Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ra) Hazretleri a) Hayatı Sünnî Kelam Okulları’ndan Mâtürîdiyye’nin öncüsü olan{Dipnot} Ebû Mansûr el-Mâtürîdî hakkında kaynaklardaki bilgiler oldukça sınırlıdır. Günümüz Özbekistan Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki Semerkand’ın dış mahallesi olan Mâtürîd’de doğdu. Sâmânoğulları’nın Mâverâünnehir bölgesine hâkim oldukları dönemde yaşadığı bilinmektedir. Doğum tarihine ilişkin herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak Rey kadısı olan hocası Muhammed b. Mukâtil er-Râzî’nin 248 (862) yılında vefat ettiği dikkate alındığı takdirde bir asra yakın bir ömür yaşadığı tahmin edilen Mâtürîdî’nin, III. (IX.) yüzyılın ilk yarısında doğduğunu söylemek mümkündür. Geç dönem müelliflerinden Beyâzîzâde Ahmed Efendi’nin (ö. 1098/1687) onu Ensârî nisbesiyle anmasından hareketle, bazı yeni eserlerde soyunun Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî’ye (ö. 49/669) vardığı belirtilmişse de bu, güvenilir bir bilgiye dayanmamaktadır. Şâyet hakkında kullanılan Ensârî nisbesi sahih bir rivâyete dayanıyorsa, muhtemelen künyesinde bulunan “dine yardımcı kişilerden biri” olması anlamında kullanılmıştır{Dipnot}. Şunu da belirtmek gerekir ki Mâtürîdî’nin kızının kızı tarafından torunu olan ve Semerkand kadılığı yapan Ebu’l-Hasan Ali b. Hasan el-Mâtürîdî’nin (ö. 511/1117), baba tarafından Ebû Eyyûb el-Ensârî soyundan geldiği{Dipnot} dikkate alındığı takdirde, baba tarafına ait nesep bağının, yanlışlıkla anne tarafına da nispet edildiğini söylemek mümkündür. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Arap asıllı olması mümkün görünmemektedir. Çünkü eserlerinde kullandığı üslup ve ifadenin kuruluşu, gramer yapısı itibariyle Türk asıllı bir müellifin Arapçası’nı yansıtmaktadır.Bu da onun, çoğunluğunu Türkler’in oluşturduğu Semerkant bölgesinde yaşamış Türk kökenli bir ailenin soyundan gelmesini gerektirmektedir. Eserlerinde bazan Farsça kelimeler kullanması ve Türkler’in yaygın olarak yaşadığı Mâverâünnehir bölgesinin köy ve kasabalarında konuşma dili olarak Türkçe’nin, ilim ve kültür dili olarak, Farsça’nın kullanılması{Dipnot}, bu tezi kanıtlayan önemli bir delildir. Babası Muhammed ve dedesi Mahmud’un dışında aile fertlerinin adları bilinmemektedir. Mâtürîdî’nin tefsirinde, müslüman Türk geleneğinde, erkek çocuğu olmayanların Mansur adında bir oğlu olması temennisiyle “Ebû Mansur” künyesinin verileceğine dair beyanda bulunmasından{Dipnot} hareketle erkek çocuğunun olmadığı sonucu çıkarılabilir. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Hanefî mezhebinde yetişmiş dördüncü kuşak âlimlerden biridir. İmâm Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) öğrencisi olan Muhammed b. Hasan es-Şeybânî’nin (ö. 189/805) öğrencisi Ebû Süleyman el-Cûzcânî’nin öğrencilerinin öğrencisidir. Ebû Bekir Ahmed b. İshak el-Cûzcânî, Nusayr b. Yahya el-Belhî ve Nişapur kadılarından Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Recâ el-Cûzcânî, onun ilim öğrendiği hocalardan bazılarıdır. Ancak asıl öğrenimini, Dâru’l-Cûzcâniyye medresesinde müderrislik yapan Ebû Nasr Ahmed b. Abbâs el-İyâzî’nin ders halkasına katılarak tamamlamış ve ondan icazet almıştır. Öğrenim