Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ŞİFA NİYETİNE “Hâlbuki aşk başka ne olsun u hayatın mazereti” diyordu şair. Gerçekten hayatın mazereti başlı başına aşk olabilir miydi? Âdemoğlunun ilk oğullarından Habil ve Kabil macerası meşhurdur. Peki, bu cinayetin sebebi nedir, biliyor musunuz? Aşktır desem… Yada sapkın bir aşk desem daha doğru olur. Çünkü İslam’ın müsaade etmediği bir aşk ki bir insanın hayatına mal olduğu gibi kıyamete kadarda bütün cinayetlerin yükü omuzlarındadır katilin. Ne diyelim? Çok bir şey demeyelim en güzeli. Kınayarak aşka şekil yapmayalım. Keza bizde aciziz. Efendim, kimse sevdi diye kınanamaz zannındayım. Bu kimse dediğimiz şahsın sosyal konumundan tutun, medeni haline gelin, imanî boyutunu tartın, cinsiyetinde bekleyin ve üzerine ne derseniz deyin hiç fark etmez. Öyle ki insan gönlüne karşı her daim mağluptur. Ve bu gönül öyle şeylerden nem kapar ki alev almasın için bazen bir kıvılcıma bile gerek yoktur. Zaten o yanmaya yer arıyordur. Allah Teâlâ ayeti kerimelerinde çokça “insanın zalim” olduğundan yani “nefsine zulüm” ettiğinden bizlere bahseder. Ben aşkı biraz buna benzetiyorum. Elinde olmaması kısmını göz ardı etmeden hem de. Aslında gönlünü kaptırabileceği ortamlara da girmemeli insan. Ama işte insanın merakı nefsine galebe çalıyor da bile bile yenileceği savaşlara giriyor. Mağlup oldukça şehidin tekrar dünyaya dönüp şehid olmayı istemesi gibi tekrar tekrar aşktan vurulmak hoşuna gidiyor. Neden? İnsan nefsine zulmetmeyi seviyor. Aşk, aşkın bir sevgidir adı üstünde. Normalden yani haddini aşarak sevmek duygusu. İnsan neye âşık olursa –neye diyorum çünkü her insan karşı cinsine âşık olmaz- onun esiri, mağlubu oluyor. Onda kaybolup onda var oluyor. (Ya da öyle hissediyor diyeyim ki az sonra bu tezimi çürüteceğim.) O olmazsa ölürümler, o olmazsa başkası da olmasınlar meşhur olduğu için yazmaya hacet yok. Bu size has bir hissiyat değildir, bunu bilin. Siz bu yolda ne ilksiniz ne de son olacaksınız. Lakin aşk denen duygu öyle bir şey ki yalnız siz varsını z ve yalnız o var. Allah’ım bir kavuşsanız yıldızlar gökten yere inip sizi izleyecek, o gün güneş doğmasına gerek yok; aydede’yi kim sallar bizim aşkımızın ışığı evrene yeter, kâinat işine baksın. Oysa hiçte öyle değildir, biliyor musunuz? Siz ne kadar acizseniz maşuğunuz da siz kadar acizdir. Bir âcizin başka bir âcizin sırtına kâinatı yüklemesi gibi bir şey yapıyorsunuz hem de. Kâinatı ışıtacak sandığınız aşkınızın ışığı ancak tasarruflu ampuldür ki, belki o bilem değildir. Ama öyle zannetmek işimize geliyor. Öyle ya “âşık-ı mecnun biziz” artık. Mecnun da işine baksın bir zahmet. Neyden bahsediyor, neticeyi nereye getireceksin kardeşim, işimiz gücümüz var diyenler; sıkı durun olayı neticeye bağlıyorum. Ne dedik efendim, iki aczin birleşiminden en fazla bir acziyet daha doğar. Kırk çürük yumurtanın bir sağlam yumurta etmemesi gibi. Evlilikten bahsediyorum yani. İki aşığın en fazla kavuşacağı nokta budur. Sonrasında ise; hanım kızın sevdiği erkek pasaklı ve dağınık olur. Bey abinin sevdiği kız ise bir bardak su bile