Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

NOTLAR: Grekçe theoria, bakma, seyretme, geneli görme; pragma (praxis) ise, işler hale getirme, yürürlüğe koyma, eyleme geçirme, eylemde bulunma anlamlarına gelir (Özlem 2004; 14). Teorik akıl, nesne ve olgulara yönelik olarak, bilen, seyreden, bağıntı kuran akıldır; pratik akıl ise, tasarımlar yapan, amaçlar koyan, seçim ve tercihlerde bulunan, koyduğu amaca uygun araçlar yapan ve tüm bunlarla ilişki içerisinde eylemi yönlendiren akıldır (Özlem 2004; 14): Ahlak, bir kişinin, bir grubun, bir halkın, bir toplumsal sınıfın, bir ulusun, bir kültür çevresinin vd belli bir tarihsel dönemde yaşamına giren ve eylemlerini yönlendiren inanç, değer, norm, buyruk, yasak ve tasarımlar topluluğu ve ağı olarak karşımıza çıkar(Özlem 2004; 17). Gerçekten de, bu ilk gözlemlerden hareketle bir göreciliğe (relativizm) varmak veya tam tersine tek, kuşatıcı ve bağlayıcı bir ahlak, bir evrensel ahlak geliştirmeyi denemek, evrenselciliğe (üniversalizm) başvurmak, daha ilkçağdan beri rastlanan ve günümüzde de sürüp giden iki temel etik içi yönelim, iki ana doğrultu olmuştur(Özlem 2004; 19). Sofistler, "Her şeyin ölçütü insandır" şiarı altında, bir doğa felsefesi olarak başlayan ve her konuda doğayı ölçüt kılan Grek felsefesinde insanı ölçüt kılan (homo mensura) bir felsefe tarzı geliştirirlerken, yani felsefi ilgiyi doğadan insana çekerlerken; aynı zamanda etik tarihinde göreciliğin, etik göreciliğin (relativizm) de ilk temsilcileri oluyorlardı (Özlem 2004; 19). Sokrates ve Platon'un felsefe tarihinde etik evrenselciliğin (üniversalizm) temsilcileri oldukları görülür. Sokrates ahlaksal yaşamda "tümel doğrular" olduğunu, bunların diyalektik ve maiotik (akılda zaten mevcut olanı uyarma, hatırlatma yoluyla açığa çıkarma, doğurtma) yollardan ortaya çıkarılabileceğini iddia eder. Ona göre "iyi"nin, "doğru"nun, "erdem"in, "cesaret"in, "adalet"in vd birer "öz"ü vardır. Bu özün her an ve durumda bilincinde değilizdir; o örtük olarak bilincimizin ve belleğimizin derinliklerine saklanmış gibidir. Fakat rasyonel irdeleme, doğruyu ortaya çıkarma amaçlı konuşma (diyalektik) yoluyla, tıpkı bir ebenin bir çocuğu doğurtması gibi (maiotik), bu özler, tümel tanımlarıyla ortaya çıkarılabilir ve insanın ahlaksal yaşamı bu tümel tanımlarda ifade edilen tümel doğrulara göre düzenlenebilir. Dolayısıyla Sokrates, herkesin "iyi"den, "erdem"den vd. söz ettiğini, fakat kimsenin bunların tümel tanımlarını yapmadıklarını belirterek, insanların bunların toplumca benimsenmiş töre, görenek ve alışkanlıklara göre yapılagelen ve fakat hiçbir genelgeçerlik taşımayan tanımlarıyla yetindiklerini söyler.(Özlem 2004; 20). Dedik ki, ahlak fiilen ve tarihsel olarak bireysel, grupsal, toplumsal düzeyde yaşanan bir şey, bir fenomen olmasına karşılık; etik, bu fenomeni ele alan, ahlak görüşlerini, öğretilerini irdeleyip sınıflandıran, aralarındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koyan, bunları karşılaştırıp eleştiren felsefe disiplininin adıdır. (Özlem 2004; 22-23). Etik sözcüğü Grekçe "ethos", moral sözcüğü ise Latince "mos" söcüklerinden gelir. Ve "ethos" da, "mos" da, töre, gelenek, görenek, alışkanlık, yerleşik hale gelmiş duygululuk hali, karakter, huy, mizaç vd anlamlarına gelir. "Moral" karşılığı dilimizde kullandığımız "ahlak" sözcüğü de, Arapça "hulk" kökünden gelmektedir ki, bu kök de yine töre, gelenek, görenek, alışkanlık, huy, karakter vd anlamlarına gelmektedir.