hayatını bitirdikten sonra Mâtürîdî’nin ne gibi görevler yaptığına dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamakta, sadece çok sayıda öğrenci yetiştirdiğine ve eserler yazdığına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Ebû Ahmed el-İyâzî, Ebu’l-Hasan Ali b. Said er-Rustuğfenî, Ebû Muhammed Abdülkerim b. Mûsa el-Pezdevî gibi isimler onun yetiştirdiği âlimlerdendir. Hakîm es-Semerkandî de onun ilim meclislerinde bir arada bulunduğu Hanefî âlimler arasında yer alır. Ebu’l-Muîn en-Nesefî, Mâtürîdî’nin, Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî’den (ö. 324/936) kısa bir süre sonra vefat ettiğini nakleder{Dipnot}. Sonraki kaynakların bir kısmında Mâtürîdî’nin ölümüne dair 323 (934), 332 (943), 333 (944) ve 336 (947) gibi değişik tarihler kaydedilmişse de Abdülkâhir b. Muhammed el-Kureşî ve Beyâzîzâde, onun 333 (944) yılında vefat ettiğini belirtmiştir{Dipnot} ki modern dönemde genellikle bu tarih benimsenmiştir. Mâtürîdî, Semerkant’taki Çârkedîze kabristanına defnedilmiştir. Yakın dostu Hakîm es-Semerkandî, mezar taşına şu anlamdaki bir yazının yazılmasını emretmiştir: “Bu mezar, mesaisini ilme veren, bütün gücünü ilim öğretmek için harcayan, dine dair kaleme aldığı eserleri takdirle yâd edilen ve ömrünün meyveleri toplanan kişinin kabridir”{Dipnot}. Sovyetler Birliği zamanında, kabrinin bulunduğu mezarlıkta evler inşa edilmiş ve türbesi yıkılmıştır. 2000 yılında ise kabrinin bulunduğu tahmin edilen mekânda yeni bir türbe yapılmıştır. b) Eserleri Kaynaklar, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin çeşitli konulara dair eserlerinin adlarını kaydetmektedir. Ebu’l-Muîn en-Nesefî, adlarını belirterek ona on iki eser nispet etmiştir. Ne yazık ki bunlardan sadece iki tanesinin (Te’vîlâtu’l-Kur’ân ve Kitâbu’t-Tevhîd) günümüze ulaştığı bilinmektedir. Kendisine ait olmadığı halde yazma nüshalarında ona nispet edilen ve bu şekilde yayımlanan bazı eserler de mevcuttur. Eserlerinin adlarından da anlaşılacağı üzere İmam Mâtürîdî, bir taraftan Ehl-i Sünnet Kelam Okulu’nun inşa edilmesini sağlayan kitaplar yazmış, bir taraftan da muhalif mezhep ve din mensuplarınca ileri sürülen görüşleri eleştiren çalışmalar yapmış; böylece Mâverâünnehir bölgesinin sınırlarını aşan bir şöhrete kavuşmuştur. c) Kelam İlmindeki Yeri Literatürde “hidâyet önderi” (imâmu’l-hudâ), “hidâyet meşalesi / âlameti” (alemu’l-hudâ), “kelamcıların hocası” (imâmu’l-mutekellimîn), “Ehl-i Sünnet’in Reisi” (reîsü ehli’s-sünne), “Müslümanların inançlarındaki yanlışları düzelten kişi” (musahhihu akâidi’l-müslimîn) {Dipnot} gibi övgü dolu lakablarından söz edilen Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, bilindiği gibi Sâmânîler’in, Mâverâünnehir bölgesinde hükümrân olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bu devirde Sâmânî hükümdarlarının dinî ve dünyevî ilimlere değer vermesi sayesinde bölgede tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi dinî ilimler; kimya, astronomi, tıp gibi fen ve sağlık bilimleri alanında pek çok âlimin yetiştiği bilinmektedir{Dipnot}. Söz konusu âlimler, bölgede hem bid‘at olarak niteledikleri inançların yayılmasını engellemişler, hem de bu coğrafyada Ebû Hanîfe’nin öncülüğünü yaptığı aklî