aradan yıllar geçti, işte o günden beri Ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim. Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim, Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları...
178 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.