Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

93 syf.
·
Puan vermedi
İNSAN OLMA YOLUNDA BİR BEŞER
Kozmoloji, biyoloji ve jeoloji gibi bilim dallarını göz önüne alarak Başlangıç düzeylerindeki bilgilerimle multidisipliner açıdan insanın tabiat üzerindeki oluşunu anlama çabam; insanı, diğer canlılar hatta cansızlar kadar varoluşun sıradan bir parçası olarak görmeme sebep oluyor. En azından bu işlere kafa yorduğum son 2-3 senede edindiğim tutum bu yönde. Fakat insanın, fıtratı itibariyle kendini farklı hissedişi, az önce bahsi geçen sınıflamaya sığmamamıza sebep oluyor. İnsanın bedensel yanından ibaret olmadığını, mensubu olduğum tıp ilmini gözlemlediğim her gün daha emin oluyorum. Bu yazıyı yazmamdan 1.5 ay önce büyük bir afet yaşadık. Neredeyse hepimiz yara aldık bu afette. Deprem bölgesindekilerin bedeni enkazın altında kaldı. Ama hepimizin de ruhu.. Günlerce, haftalarca o enkazın ağırlığını üzerimizden atamadık. Hala da atabildiğimizi söylemek güç. O yıkımı yakından deneyimleyenler, sadece ruhen değil bedenen de sallananlar bedensel kayıplarını bir şekilde tamir edecekler. Beden dediğin nedir ki? Ameliyat ederiz, kırıklara alçı yaparız, kanayan yarayı sararız. Peki ya ruhsal yaraları? Onları da alçıya alabilir miyiz? Sarıp sarmalayıp biraz da vakit tanıyınca iyileşecek mi o yaralar? Muhtemelen bir kısmı asla iyileşmeyecek. Ömür boyu canını yakacak o insanların. Ve belki bedensel bir kusurdan değil o ruhsal yaralarından dolayı gömülecekler vakitsizce. Bedenleri değil belki, ama ruhları. Deprem zamanı acilde çalışmam hasebiyle pek çok depremzedeyle temas kurma şansım oldu. Birkaçı dışında tamamının bedensel hasarlarını tedavi ettik. (veyahut bedenin kendini onarması için uygun ortamı sağladık) Biyolojik sistemleri er geç toparlayacak, iyileşecekler. Pek çoğu taburcu oldu bile. Peki ya diğer yaraları? BT’de göremediğimiz yaralar ne olacak? Kolum ağrıyor der gibi normal bir ses tonuyla “annem ve 5 yaşındaki kız kardeşim öldü” diyen 14 yaşındaki çocuğun hangi yarasını tedavi etmeliyiz önce. Tıbbın o çocuğu iyileştirmeye gücü yeter mi? Şüphesiz insan, beşer yanından çok fazlası. Hatta Ali Şeriatinin dediği gibi, beşer yanını aştığı kadarıyla insan. Hepimiz beşer olarak dünyaya geliriz, ama pek azımız insan olarak ölebiliriz. Tinsel yanımızı geliştirdikçe; yani BİLİNÇLENDİKÇE, SEÇTİKÇE ve YARATTIKÇA insan olmaya yaklaşırız. Zayıf ve güçlü yanlarımızla… Peki insan kendini nasıl geliştirir? Evvela bilgiyle. İyi ve kötü olanın veyahut doğru ve yanlış olanın bilgisiyle. Fakat modern insanın en büyük açmazı, tikellerin bilgisinin hakikatin kendisine ulaştırdığını sanması. Son 100 yılda bilimin sınırsız sayıda bilgi üretmesi, bilim alanlarının küçük altdallara ayrılması ve uzmanlaşma adı altında insanın bu altdalların duvarları arasında sıkışması tikelin derinliğinde kaybolup tümeli kaçırmamıza sebebiyet veriyor. Buna farklı yazılarımda da değinmiştim. Mikroskobumuzun büyültme derecesini artırmak zihnimizi daha çok bulandırıyor, belki de arada kafamızı