bilgiler ile vahiyleri uzlaştıran din anlayışının hâkim olmasını sağlamışlardır. Bir uçta, aklî bilgileri birincil kaynak olarak kabul eden ve hadisleri akâid alanında genellikle dikkate almayan Mûtezilî kelamcıların, diğer uçta da aklî bilgileri ihmal eden ve yalnızca naklî bilgileri öne çıkaran hadisçi ve fıkıhçıların oluşturduğu problemli iki din anlayışına karşı, aklî bilgilerle naklî bilgileri uzlaştıran ve temelleri Ebû Hanîfe tarafından atılan mutedil bir din anlayışının, Mâverâünnehir bölgesinde olumlu bir yankı uyandırması, Mâtürîdî’nin yetişmesine de zemin hazırlamıştır. Mâtürîdî’nin, ders aldığı hocaların ilmî silsile itibariyle Ebû Hanîfe’ye varan bir zincir oluşturması, bunu kanıtlamaktadır{Dipnot}. Bu silsile şöyledir: Ebû Bekir Ahmed b. İshak el-Cûzcânî, Ebû Süleymân Mûsa b. Süleyman el-Cûzcânî (ö. 200/816), Muhammed b. Hasan es-Şeybânî (ö.189/805). Buna göre Mâtürîdî, Ebû Hanîfe’nin ilmî silsilesi içinde dördüncü kuşağı temsil etmektedir. Mâtürîdî, Hanefiyye okuluna mensup hocalardan tahsil ettiği İslâm ilimlerine vâkıf olduktan sonra özellikle kelam, usûl-i fıkıh ve tefsir dallarında derinleşmiş, bu ilimleri sistemleştirip geliştirmiş ve bu alanlarda önemli eserler telif etmiştir. Özellikle, esasları kendisinden önce belirlenmiş olan Ehl-i Sünnet akâidini aklî bilgilerle temellendiren deliller geliştirmiş, böylece o, Ebû Hanîfe’den sonra{Dipnot} Ehl-i Sünnet Kelâm Okulu’nun ikinci kurucusu olmuştur. Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî’nin Basra’da geliştirdiği Sünnî Kelam Yöntemi’nin daha üstününü Mâveraünnehir bölgesinde inşa etmiş ve bu coğrafyada Ehl-i Sünnet’in reisi olmuştur. Ancak şu çok önemli farkla ki Mâtürîdî’nin kurduğu Sünnî Kelam Sistemi, Eş‘arî’nin geliştirdiğine nispetle daha ileri düzeyde akılcıdır{Dipnot}. Mâtürîdî’nin yazdığı nakledilen eserlerin adlarından, onun başta Mûtezile olmak üzere Şîa ve Karâmita gibi mezheplerin fikirleriyle mücadele ettiği de anlaşılmaktadır. Gerek yazdığı eserler, gerek bölgede faaliyet gösteren çeşitli mezheplerin âlimleriyle yaptığı tartışmalar ve gerekse yetiştirdiği âlimlerin ilmî gayretleri, Mâtürîdî’nin inşa ettiği yöntemin yayılıp kökleşmesini sağlamış, böylece müslümanların büyük çoğunluğunun tasvibini kazanmıştır. Nitekim meşhur Eş’arî âlim Fahreddin er-Râzî, ziyareti esnasında Mâverâünnehir bölgesinde yaptığı münazaralarda, bu coğrafyada Mâtürîdî’ye bağlı âlimlerin mevcut olduğundan söz etmiştir{Dipnot}. Mâtürîdî’den sonra görüşlerini ve sistemini benimseyenler arasında Ebu’l-Hasan er-Rustuğfenî (ö. 345/956), Ebû Muhammed el-Pezdevî (ö. 390/1000), Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (ö. 493/1100) gibi isimler yer almaktadır. Bunlardan sonra Mâtürîdiyye’nin en temel kaynaklarından Tebsıratü’l-edille’nin yazarı olan Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin (ö. 508/1115), bu mezhebin kökleşmesinde en büyük katkıyı sağladığını belirtmek gerekir. Nesefî, Mâtürîdî’yi şöyle niteler: “O, kolayca elde edilemeyecek farklı bilgilere sahip bir şahsiyettir. Dini ihyâ etmeye çalışmış, onda bulunan derûnî hikmet ve hakikatleri açığa çıkarmak için zihnini yoğurmuş bir âlimdir”{Dipnot}. Ebu’l-Muîn en-Nesefî, Mâtürîdî’ye bağlı olmasına