Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

138 syf.
·
Puan vermedi
Zihnimin çatı katını kurcaladım da biraz :)
Bu kitap serisini 2014-2015 gibi bir tarihte satın almış, o dönemde bir kez okumuştum. Sonrasında, ihtiyaç oldukça incelediğim bir kitap setine dönüşüp önce rafta, sonra kutularda yerlerini aldılar. Geçenlerde kutuları gözden geçirirken rastlaştık ve tekrar göz atmak istedim hepsine, birer birer. Çocukluğumdan beri ilgi duyduğum Eski Mısır kitabı ile başlayayım dedim. Öncelikle kitap seti için şunları söyleyebilirim: 1) Bilgi tekrarı çok fazla, aynı şeylerin dönüp durduğu yerler var. 2) Akademik yazım ile ilgilenen biri olarak, dipnot/kaynakça verilmeyen tarih kitapları benim için, kulaktan dolma bilgilerle yazılmış bir kitap hükmünde. Evet, bu kitap serisi akademik bir seri değil, biliyorum. Evet, her bilgiye dipnot verirse kitap en az 3 kat büyür, biliyorum. Evet, genel geçer bilgiler için dipnot vermeye ne gerek var diyenler olacak, biliyorum. Ama kastettiğim şey, bunların dışında bir şey. Kesin bilgi diye verilen bilgilerin, kaynak gösterilerek verilmesi güvenilirliği artıracaktır. Bunun eksikliği, okuduğum pek çok şeyin "sadece yazarın görüşü de olabilir"i düşündürdü bana. Ama, kitabın akademik bir kitap olmadığı aklımda. Bu sebepten kitabı baştan sona bu yönüyle eleştirmem doğru değil. Kısmen fikrimi beyan ediyorum sadece :) 3) Daha derli toplu bir kitap halinde hazırlanabilirdi. Bilgilerin karışık verilmesindense, derli toplu bir kitap, sıralı başlıklandırma, genelden özele gitmek daha anlamlı olabilirdi. Buraya kitapta dikkatimi çeken, zihnimin bir yerinde kalsın istediğim ve fikrimi söylemek istediğim bir kaç bilgiyi eklemek ve yorumlamak istiyorum: - Eski Mısır'ın, Mu kıtası veya Atlantis'ten kaçanlar tarafından kurulduğu fikri: Atlantis ve Mu kıtasının varlığı bir efsaneden ibaret olabildiği gibi gerçekliği de bulunabilir. Üniversitede iken ezoterizm, okültizm, mitler ve mitoloji üzerine dersler almıştım, kitaplar okumuştum. Bunlara inanıyor veya bunlara dair bir grubu destekliyor olmakla; bunların, özellikle de mitlerin ilkel insan için ne ifade ettiğini bilmek apayrı şeyler. Birincisi, bir din veya bir fikri, belki bir duyguyu destekleyip "inanmak" gibi. İspata gerek duymadan, içinden gelen olduğundan. İkincisi ise bilimsel temellere dayalı, inanmanın değil bilmenin veya en azından bilebilme ihtimalinin merkezde olduğu, deliller ile desteklenebilen bir durum. Ben ikinciye göre konuşmak istiyorum burada şu an. Morgan Freeman'ın sunuculuğunu yaptığı "İnancın Hikayesi" belgeselinin birinci bölümünde Orta Avustralya'da yaşayan Aborjinlere ait yaratılış mitinden bahsediliyor. Bu mit şöyle: Düş zamanı denilen bir zamanda, Samanyolu'nda yaşayan Gök Muhafızları'ndan birinin elinde beşikte/sepette bir bebek varmış. Muhafızlar dans etmeye başladıklarında titreşimler sebebiyle bebek dünyaya düşmüş. Dünyaya düşen bu bebekle yaratılış başlamış. Tabi ayrıntısını isteyenlerin belgeseli izlemesini tavsiye ederim (linkini yorumlara bırakacağım). Bu mitin merkezinde olan bebek ve bebeğin düştüğü yer, Henbury Meteoriti ve 4700 yıl kadar önce oluşan krater, Avustralya'da. İşte bahsetmeye çalıştığım şey bu. Tüm mitler, gerçek dünyayla bir bağlantısı olabilir düşüncesi ile araştırılabilse keşke. Zaten bu alanda öncü olan Mircea Eliade'ın Mitlerin Özellikleri kitabında yapılan mit tanımı da bunu çağrıştırıyor; "Mit, doğaüstü varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik yani Kozmos olsun, is terse onun yalnızca bir parçası olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini dile getirir." Toplumların, bir gerçekliği kendilerine göre yorumlama biçimidir, mitler. Bu anlamda baktığımızda, Atlantis, Mu, Mısır ve diğerleri, hepsinden alınabilecek bir ders yok mu sizce de? Ayrıca, ister dini anlamda Adem'den geldiğimize bakalım, ister evrim teorisindeki gibi Homo'ların bir kaç türünün üstün gelmesi ve yayılması ile ortaya çıkalım, hepimiz bir mekandan dünyaya yayılmadık mı? O zaman mitlerin ortaklık barındırması da doğal olmaz mı? Kısacası, mitolojik anlatılara dair ikinci açıklamam üzerinden gidip, Atlantis ve Mu'yu reddetmek yerine, "belki de doğrudur, fakat bize düşen bu anlatıların iç yüzünü görmek" bize ne kadar zarar verir ki? Reddetmek veya olduğu gibi kabul edip gereksiz yere deşmek ile iç yüzünü görmeye çalışmak arasındaki farkı belirtelim. Henbury Meteoritinin keşfi, mitin iç yüzünü görmek oluyor burada. Benim için tüm mitolojik anlatılar, ezoterik düşünceler, okültist eylemler ve hatta hikayeler, masallar, dinler ve ideolojiler bu bakış açısı ile ele alınmalı/alınabilir. - Atlantis'in MÖ.9000'lerde var olduğu, Sokrates'in de bu kıtadan bahsettiği, Kur'an'da bahsedilen "ad kavmi"nin Atlantis ile ilişkili olabileceği fikri: Ad kavmi, yaptığı azgınlıklar sebeiyle Kuran'da helak edildiği anlatılan bir kavim. Anlatılarda Ortadoğu taraflarında yaşadıkları ifade edilmekte, ama doğruluğuna cevabım yok. Hud peygamberin kavmi olarak geçmesi ise önemli. Hud peygamber ve Ad kavmine aşağıda değineceğim. - Atlantis'ten göçen Thot isimli bir bilgenin, onunla göç edenlerle birlikte Nil deltasına yerleşmiş olabileceği : Atlantis'te yaşanan felaket sonrasında göç etme durumu, Hud peygamberde de, diğer peygamber ve Atlantis anlatılarında da ifade edilmekte. Yani göç, bozgunculuğun olduğu her toplumda mümkün. - Thot, Cehuti, Tahutı, Tehutı : Bilgelik Tanrısı. Bununla birlikte Thot, Hermes ile aynı kişi olarak da görüldüğü : Belki de Hermes ile değil de, Hud peygamber ile bir ilişkisi vardır. Aşağıda Hermes kavramına dair olan görüş, bize bu yolu açıyor. Hud kelimesi ile Thot kelimesinin ses benzerliği ise dikkate değer değil mi? - Thot'un hiyerogriflerde "Tanrıların yazıcısı, Tanrısal konuşma, Osiris'in öğretilerini Mısır'a getiren" olarak tanıtılması. (Thot, Tanrıça Maat'ın kocasıdır.) : Thot, bir peygamber olabilir mi? Hud peygamber ile Thot aynı kişi olabilir mi? - Bir görüşe göre, Hermes ifadesi, bilge Thot'un düşüncelerini kayıt altına alan rahiplere verilen genel ad olması. (Buna göre Hud meselesi mantıklı olur.) - Hermes = Enok = İdris: Bu üç kişinin aynı kişi olduğu söyleniyor. Hermetizm ifadesi de buradan geliyor. Antik Mısır öğretilerine dayalı bilgelik diye açıklasam, yeterli olmaz ama zihnimden fazlası gelmiyor maalesef :) - Osiris (Usire, User, Ned-Er-Tcher); yer Tanrısı Geb ve gök Tanrıçası Nut'un oğlu, Seth'in kardeşi, İsis'in kocası, Horus'un babası : Burada soy ağacını not almak istedim sadece. - Mısır'ın Osiris Efsanesi ~ Samilerin Ba'al Efsanesi ~ Suriye'nin Adonis Efsanesinin ilişkili olabileceği. : Bunları kendim araştırmak istiyorum, bunlara dair bilgim yok denecek kadar az. - Hathor, inek ve kadın görünümlü tanrıça olması ve bu tanrıçaya Sina kentinde de, mö.2500 yılında Babil'de de tapılmış olması : Bu bana bir şey hatırlattı. Eğer Musa ve İsrailoğulları kıssasını biliyorsanız, Mısır'dan çıkış sonrası çölde konaklanırken, Samiri isimli