Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
32 saatte okudu
Sade bir dille yazılmış derin bir hikaye
(Tüm yazı spoiler içerir) Bir genç kadının, annesini de davet ederek beraber çıktıkları bir Japonya yolculuğuna dair bir hikaye bu. Havaalanında buluşarak başlayan gezileri, sonbahar mevsiminin tüm dinginliğiyle yağmurlu sokaklarda, küçük cafelerde, müze ve sergilerde geçiyor. Genç kadının anlatıcı olduğu sayfaları okudukça fark ediyorum ki bu gezi aslında görmek veya keşfetmek için değil, hatırlamak için çıkılmış bir yolculuk. Gezdikleri bir evin odası, müzedeki bir tablo ya da yemek yedikleri bir kase genç kadını hep geçmişe döndürüyor; hem kendi anılarına hem de ailesinden duyduğu hikayelere dalıyor. Hatta zaman zaman geçmişe öyle bir dalıyor ki anı içindeki başka anılara dalıyor. Yazar bizi anı içindeki anılara sokarak, şimdiki zamandan ayırmış ve tam üç kez arka arkaya zamanda geriye götürüyor. Ancak yazar bunu o kadar usulca yapıyor ki okurken ne kafa karışıklığına ne da anlam kaybına sebebiyet veriyor. Kitapta yoğun olarak kendini ifade etmeme/ edememe hali var. Günlük diyaloglarda, bir fikir üzerine olan tartışmalarda, yeni kurulan tanışıklıklarda…hep kendini saklama, fikrini açıkça beyan etmeme hali hakim. O hal, farklı kadınlar tarafından o kadar sık tekrarlanıyor ki, yazarın bunu özellikle gözümüze sokmaya çalıştığını düşündüm. Karşıdakini memnun etmek için mi yoksa fikriyle onu üzmemek için mi? Yazar bunun Uzak Doğu kökenli kadınlara özgü bir tavır olarak mı anlatmak istemiş yoksa bunu tüm kadınlara mı mal ediyor emin değilim. Kitapta bahsi geçen kadınlar belli bir etnik kökenli olduğu için genelleme yapmak zor. Ancak karakterlerin bunu çok da bilinçli olarak yapmadığını, genel tavırlarının bu yönde olduğunu düşünüyorum. Belki de sebebi kendinilerini tam açacak kadar karşılarındakiyle bağ kuramamalarıdır. Kitapta hiç kimsenin ismini bilmiyoruz. Ne anlatıcının ne de bahsettiği insanların. Kişilerden bahsederken, toplumda kabul görmüş rollerini kullanıyor; annem, kız kardeşim, dayım, hocam, yeğenlerim gibi…Bahsettiği kişiler hep bir sis perdesinin arkasında kalmışlar gibi. Onlarla bir ilişkisi var ama tam olarak da bağ kuramamış. O kişilere elini uzatmış ama tam yakalayamamış hissi oldukça yoğun. “Bir hatıradan veya bir rüyadan kaldırılmış gibi şekilsiz ve hayaletimsi.” sf.27 Tüm kitap boyunca ismi geçen sadece tek kişi var. O da birlikte olduğu kişi, Laurie. Erkek arkadaşı mı yoksa kocası mı bilmiyoruz. Nasıl tanıştılar, ne zamandır beraberler bilmiyoruz. Açıkça bahsedilen büyük bir aşk ve sevgi de yok. Ama birlikte huzur içinde olduklarından, taşındıkları evi ve günlük rutinlerini tasvir ettiği sayfalarda (sf.83-85) emin oluyoruz. Kadının hayattındaki tek bağ kurabildiği tek kişinin Laurie olduğunu anlıyoruz. Güven dolu ve huzurlu bir bağ bu. Kendini kendine saklamadığın bir ilişki. Bu sebeple sadece Laurie’nin ismini bize veriyor. “…nihayet uykuya dalarken Laurie’nin okumayı bıraktığını, bana birinin iyi tanıdığı birine bakabileceği gibi etraflıca ve çekinmeden baktığını hissettim.” Sf.91 Kitaba bir anne-kız yolculuğu diye başladım ama kitabın sonunda yolculuğun sadece kız tarafından yapıldığını anladım. Buna çok şaşırmadım çünkü kitap boyunca bizi buraya getirmek için satır aralarına bırakılmış ekmek kırıkları var. İki kişilik sipariş edilen ama tek tabağın bitti yemekler, iki fincan çaydan sadece bir tanesinin içilmesi, annenin varlığını hatırlamayan otel görevlisi, gezi dönüşü annesinin evini boşaltmak zorunda olduğunu hatırlaması …gibi. İlk sayfalardaki buluşmalarında “yüzünü net göremediği” annesini, kitabın son sayfalarında “nefesi küçük bir bulut halinde bedenden ayrılan küçük bir ruh” gibi tasvir ediyor. İlk başlarda bu yolculuğa annesini davet etme sebebi olarak annesiyle bağ kurma, onu memnun etme çabası olarak düşünmüştüm. Onu üzmemek için düşüncelerini kendine saklaması, onu yormamak için gezi planlarını değiştirmesi, yalnız kalıp endişelenmemesi için yanından ayrılmama çabası, bana hep kendini annesine beğendirme, onu memnun etme kaygısından gibi gelmişti. Kitabın sonunda fark ettim ki bu bir memnun etme çabası değil, şefkatle hatırlama eylemiydi. Evet, bu hatırlamak için çıkılmış bir yolculuk ama en çok da anneyi hatırlamak için çıkılmış bir yolculuk. Yazarın yalın dili bu ince kitabı su gibi okumanızı sağlarken, anlatımındaki derinlik her sayfada uzun uzun düşündürüyor. Metaforlarla bezenmiş sayfalar okuyucunun merakını hep uyanık tutuyor. “ …hayattaki hemen hemen her şey; aşk, ölüm, güzellik, keder, kader, savaşlar, şiddet, aile, yeminler, cenazeler için kullanabileceğiniz sonsuz bir metaforik niteliğe sahiplerdi.” Sf.31 Kitaba dair yazdıkça aklıma çok daha fazlası geliyor ancak biraz daha derinlere inebilmek için bir okuma daha yapmak şart. O yüzden burada bırakıyorum ve yazarın, karakterinin ağzından kitabına dair yaptığı ifşayı buraya bırakıyorum: “ …yazmanın da resim yapmak gibi olduğunu söyledim. Biri ancak bu şekilde geriye gidip geçmişi değiştirebilir, bir şeyi olduğu gibi değil de olmasını istediğimiz gibi, daha doğrusu bizim gördüğümüz gibi yapabilirdi. Bu nedenle okuduğunu hiçbir şeye güvenmemesinin daha iyi olacağını söyledim.” sf.108
Kar Havası
Kar HavasıJessica Au · Timaş Yayınları · 202385 okunma
·
145 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.