rağmen Mâtürîdiyye adını kullanmamış, bunun yerine, bizzat Mâtürîdî’nin mensup olduğu mezhebin adı olarak açıkladığı Ehl-i Sünnet ismini tercih etmiştir. Tespit edilebildiği kadarıyla Mâtürîdiyye adından ilk defa İbn Fadlullah el-Ömerî (ö. 749/1349) söz etmiş{Dipnot}, daha sonra bu adı Teftâzânî (ö. 792/1390) kullanmıştır{Dipnot}. Mâtürîdî’nin, kelamî problemlerin çözümüne dair ortaya koyduğu deliller, kendisinden sonra gelen Sünnî kelamcılar tarafından benimsenip kullanılmasına rağmen gelenekçi din anlayışını temsil eden Fakîhler ve muhaddislerce Mûtezile’ye yakın görülmüştür. Bunun yanında, Eş‘ariyye’ye mensup kelamcıların çok sayıda eser yazmaları ve bunların Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulması Mâtürîdî’ye ait görüş ve eserlerin uzunca sayılabilecek bir süre ihmal edilmesine sebep olmuştur. Francis Bacon (1561-1626) ve Descartes’la (1596-1650) birlikte Batı’da yeni felsefî görüşlerin ortaya çıkması ve Osmanlı Devleti’nde gerileme dönemine girilmesinin ardından, Beyâzîzâde Ahmed Efendi gibi âlimler, Mâtürîdiyye adını kullanarak, bu okula dikkatleri çekmiş{Dipnot}, ve böylece gözler yeniden Mâtürîdî’ye çevrilmiştir. Son dönem Osmanlı âlimlerinin Mâtürîdiyye okuluna mensup olduklarını fark etmeleri ve Batı düşüncesindeki değişimin oluşturduğu atmosfer, dinî düşüncede yenilenme ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Modernizm’in etkisiyle kafa karışıklığına maruz kalmış günümüz İslâm dünyasında, yol gösterici bir ışık olarak Mâtürîdî’nin kelam yöntemi ve din anlayışı yeniden önem kazanmıştır. Bu sebeple de akademik dünyada Mâtürîdî hakkında çeşitli yüksek lisans ve doktora tezleri yapılmıştır. Bu süreç, günümüzde devam etmektedir. d) Tefsir İlmindeki Yeri İmam Mâtürîdî, günümüze ulaşan ilk dirâyet tefsirinin müellifidir. O, bir âyet-i kerîmeyi diğer bir âyetle veya sahih bir hadisle tefsir etmeye önem vermekle birlikte Te’vîlât’ında sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn neslinden intikal eden açıklamaları da nakletmiştir. Böylece hem tefsir, hem de âyetlerin ihtiva etmesi muhtemel anlamları akıl yürüterek belirlemeye çalışmak suretiyle te’vîl yöntemini uygulamıştır. Bir başka ifade ile naklî, aklî ve dilbilimsel bilgileri birlikte kullanarak Kur’ân’ı anlamaya çalışmış önemli bir müfessirdir. Naklî bilgileri ihmal etmemesinin bir sonucun olarak âyetlerin yorumunda bazan İsrâiliyât türünden rivâyetleri de kullanmıştır. O, akılcı bir müfessir olması itibariyle, âyetleri tefsir ederken lafzî ve zâhirî anlamlardan uzak durmuş, bunun bir sonucu olarak mecâzî anlamları öne çıkarmıştır. Canlı-cansız bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiğini beyan eden{Dipnot} âyet-i kerîmeyi tefsir ederken bu tesbihin, her varlığın Allah’ın birliğine işaret eden bir yapı taşımaları anlamına geldiğini söylemesi; âhirette amellerin tartılacağını, tartıları ağır gelenlerin kurtulacağını, hafif gelenlerin ise hüsrana uğrayacaklarını haber veren âyet-i kerîmeyi tefsir ederken de “ağırlığa”; yapılan amelin âhirette değer taşıması, “hafifliğe” ise; değersiz olması anlamını vermesi, mecâzî tefsir örneklerinden bazılarını teşkil eder{Dipnot}. Mâtürîdî’nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân’ı, Ehl-i