bir şahıs altından bir buzağı heykeli yapıyor ve İsrailoğulları bu buzağıya tapmaya başlıyor. Bu buzağının Hathor ile ilişkisine gelince; nerede duydum veya okudum hatırlamıyorum ama, "İsrailoğulları kendilerini Mısır halkından o kadar aşağı görüyorlarmış ki, ineğe tapmaya kendilerinde hak görmedikleri için, ineğin yavrusunun heykeli, bir buzağı heykeli yapıp tapınmışlar" şeklinde bir yorum kalmış zihnimde. Bir yorum, çıkarım veya teori, bilemem. - Hz. Musa'nın, II.Ramses zamanında yaşadığının düşünülmesi (Mö.1279-1213) : Ben bu meselenin biraz inceleme biraz da arkeolojik kazılar ile çözülebileceğini düşünüyorum. Ayrıca aynı şekilde Hz. Yusuf ile ilgili kıssanın da tarihi delillerinin bulunabileceği fikrindeyim. Buraya şunu da ekleyeyim; Kuran'da Hz. Yusuf dönemindeki Mısır yöneticisi için "Melik" ifadesi kullanılırken, Hz. Musa döneminde yöneticiye direkt "Firavun" kelimesi kullanılmakta. Bu, dikakte değer değil mi ? Hele ki, Mısır yöneticilerinden Narmer veya Menes zamanı itibarıyla firavun kelimesinin kullanılmaya başlandığına dair tarihi delilleri düşününce...? Bunların dinler tarihçileri ve arkeologların (ya da Mısırologlar/Ejiptologlar) ortaklığıyla çözüme kavuşturulabileceğini düşünüyorum. - 31 Hanedanlık, 190 kral. MÖ. 3100 ile Eski krallık döneminin başlatılması, fakat krallık öncesi dönem ile Antik Mısır'ın MÖ. 5500 yıllarına kadar dayandırılıyor olması : Narmer veya Menes isimli kişi, ilk hanedandan. Bu durumda Hz. Yusuf'un Krallık öncesi/Hanedan öncesi zamana ait olması da dikkat edilesi bir husus. - Mısır'da en eski yazının MÖ.3200'lere ait mezar duvarlarında görülmesi. - Yaratılış Miti: Kaostan ibaret evrende, kara sulardan Re (Atum) ortaya çıkıyor/yaratılıyor. Sonra hava ve nem tanrıları Şu ve Tefnit yaratılıyor. Onların (!) doğan iki çocuğundan sonra dünya yaratılıyor. Yaratılan dünya, gök Tanrıçası Nut ve yer Tanrısı Geb... Onların çocukları olan Osiris iyiliğin; Seth ise kötülüğün sembolü. Kızkardeşleri Nepthyis ve İsis. : Şu yaratılış miti, Adem hikayesine benzemiyor mu? Atum veya Adem. Yer ve göğün yaratılması. İyiliğin ve kötülüğün simgesi iki kardeş. Kızkardeşleri ve aynı zamanda eşleri olan iki kadın, Osiris'in eşi İsis, Seth'in eşi Nepthyis. - Ankh, Mısır'da dinsel yaşamda hala sırrı çözülmemiş bir simgedir. Betimleme çizimi de büyük T harfi şekli üzerine yerleştirilmiş dairesel bir şekille çizilir. Ankh, en yaygın eski Mısır sembollerinden biridir. Bu simgenin sadece varlığı temsil etmediği, yaşamdaki enerjinin gerçekleşmesi ve ilerlemesi biçiminde de değerlendirildiği söylenir. Öldükten sonraki yaşamın enerjisinin devamını sağlayan bir dinsel simge olarak anlatılır. Ankh'ın izole edilmiş sırları hala çözülmediği gibi, bazı araştırmacılar bu simge için gökyüzü kayığının çekici kayışı (halatı) olabileceğini ileri sürerler. "Kalk ve git" anlamında simgesel bir düğüm, anahtar, bir insan figürü ya da gökyüzünde güneşin yoluna devam etmesini belirleyen bir simge olarak hala tartışılıyor. Simgenin gerçek anlamının "senin arzuladığın her şey" anlamında betimlendi. James Churchward'un araştırmalarında Ankh, Mu kıtasında "T" şeklinde bir sembolle belirtilmiş ve "Tau" şeklinde gösterildiği söylenmektedir. Teu'nun ise "Ta-ha" şekliyle okunduğunu ifade etmektedir. Ta-ha'nın anlamı da "yıldızlardan gelen sular" şeklindeydi. Ejiptologlar, "T"nin üstündeki dairesel şeklin Mısır tanrısı Ra'yı temsil ettiği inancında birleşirler. (s.93) - Asa, İlk önceleri Mısır'ın ezoterik