Gönderi

DÜŞÜNME YASALARI VE VARLIK İLKELERİ
A) Özdeşlik İlkesi A, A'dır. Bir şey ne ise odur. Bütün düşünme ve incelemelerde, her çıkarımda ve düşüncelerle yapılan tanımlar­da, her düşünce, ortaya çıkan her kavram ne zaman ele alınırsa alınsın, o düşünce ya da kavram ilk kez ortaya konulurken (ya da alınırken) nasıl düşünülmüşse, aynı şekilde ele alınmalıdır. Şu halde her düşünmenin üstünde olan bir özdeşlik nor­mundan edilebilir. Eğer biz hakikate erişmek, nesneleri gerçekten tanımak istersek, her şeyden önce düşüncelerimizi oluştururken, bir düşünceden ötekine kaymamalıyız; bir dü­şünceyi başkasıyla değiştirmemek ve karıştırmamalıyız; yerini sayısız düşünce örgülerinde bulan ve daima başvuracağımız sa­yısız yinelemelerde düşüncenin kendisiyle olan özdeşliğini ko­rumalıyız. Her “hakikat”in (hakikat olan her düşüncenin ya da cümlenin) bir içeriği vardır; ve bu içerik vardır. Bu içerik ne ise odur.Özdeşliğin bu normuna göre bu içerik ilerleyen düşünme eyleminde aynı içerik olarak görülmeli, korunmalı, savunulmak ve yeni baştan kazanılmalıdır. Öyleyse özdeşlik ilkesi, her içe­rikle ilgili düşünmenin doğruluğu için bir ölçüdür; yani, her düşünce içeriğinin zorunlu bir ölçütüdür. Özdeşliğin bu şekilde saptanması, henüz bir düşüncenin hakikatini garanti etmez; fakat bu, bir düşüncenin hakikat ol­ması için zorunlu olan bir koşuldur. Başka bir deyişle: Özdeşlik ilkesi, bilgi için zorunlu fakat yeterli olmayan bir ölçüttür. Her “hakikat”, belli bir düşünce içeriğidir; fakat bu içeriğin “for­mu”, içeriğin hakikat olmasının her türlü özel koşullarından önce, kendisinin aynısı olmalıdır. Şimdi şöyle bir soru sorulmalıdır: Acaba insan, bu formu bütünüyle gerçekleştirebilecek bir durumda mıdır? Bir düşün­ceyi daima aynı özdeş içerikle düşünmek olası mıdır? Düşünmenin gerçek akışı, özdeşlik yasasına ancak bir yak­laşmayı sağlayabilir Bizim düşünmemiz, insan düşünmesi, daima hakikat olamaz, ancak hakikate yaklaşabilir; yani daima hatalar da içe­rir Bu anlamda anlaşılan özdeşlik ilkesi, mutlak ve sınırsız bir şekilde geçerlidir. Her türlü düşünme ve hakikati kavramanın başında gelen özdeşlik ilkesinin kendisi, asla kanıtlanamaz; çünkü bir “kanıtlamadan” önce gelecek olan bütün hakikatler, yine kendi özdeşliklerini zorunlu olarak şart koşarlar; kanıtla­manın kendisi, kendisinde ortaya çıkan düşüncenin özdeşliğini gerektirir. “A, A’dır” cümlesi, doğrudan doğruya bir apaçıklık taşır; hattâ daha fazla; özdeşlik ilkesinin geçerliliği her kuş­ kunun üstündedir; çünkü bu cümle, her hakikatin, hattâ haki­kat hakkındaki her sorunun, kuşkuya düşen her düşünmenin bile koşulsuz temelini oluşturur. Düşüncelerin özdeşliği (identitesi), onların gerçek olarak düşünülmesinden bütünüyle başka olan bir şeydir; öz­deşlik, içeriği gerçekten bütünüyle aynı içerik olarak daima ye­niden düşünme olanağına ya da olanaksızlığına bağlı değildir. “Kendisinin aynısı olmak”, düşünce içeriğinin bir niteliğidir. Bu nitelik, düşünce içeriğini, insana bağlı olan düşünme ile bu düşünmenin içinde olup bittiği zaman akışının üstüne çıkarır. Düşünceler içerik olarak, özel