Gönderi

Yağmurlu bir mart sabahı, paltosuna sarınmış genç bir adam bu eski evin karşısındaki dükkânın saçağı altında durmuş, bir arkeolog heyecanıyla evi inceliyordu. Doğrusu ya, on altıncı yüzyıl kentsoylularından arta kalan bu yıkıntı, kendisine bakanları uzun uzun düşündürüyordu. Her katta bir acayiplik vardı: Birinci katta birbirine yakın, uzun ve dar dört pencerenin alt kısımlarının camları çıkarılarak yerlerine tahtalar konmuş; kurnaz bir satıcının kumaşlara alıcıların istediği rengi verebilmek için yararlandığı hafif bir ışık içeriyegirsin diye böyle yapılmıştı. Delikanlı evin bu en esaslı kısmına hiç aldırış etmiyor gibiydi, gözleri henüz bu kısımda durmamıştı. İkinci katın kalkık panjurları altından, Bohemya camından yapılmış büyük pencerelerin arkasında görünen kırmızı müslinden küçük perdeler de onu ilgilendirmiyordu. Onun dikkatini çeken, üçüncü kattaki pencerelerdi; bunların kaba bir yöntemle işlenmiş tahta kısımları, Fransız marangozluğunun ilk çalışmalarını göstermek için küçük sanatlar müzesine konsa, buna değer. Pencerelerdeki camların rengi öyle yeşildi ki, keskin görüşü olmasaydı, delikanlı, bu evin gizlerini yabancı gözlerden saklayan mavi hareli tül perdeleri fark edemeyecekti.
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.