B) Çelişmezlik Yasası
Bu ilkenin geleneksel yalın formülü şudur: A, A-olmayan değildir (A, Non-A değildir). Kuşkusuz, bu ölçüt de, ancak zorunlu olan fakat yeterli olmayan bir ölçüttür. Bu ölçüt, ancak yanlış olanın bir işaretidir fakat olumlu hakikatin bir işareti değildir; çünkü çelişmezlik ilkesi, her iki yargıdan hangisinin doğru ve hangisinin yanlış olduğu hakkında bir şey söylemez. Bir kez daha yineleyelim: Olumlu olan bir hakikat bilgisi için, çelişmezlik ancak zorunlu olan fakat yeterli olmayan bir koşuldur.Çelişmezlik hatanın kesin bir ölçütüdür.
Bilme eylemi içinde yeni yollar bulmak için başvurulan yeni girişimler, kalkış noktalarını hep deneyim ve bilginin ilerlemesinde farkına varılan, açık bir şekle konulan çelişkilerden aldılar ve alırlar.
Kavramlarımız (kavramlar sıkıştırılmış, kısaltılmış birer yargıdır) birçok çelişik öğe içerir. Bu kavramların tahlili, tam yargılarşekline getirilmesi, bizi çelişik karşıt yargılara götürür. Bu gibi hallerde geçerliliği olan yalın kural şudur: Kendisiyle çelişik bir kavram doğru olamaz. Ancak kendisiyle çelişik olmayan bir kavram doğru olabilir.
Aristoteles, bu ilkenin ilk ve klasik tanımını şu şekilde yapar: “Aynı ilişkiler içinde aynı şeyin, aynı şeyle nitelendirilmesi ve nitelendirilmemesi olanaksızdır.
Daha yalın bir şe
kilde, Aristoteles onu şöyle söyler: “Aynı şeyin birden (aynı
zamanda) var olması ve var olmaması olanaksızdır.”
Aristoteles şu cümlesiyle de aynı şeyi anlatmak istiyor: “Birbirine karşıt olan yargılar, hakikat olamazlar savı, savların en güvenli ve sağlam olanıdır
Bu ilke, mantıkta olduğu gibi, ontolojik bir ilke olarak var olan hakkında da aynı şekilde koşulsuz geçerlikte midir?Bu, güç bir sorudur. Bu sorunun yanıtını, önce tarihsel bakımdan ele almaya çalışalım: Hegel, bu soruya, hayır! Yanıtını verir. Hegel’e göre, çelişmezlik ilkesinin; var olan ve oluş halinde bulunan her şey hakkında geçerli olduğunu kabul etmek, tek yanlı, entelektüel bir düşünmenin hatasıdır. Hegel için, dünya olaylarındaki çelişki, real olan bir çelişkidir. Her hareket ve her değişme, gerçek olan bir çelişkidir. Her hareket ve her değişme, gerçek olan, var olan bir çelişki taşır. Çünkü bir halden başka bir hale (örneğin, hayattan ölüme) geçmenin her anında çelişik yüklemler birbirleriyle birleşirler. Bu nedenle, bir halden başka bir hale geçme anında, birbiriyle çelişen yargıların her ikisi de hakikat olur.
Hegel, başka bir mantık ister. Ancak bu mantık, anlama yetisinin mantığından başka olan fakat onu hesaba katan bir mantıktır: Bu mantık, “aklın” mantığıdır; ya da bugün söylendiği gibi, düşünme kendisini “diyalektik” bakımdan daima derinleştirmelidir.
Acaba Hegel’in kendilerinden söz ettiği karşıtlıklar
gerçekten çelişik midirler? Yoksa sadece “karşıt” mıdırlar?
(Örneğin, beyaz, siyaha göre karşıt; fakat beyaz ve beyaz-ol-
mayan çelişiktirler).
Aslında, bunun tam tersini söylemek gerekir: Fenomen alanında, doğrudan doğruya algılanan alanda, hiçbir yoruma yer bırakmayan varlık, realite vardır. Biz bu realiteyi gerçekten tanıyoruz; zaman içinde bulunan bu realiteyi biz sürekli olarak algılıyoruz, onu yaşıyoruz. Fakat bizim düşünmemiz, algıladığımız bu varlığı, bu realiteyi tam anlamıyla, ona uygun bir şekilde kavrayamamaktadır. Her şeyi kavramak isteyen anlama yetisi, real olaylar karşısında çelişkilere düşer, Kant’ın bir deyimiyle “antinomi”lerle karşılar. Böylece, biz realite alanında aklın kavrama ve düşünme gücünü aşan bir şeyle, “akıldışı” olan bir şeyle karşılaşırız.