Sünnet’in görüşünü teyit eden ve muhalif mezhepleri reddeden bir üslûba sahip olduğundan zihinlerde, âyetleri mezhep bağlamında yorumlayan bir tefsir izlenimi uyandırmaktadır. Mâtürîdî, tefsirinde itikadî mezheplere dair bilgilere yer verdiği gibi fıkhî mezheplere, özellikle Hanefî ve Şâfiî fıkhına ilişkin bilgiler de nakleder. e) Tasavvuf İlmindeki Yeri Mâtürîdî’nin eserlerinde tasavvuf ilmine bakışına dair açık bilgiler mevcut değildir. Bununla birlikte kendisinden söz eden kaynaklarda, onunla ilgili bazı menkıbe ve rüyalar nakledilmiştir. Bu menkıbelere göre Hızır aleyhisselâm Semerkant’ta bulunan Deşt Ribatı’nda Mâtürîdî’ye görünmüş, Mâtürîdî onu görünce ondan dua talebinde bulunmuştur. Rivâyetlere göre çeşitli kerametler de göstermiş, yaptığı dualar kabul edilmiştir{Dipnot}. Ancak Hızır’la görüştüğüne ilişkin kaynakta Mâtürîdî adı geçmemekte, sadece Şeyh Ebû Mansûr künyesi yer almaktadır, bu da sözü edilen kişinin başka bir Ebû Mansûr olma ihtimalini akla getirmektedir. Takva sahibi olmakta üstün bir konumda bulunduğu nakledilen Mâtürîdî’nin tasavvuf anlayışı Kur’ân ve Sünnet’e uygundur. Nitekim velilerin peygamberlerden üstün olduğuna ilişkin görüşleri reddetmesinden{Dipnot}, onun Allah’a tâzim, muhabbet ve tevekkülün yanı sıra takvayı ve Resûlullah’a bağlılığı öne çıkaran bir tasavvuf yöntemini benimsediği sonucu çıkarmak mümkündür. Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da kendi dönemindeki Mutasavvife’den “Mütekaşşife” adıyla bahseden Mâtürîdî, “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz yiyecekleri haram kılmayın”{Dipnot} meâlindeki âyetin, az yemekle yetinmeyi prensip edinen Mütekaşşife’yi reddettiğini belirtmesi{Dipnot} de onun tasavvuf anlayışının ip uçlarını verici mahiyettedir. Ayrıca onun “Akşama ve sabaha ulaştığınızda Allah’ı tesbih edin” {Dipnot} meâlindeki âyeti tefsir ederken ümmetin burada “Allah’ı tesbih edin” emrinden, Allah için namaz kılmayı anladıklarını belirterek, bu âyetten zikrin anlaşılmayacağına işaret etmesi {Dipnot} de dikkat çekicidir. f) Fıkıh Usûlü ve Fıkıh İlmindeki Yeri Talebelerinin derlediği eserlerinde “fakîh” unvanıyla tanıtılan, telif ettiği kitapların yanı sıra okuttuğu fıkıh dersleri sayesinde Semerkant yöresindeki fıkıh okulunun da reisi kabul edilen Mâtürîdî, Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin öğrencisi Alaaddin es-Semerkandî tarafından, Hanefî Mezhebi’nin fıkıh usûlünü oluşturan âlimlerin merkezinde yer aldığı vurgulanır{Dipnot}. Fıkıh usûlüne dair yazdığı Meâhızu’ş-şerâi’ adlı eserinden, bu alanda telif edilmiş eserlerde sıkça alıntılar yapılmış olması, onun bu ilimdeki merkezi konumunu kanıtlayıcı mahiyettedir. Mâtürîdî’nin fıkıh ve usûlüyle ilgili eserleri günümüze intikal etmemekle birlikte Te’vîlâtu’l-Kur’ân’da, ahkâm âyetlerini tefsir ederken bunlardan ürettiği usûl kuralları, onun bu alandaki gücünü ortaya koymakta ve fıkıh usûlüne ilişkin yöntemi hakkında ip uçları vermektedir. Fıkhı “bir şeyi, başka bir şeyi bilmek için delil olarak kullanmak” diye tarif eden Mâtürîdî, hüküm çıkarma yolunun kıyasla sınırlanamayacağı, bunun yanında içtihadın da çok önemli bir hüküm koyma yöntemi olduğu görüşündedir. O, Hz. Ömer’in Resûlullah