bir alan oluşturur, bu alan, bizim varlığımızın, eylemlerimizin, hayatımızın alanı değil, “geçerli­ğin” bir alanıdır. Artık böyle bir düşüncenin zamanla ilgili bir şey olması (örneğin, “Sultan Ahmet” ya da “19. yüzyıl” gibi) ya da onun zamanla ilgisi olmayan bir şeyi göstermesi (örneğin, 2 x 2 = 4 gibi) arasında bir başkalık yoktur, düşüncenin kendi­sinin kendisine özgü bir özdeşliği vardır ve bu özdeşlikza­manın akışına hiçbir şekilde bağlı değildir. Parmenides, bu ilkeyi aşağıdaki şu cümlelerle ifade etti: “Varlık var­dır”(Estin gar einaı) ve “bu, ifade edilmeli ve düşünülmelidir: Var olan vardır.” Parmenides bu ilkeyi bir “aksiyom” şeklinde ifade eder:“Var olan vardır, var olmayan var değildir” (Bu ifa­de özdeşlik ilkesinin çok kullanılan formülünde şu demektir: A, A’dır; A-olmayan, A-olmayandır). Özdeşlik ilkesi yalnız düşünce ala­nının, “mantık alanının” bir ilkesi değil, aynı zamanda varlığın ve var olanın da bir ilkesidir. Gerçekten şu nokta da ilk koşul olarak kabul edilmelidir: Var olan her şeyde böyle bir belirlenim egemendir; her şey (her canlı, her tek, her olay, her olgu) ne ise odur. Eğer bu, böyle olmasaydı, o zaman biz karşılaştığımız şeylerin içinden çıka­mazdık; özellikle düşünme yetimiz bu şeyler hakkında hiçbir şey kavrayamaz, hiçbir şey hakkında bir düşünce ileri süremez ve hiçbir şey hakkında soru soramazdı. O zaman, içinde yaşa­dığımız dünya hakkında Sofistlerden Gorgias’ın, bilinçli ve paradoksal bir düşünce oyunu olarak ortaya koyduğu şu aşırı savlar geçerli olacaktı: Herhangi bir şey, örneğin var olan bir şey olsaydı (ki, bunu Gorgias daha önce yadsımıştı), o zaman biz bu var olanı ne düşünebilir, ne de ifade edebilirdik. Haki­katte şu düşünceyi daima kabul etmek zorundayız: Var olan, ne ise, yine kendisinin aynı olmalıdır. Formal mantığın en yüksek ilkeleriyle ontolojinin en yüksek formal ilkeleri arasında belli bir uygunluk ve bağlantı vardır. Şimdi şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Acaba bu her iki ilke çeşidi arasında bir uygunluk var mıdır? Düşünme ilkeleriyle varlık ilkeleri birbiriyle tam örtüşürler mi? İlk Grek düşünür­lerden Parmenides bu soruya olumlu yanıt verdi. Parmeni- des’in düşünme ile varlığın özdeşliğinden söz eden şöyle bir cümlesi vardır: “Tauton te’estin noein te kai e in ef; yani, dü­şünme ve varlık birbirinin aynıdır. Soruyoruz: Bu doğru mu­dur? Düşünme ve varlık birbirinin aynı mıdır? Fakat o zaman hiçbir hata yapılmamalıydı; gerçek olarak var olanı yanlış kav­rayan bir düşünpıeyle karşılaşılmamalıydı; düşüncelerin konu­su olan ve onların kavramak istediği şeylerle düşünceler ara­sında bir başkalık olmamalıydı. Bu şekilde sorulan soru, bilgi teorisinin bir ana sorusu, bir temel sorudur. Şimdilik bu ko­nuda ancak şunu söyleyebiliriz: Kuşkusuz, bir yandan düşün­celerin en yüksek ilkeleriyle, mantık yasalarıyla, öte yandan en yüksek varlık ilkeleri arasında belli bir uyum, bir tür paralellik vardır. Fakat onlar arasında tam bir uygunluğun bulunduğun­dan da söz edilemez.
Sayfa 53 - DOĞUBATIKitabı okudu
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.