(Özlem 2004; 23) Etikte Temellendirme Tarzlar: -Kozmolojik Temellendirme (Evren-merkezli) -Dinsel/Teolojik Temellendirme (Tanrı-merkezli) -Antropolojik Temellendirme (İnsan-merkezli) Kozmolojik Temellendirmede: Başka bir ifadeyle, evren ile insan (özellikle ahlaksal yaşamı içindeki insan) arasında öz ve nitelik yönünden bir fark olduğu veya olabileceği fikri, Grek düşüncesine büyük ölçüde yabancı bir şeydi. Bu durumda, varlık düzeni ile ahlak düzeni, olgu ile değer, doğa yasası ile ahlak ilkesi vd birbirlerinden öz ve nitelik bakımından ayrı şeyler olarak görülmek bir yana, hatta tersine birbirinden türetilebilir şeyler olarak görülüyorlardı. Evren düzeni aynı zamanda ahlak düzeni için de örnek ve modeli oluşturuyor; doğa yasası potansiyel bir ahlak yasası olarak düşünülüyordu.(Özlem 2004; 25). Teolojik Temellendirmede: Böylece insanın ahlaksal yaşamı Tanrı'nın irade ve buyruklarına göre yönlendirilmesi ve düzenlenmesi gereken bir yaşam olarak anlaşılır. İslam (özellikle: ortodoks İslam) bedenlenme ve kişileşmeyi kabul etmemekle birlikte, ahlaksal yaşamın Tanrı'nın vahiy yoluyla peygamberlere ilettiği irade ve buyruklarını içeren kutsal kitaba (Kuran'a) göre düzenlenmesini talep eder. (Özlem 2004; 26). Felsefe tarihi içinden bakıldığında, antikçağdan bu yana geliştirilmiş olan tüm etik teorilerde başlıca üç ana problem etrafında dolanıp durulduğu görülür: 1. İyi veya en yüksek iyi problemi, 2. Doğru eylem problemi, 3. İrade (istenç) özgürlüğü problemi. Bu problemlerin şu üç temel soruya yanıt getirme girişimiyle ilgili oldukları belirtilir: 1. Neyi seçmeliyim?, 2. Ne yapmalıyım?, 3. Neyi istemeliyim? (Özlem 2004; 30). Doğru eylemde bulunmak için bir insanın sahip olması gereken niteliklere ise erdem adı verilir(Özlem 2004; 33). İstenç (irade, Wille, voluntas, arbitrium), felsefe tarihi boyunca ya belirlenmiş veya belirlenmemiş bir şey olarak görülmüştür. Belirlenmiş istence özgür olmayan istenç (servum arbitrium), belirlenmemiş istence ise özgür istenç (liberum arbitrium) adları verilmiştir. Bu adlar, istenci reddeden bir etik tipi olmadığını da sezdirebilir. Fakat istencin özgür sayılıp sayılmamasına göre, etik tiplerinin aralarında farklılaşmış oldukları da anlaşılabilir (Özlem 2004; 95). Buna göre, hiçbir bilim bize ahlakın neliğini ve özellikle değerin ne olduğunu öğretemez ve bilimin bizi zorladığı bir ahlak, bir "bilimsel ahlak" da olamaz; bilimsel verilerden kalkılarak bir ahlak görüşü geliştirilemez. Çünkü "olması gereken"in alanı, bir seçme, değerlendirme, karar verme, amaç gütme, tercihte bulunma alanıdır. Bilim, "olan"ı betimleyerek bilgilerimizi ve dünyaya bakış açımızı genişletir; fakat o "olması gereken"i bize öğretemez (Özlem 2004; 151) "Olgudan ahlak ve töre; ahlak ve töreden olgu çıkar" (ex factis mores et leges; ex moribus et legibus facta) Günümüzün aşırılığı, bireyin, neredeyse toplum karşısında özerkleşmiş, ahlaksal, siyasal, hukuksal bakımdan diğerlerine (devlete ve topluma) karşı en az sorumlu bir konuma yerleştirilmiş olmasıdır. Günümüzün bireyi, "Neyi seçmeliyim?" sorusuna "İşime geleni, bana çıkar ve yarar sağlayanı seçmeliyim" diye yanıt verir hale gelmiş, bireycilikten egoizme kaymıştır. Oysa Herder'den, Hegel'den, Marx' tan vd bu yana, biz insanlar, kendi yaptığımız bir şeyin, tarihin ürünleri olduğumuzu yeterince öğrenmiş bulunuyoruz. Bu nedenle, "Neyi seçmeliyim?" sorusuna verilecek yanıt, ancak, birlikte yaşadığımız insanlarla ve totalitarizme dönüşmeyecek bir duygudaşlık zemininde ve bir ortak sorumluluk duygusu eşliğinde oluşturulabilir. Bu sorumluluk duygusu, beraberinde hak ve görev bilincini de getirir. Bu yüzden, doğru yanıt, önce şu soruyu yanıtlamayı gerektirir: Başkalarının aynı durumda sana karşı aynı şeyi yapmasını isteyebilir misin? Bu soru, doğru yanıta götürecek, yönlendirici etik ölçüttür (Özlem 2004; 161). "Değer" (Wert, value, valeur, kıymet) kavramı, felsefe tarihinde, öznelci ve nesnelci açılardan çok değişik şekillerde tanımlanmıştır (Özlem 2004; 167). Değerler, öznelci ve nesnelci bakış açılarına göre farklı sınıflandırmalara sokulurlar. Her iki açıdan yapılan sınıflandırmalarda yer alan değer