zamanında kendilerine müellefe-i kulûb statüsü verilen kişileri, İslâm’ın güç kazanması ve müslümanların çoğalmasını gerekçe göstererek bu statüden çıktıklarını beyan ettikten sonra halife Hz. Ebû Bekir’in bu uygulamayı aynı kişiler hakkında devam ettirmesine ilişkin kararını reddettiğini nakletmiş, ardından da bunu dikkate alarak anlamını yitiren hükümlerin içtihatla nesh edilebileceğine hükmetmiş{Dipnot}, ayrıca içtihada bağlı olarak hüküm konulabileceğini ve buna göre amel edilebileceği görüşünü benimsemiştir{Dipnot}. Mâtürîdî, aklen iptal edilip değiştirilmesi mümkün olmayan hükümlerde neshi câiz görmezken, nesh edilmesi hususunda aklî bir imkânsızlığın bulunmadığı hükümlerin nesh edilebileceğini açıkça belirtmiştir{Dipnot}. Ona göre insanların dinî bakımdan sorumluluğunu sağlayan Kur’ân’ın kıyâmete kadar geçerlilik arz etmesi, ancak kıyas ve içtihadın câiz ve meşru görülmesi halinde mümkündür. Zaten Kur’ân’ın, bunların uygulanmasını müslümanlara emreden âyetler içermesi konuya dair açık bir delildir. Aksi takdirde Allah insanları çözümsüzlükle karşı karşıya bırakmış olur. Ona göre iyinin (hüsün) iyi ve kötünün (kubuh) kötü olduğu akıl yoluyla, dinî emir ve yasaklar ise vahiy yoluyla bilinir, akıl bunları müstakil olarak belirleyemez. Mâtürîdî’nin fıkıh usûlü anlayışında Sünnet’in önemli bir yeri vardır Çünkü Hz. Peygamber’e (sav) itaat Allah’a itaat etmek anlamına gelir, bu da onu Allah adına konuşma yetkisine sahip kılar. Bu yaklaşım Mâtürîdî’yi hadisleri değerlendirmeye sevk etmiş, sahabeden beri uygulanan ve sonraki nesillere intikal eden âhâd hadislere önem atfetmiş ve amellere yansımaları yönünden fi‘len mütevâtir kabul ettiği bu tür hadislerin Kur’ân’daki hükümleri nesh edebileceği kanaatine varmıştır{Dipnot}. Mâtürîdî, uygulamaya konu olmayan ve dolayısıyla Hz. Peygamber’e aidiyeti kesin bir şekilde bilinemeyen âhâd hadislerden çıkarılacak hükümlerin kesinlik değil ancak kuvvetli bir zan ifade ettiğini belirtmiştir. Mâtürîdî icma’ın, ilâhî buyruklara itaat eden müçtehitlerin belirli konularda naslardan çıkardığı ortak hükümlerden oluştuğu görüşündedir. Bu durum kendiliğinden değil Allah’ın lütfu ve bu faaliyetlerinde onları başarılı kılmasıyla gerçekleşir{Dipnot}. Çünkü müçtehitlerin sosyal ve ilmî seviyelerinin yanı sıra mezhep ve meşrepleri, arzu ve amaçları farklı olmasına rağmen ortak bir hükme varmaları, ancak Allah’ın kendilerini hata etmekten koruması sayesinde mümkün olur. Âlimleri Hz. Peygamber’in varisleri olarak kabul eden Mâtürîdî, Allah Teâlâ’nın, gidecekleri doğru yolu gösteren ve ihtilâf edecekleri konulara dair hükümleri belirleyen âlimler yaratmayıp insanları öndersiz bırakmasını da hikmetle bağdaştırmaz{Dipnot}. O istihsânı, naslardan hareketle bir hadiseyi çözme imkânı bulamayan âlimin en iyi hükmü bulmak için galip zannına göre içtihat etmesi olarak değerlendirir. Sonuç olarak; Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, ortaya koyduğu görüşleriyle ufuk açan, yol gösteren, günümüzün de tartışma konusu olan dinî meselelere ışık tutabilen ve İslâm düşüncesi tarihinde müstesna mevkiye sahip bir Türk din âlimi olarak yerini almıştır. * * *
·
336 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.