geleneklerine uygun kullanıldı. Kralların ellerindeki asa, genel görünümüyle otorite ve kudreti temsil etmekteydi. Mısır topraklarına Atlantis'ten gelen Thot (Hermes) ve sonraları da Musa'nın kullandıkları asalar sıradan asalar değil de enerji çeken, toplayan, dönüşüm sağlayan özel madenler olduğu belirtilmektedir. Mısır'dan sonra asa, diğer kültürlere sıçradı. Mısır'da güç ve kudret sembolü olarak bilindi. Mısır'ın asasını kaybetmesi demek, sahip olduğu bilgeliği ve kariyerini kaybetmesi anlamında düşünüldü. Tanrılar, krallar ve rahipler düşüncelerine özgü asa kullanırlardı. Mısır halkı bu asalardan tılısımlı olabilir düşüncesiyle korkarlardı. Musevilerin kutsal peygamberi Musa da, Ramses II döneminde Tanrı Osiris'in rahibiyken bir asa kullandı ve bu asayla Kızıldenizi yararak İbranileri kurtardı. Harun ile Süleyman'in asalarının da tılısımlı olduğu söylenir. (s.103) : Geçenlerde denk geldi de, Asım Köksal tarafından yazılan Peygamberler Tarihi kitabında bir metin ile karşılaştım, benim için yeni bir bilgiydi. Buraya aynen aktarıyorum: Şuayb Aleyhisselam, kızlarından birine, (Musa Aleyhisselamla evlendirmek istediği kızı Safura'ya), Mûsâ Aleyhisselâmin, davarları yayarken yararlanması için bir âsa getirmesini emretti. Kız da bir âsa getirdi ki bu âsa, insan suretine girmiş bir melek tarafından, Şuayb Aleyhisselâma bir vedia, bir emanet olarak tevdi' edilmiş olup yanında bulunuyordu. O zaman, Peygamberlerin âsaları, Şuayb Aleyhisselamin yanında idi. Şuayb Aleyhisselâm, kızının Emanet Âsayı getirdiğini görünce onu geri verdi ve başka bir âsa getirmesini ona emr etti. Kız, âsaların bulunduğu yere girdi, bir âsa alıp getirdi. Babası, onu, görünce; "Hayır! Bundan başkasını, getir!" dedi. Kız, her defasında, onu, yerine bırakıp başkasını almak istedikçe, hep eline, bu âsa düşüyor geliyor; eline başkası düşmüyor, gelmiyordu. Nhâyet, Şuayb Aleyhisselam, o âsa'yı, Musa Aleyhisselâma verdi: "Al bunu, yanında bulunsun! Yırtıcı hayvanları, kendinden ve koyunlarından men edersin!" dedi. Musa Aleyhisselâm, onu, eline alarak davarları yaymaya gitti Asa: Avsec ağacındandı. Asanın baş tarafı iki çatallı, ucu da eğri ve kancalı idi. Suayb Aleyhisselâm; âsa'yı, Musa Aleyhisselâma verdiği zaman onun yanında bir Vedia, bir Emanet olduğunu düşünerek nâdim oldu. Asayı, Musa Aleyhisselamdan geri almak için gitti. Ona kavuşunca: "Asayı, bana geri ver!" dedi. Musa Aleyhisselâm: "O, benim âsamdır" diyerek âsayı geri vermeye yanaşmadı. En sonunda, kendileriyle karşılaşacak, yanlarına gelecek ilk adamı hakem yapıp onun vereceği hükme razı oldular. O sırada, insan suretine girmiş bir melek yürüyerek yanlarına geldi "âsa'yı, yere koyunuz! Onu, yerden, kim kaldırabilirse, o, onundur. diye, hüküm verdi, Musa Aleyhisselâm, Asa'yı, yere koydu. Şuayb Aleyhisselâm, onu, kaldırmaya güç yetiremedi. Musa Aleyhisselâm, Asa'yı, eliyle tutup kaldırdı. Şuayb Aleyhisselam, bunu, görünce, âsayı, Musa Aleyhisselama bıraktı. (Peygamberler Tarihi, TDV yayınları, 2.cilt, sayfa 19-20) Sonuç olarak, anlatılan herşeyin psikolojik, sosyolojik veya tarihi bir temeli olabilir. Dikkatli dinleyelim, dikkatli okuyalım. Ben tarihi temellerini anlatıp mitolojik bağları kurdum üstünkörü. Bir başkasına da psikolojik ve sosyolojik temelleri bırakıyorum. Not// Freud'un Musa ve Tektanrıcılık kitabı geldi aklıma şimdi... :) neyse.
Eski Mısır
Eski MısırAli Narçın · Siyah Beyaz Yayınları · 201695 okunma
·
287 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.