çeşitlerini, bir arada, şöylece gruplandırmak mümkündür: 1. hazcı (hedonist) değerler (olumlu: haz, olumsuz: acı), 2. bilgisel değerler veya bilgi değerleri (olumlu: doğru, olumsuz: yanlış) 3. ahlaksal değerler (olumlu: iyi, olumsuz: kötü), 4. estetik değerler (olumlu: güzel, olumsuz: çirkin), 5. dinsel değerler (olumlu: sevap, olumsuz: günah) (Özlem 2004; 169). Grek felsefesinin bu üç adının, sofistlerin relativist, tikelci ve duyumcu tavırlarına karşı, mutlakçı, tümelci ve rasyonalist bir felsefe tipininin en önemli ve etkili temsilcileri oldukları bilinir. Sokrates'in ahlaksal yaşamı tümel doğruların (episteme) buyruğuna, ahlakı bilginin determinasyonu altına sokma çabası, sofistlerin epistemolojik ve ahlaksal relativizmlerine bir tepkiden de kaynaklanıyordu ve o bu relativizmi tümelci ve rasyonalist bir tavırla aşmak istiyordu. Sokrates tümelin bilgisinin, doğru bilginin, "İyi"nin de kaynağı olması gerektiğini ileri sürüyordu (Özlem 2004; 170). Ortaçağda Hıristiyan ve İslam felsefeleri, değerler konusunda çok büyük ölçüde Grek felsefesinin ve özellikle Platon ve Aristoteles'in izinde yürümüşlerdir. Bu demektir ki, Hıristiyan ve İslam felsefelerinde de, değerler konusunda yönlendirici olan, "Varlık değerle doğmuştur" düşüncesidir. Ortaçağ bu düşünceye, onu daha belirgin kılan şu aforizmayı ekler: ex factis mores et /eges, ex moribus et /egibusfacta (Olgudan ahlak ve töre, ahlak ve töreden olgu çıkar). Örneğin Augustinus, Platon 'unkine benzer bir varlık hiyerarşisi geliştirirken, varlıkların asli ve temel değerlere sahip bulunduklarını, yani değerin varlığın bir niteliği olduğunu söyler ve yine Platon gibi, varlık hiyerarşisine koşut bir değerler hiyerarşisi geliştirir. En değerli varlık, Tanrı, en tepede bulunur (Özlem 2004; 172). Başka bir ifadeyle, erdem (arethe, virtus) bir değerin gerçekleştirilmesinde öznenin belirli tarzda eylemlerde bulunabilme kapasitesi, yetisi ve yeterliliği anlamına gelir (Özlem 2004; 195). Grek felsefesinde tipik olduğu üzere, en büyük değer mutluluktur ( eudaimonia). Dolayısıyla erdemler, en yüksek değer (en yüksek iyi) olarak mutluluk değerinin gerçekleştirilmesine yönelik tinsel edinimlerdir (habitus, esis) Erdemler, mutlu olmanın koşullarıdır. Platoncu okulda bu konuda dört temel erdem kabul edilir: kendine hakim olma, cesaret, bilgelik, adalet. Aristoteles, dört Platonik erdemi muhafaza eder, fakat bunlara başkalarını ekler: cömertlik, ölçülülük, şeref, ağırbaşhhk, edep, dostluk. Ortaçağda, Hıristiyanhğın ve geç antik dönem stoa felsefesinin etkisi altında, antikçağın kabul ettiği erdemlerin çoğunun korunduğu, fakat bunlara yeni ve hatta antikçağın bazı bireyci erdemlerine karşıt erdemlerin konulduğu görülür: itidal, (stoacı) ataraksiya, diğerkamhk (altruizm), içtenlik, sadakat, vefa, güven, alçakgönüllülük, fedakarlık vd Bu erdemler aynı zamanda Tanrı 'ya giden yolda kesin etkili olan "teolojik erdemler" sayılırlar. Yeniçağın yükselen burjuvazisi, ilkçağın aristokratik ve ortaçağın teolojik erdemlerinin çoğuna ilgi göstermemiştir ve bunların karşısına yeni erdem kategorileri çıkarmıştır: muktesitlik (para biriktirme), kar etme amacıyla girişimde bulunma, sebat, iş üretme, çalışkanlık vd Erdemler üstüne bu kısa bakış, erdemlerin değişim ve dönüşümünde tarihsel koşulların ve hakim sosyal sınıf veya tabakanın yönlendiriciliğinin etkili olduğunu gösterebilir.(Özlem 2004; 196-197). Hukuktan Önce Ahlak Vardı: İnsan toplulukları, toplumlaşma aşamasına geçtiklerinden bu yana, her dönemde herhangi bir ahlaka sahip olmuşlardır. Buna karşılık devlet ve hukuk, ahlaka göre geç ortaya çıkmış fenomenlerdir. Devletsiz ve hukuksuz toplumlar olmuştur; fakat ahlaksız (bir ahlaka sahip olmayan) toplum olmamıştır (Özlem 2004; 196-197).
·
178 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.