getirmez, zaten artık bakımsızdır. İnanın netice bundan ötesi değildir. Hani o üzerine toz konduramadığınız aşkınız vuslattan iki sene sonra trip yapmak, surat asmak, gönül koymaktan ibaret olacaktır. Öyle ya her şey aslına rücu edecektir. Siz haddi aştıysanız cezasını böyle paşa paşa çekeceksiniz. Oysa ne güzeldi değil mi kavuşmayı murat etmek. O zaman hiç kusuru olmayan insanla nasıl kusursuz bir şey sanıyor da buranın dünya ve imtihandan ibaret olduğunu unutuyordunuz. İşte o gün size hesap sorucu olarak nefsiniz yeter mi acaba? Ama o zamanda dersiniz ki “Sen benim tanıdığım o adam/kız değilsin.” Kimse kendi aşkına suç bulacak değil ya! Öyle ya evlendik ve suçlu bulacak insan bulduk niye kendi nefsimize yüklenelim artık? Kardeşim bırak bu kadar tantanayı ne yapacağız onu de hele, diyorsanız sevgili kardeşim şimdi sıra oraya geldi. Peki, ne yapmalı? Âşık olmamalı mı? Kavuşmayı istememeli mi? Elbet âşık olacağız ki hayvandan farkımız anlaşılsın. Kalbimiz olduğu, gönlümüzün yerini bilelim. Yoksa gerçekten insan konuşan bir hayvan gibi oluyor. Ama işte bunun ayarı çok mühim. Şekeri daha fazla kattığımız tatlı bile tatlı olmaktan çıkıyor da yenmeyecek hale giriyor. Aşkta keza böyle, bir süre sonra ıstıraba dönüşüyor da yaşanmayacak hale geliyor. Nasıl ayarı tutturacağız ya? Vallahi zor, billahi zor. Ama bunu beceremeyecek olan da bu işe girdikçe pert olup hayata küsüyor. Neden vuslata bu kadar yükleniyoruz. Sonra ille de vâsıl olalım duygusu bizi perme perişan ediyor. Oysa biz yukarı da ne demiştik “bir âcizin bir âcize abanması” hâlidir aşk. Eee o âcizin seni kaldırabileceği ne malum, ya da senin onu taşıyabileceğin? Kavuşmanın hayır getireceğini size bildiren durum ne ya? Seviyorum ya da karşılıklı seviyoruz eşittir güzellik olacağına dair vahiy, ilham vs. mi aldınız? Yani kaderin sırrına mı erdik azizim, ne bu ısrar. Nedir bir insana kendini bu kadar saplamak, gömmek, ölmek ve bitmek. Aslında biliyor musun güzel abim insan kendi nefsine âşık oluyor da bu apayrı bir mesele. Bunu kendine bilem itiraf edemiyor da başkasına ıstırap oluyor ve dolayısıyla yine kendine dönüyor mevzuu. Aşkı en güzel karşılayacak şüphesiz Allah Teâlâ’dır. Bunu yazmakta benim haddim değildir. Ve son cümle nerede kaldı diye soracak olursanız, şudur: Aşkın en büyük semeresi âşık olabilme istidadından ibarettir. Sen âşık olabildinse büyük adamsın demektir. Kalbin vardır, gönlün vardır ve bu herkese nasip değildir. O yüzden maşuğuna teşekkür edip kendini ve kimseyi ve üzerine kaderini zorlama. Hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemiyoruz haliyle. Yoksa sen yoksa hala kendini zorluyor musun? Aşk olsun.
··2 alıntı·
1 artı 1'leme
·
769 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Emine Keklikçi okurunun profil resmi
Abi ya 🥲 çok güzel yazmışsın yüreğine sağlık.
M. okurunun profil resmi
Sanki karşımda bana ağzına geleni sayıyormuşsun gibi okudum abi😅 Allah razı olsun 🌹
Allahın funny bi kulu okurunun profil resmi
Ecmain kardeşim. Miniş bi şefkat tokadı diyelim. 🌺
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.