kaldırıp bütüne bir göz atmalıyız. Görüyoruz ki bilgi, hakikati kavramak için yeterli değil. Bilgiyle attığımız temelin üzerini inşa etmeliyiz. İrfanla. İrfana nasıl ulaşabiliriz? Yaşayarak, yanılarak, düşerek ama yola devam ederek. Doğru ve yanlışın bilgisini öğrenebiliriz ama iyi ve kötüyü ancak irfanımızla sezerek anlayabiliriz. Bu asla bitmeyecek bir yolculuktur. Bir “tam olma” meselesi değildir, bir “devinim”dir. Ve beşer, devinimine devam ettiği mühletçe insan olmaya yaklaşır. Metinden fazla kopmadan, kitap üzerine tefekküre devam edelim. Şeriati, insan olma yolculuğunda kişinin doğumu itibariyle maruz kaldığı sınırlılıklar olduğunu belirtiyor. Bunlardan biri insan vücuduna tabii vaziyette dünyaya gelmiş olmak. Tabiatımızın bizi hapsettiği bedensel ve zihinsel sınırlılıklarımız var. İkincisi yaşadığımız çağın getirdiği sınırlılıklar. İçine doğduğumuz zaman dilimi teknik, teknolojik ve ideolojik şartları itibariyle bizi doğduğumuz andan beri katiyen etkiliyor. Üçüncü zindanımız ise içine doğduğumuz toplumun belirleyiciliği yani sosyolojik belirleyicilik. Şeriati; modern insanın, sahip olduğu bilim ve teknikle, bahsi geçen üç zindanı anladığını, anladığı gibi aştığını ve bu aşkınlığın insanı duvarlarını bizzat kendisinin oluşturduğu başka bir zindana hapsettiğini öne sürüyor. Kendisini katılmadığım nokta şu: Evet, insan sahip olduğu bilgiyle hapsolduğu ilk üç zindanı anlayabilmiştir. Fakat anlamak, zindandan kurtulmaya yeterli değildir. Hastalıkların tabiatına vakıf bir hekim, nasıl hasta olmaktan kaçamazsa kendi sınırlanımlarının farkına varan insan da o belirlenimlerinden kurtulamaz. İçinde bulunduğu vaziyeti çözümleyebilir ama çözemez. Ali Şeriatinin zindandan kurtulma çabasını, Kant’ın saf akla ulaşma çabasına benzetiyorum. İkisi de dışsal edimlerimizden sıyrılıp apriori vasıflarımızla sonuca ulaşmayı çabalıyorlar. Şeriatinin nihayetinde vardığı yer de Kant’ınkine benziyor. 4. Zindandan kurtuluşu “ben’den fedakarlık”a bağlıyor. Maddi ve manevi alışveriş kaygısı gütmeden karşımızdaki için yaptığımız her fedakarlığın bize zindandan çıkış biletini sunacağını düşünüyor. Kant da “öyle bir eylem yap ki tüm insanlığın ortak maksimi olsun” derken aslında benzer bir şeyi umuyordu. Karşı tarafın da benzer şekilde davranacağı umudu. İkisi de “beklenti etiği” olarak adlandırılabilir bence. Beklenti etiğine ve altuirist etiğe olan eleştirilerimi daha sonra başka bir yazımda detaylandırmanın daha uygun olacağını düşünerek bu meseleyi burada daha fazla derinleştirmiyorum. Şeriati’nin kitap boyunca ussal yöntemle temellendirdiği düşüncesini usdışı bir “beklenti etiğiyle” nihayetlendirmesi, kitabın başlarındaki heyecanımın hayal kırıklığıyla sonlanmasına sebeb olsa da heybesinde hem batıdan hem de doğudan esintiler taşıyan Şeriati’yi tanımak keyifliydi. Başka metinlerinde buluşmak ümidiyle.. MART 2023 İSTANBUL
İnsanın Dört Zindanı
İnsanın Dört ZindanıAli Şeriati · Fecr Yayınları · 20174,936 okunma
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.