C) Yeterli Neden İlkesi
Bu yasa, “nedensellik ilkesi”, principium ra- tionidtir; fakat çoğu kez bu ilke daha uzun adlandırılır: “Nedeni yöneten ilke” ya da “yeterli neden ilkesi” gibi
Bu ilke bir mantık ilkesi olarak şunu ifade eder: Doğru olduğunu savunan bir yargı, savını temellendirmiş olmalıdır. Böyle bir yargı temelsiz hiçbir sav ortaya atmamalıdır. Bu yargının doğru olması için belli olan ve gerçekten yöneten, belirleyen bir nedeninin gösterilmesi gerekir. Bu neden, yargının ortaya koyduğu sav için yeterli olmalıdır ve hakikatin bütün içeriğini temellendirmelidir; başka bir deyişle, hakikatin bütün içeriği bu nedene dayanmalıdır.
Temellendirmek demek: Bir cümleyi başka bir cümleden çıkarmak, onun (daha önce doğruluğundan kuşku duyulmayan) başka cümlelerle olan neden-etki ilişkilerini ortaya çıkarmak demektir. Bu bakımdan yeterli neden ilkesi, principium rationis sufficientis, kaynağını mantık alanının evrensel bir ilkesinde bulur. Buna göre kavramlar, yargılar, genellikle bütün düşünce kuruluşları birbirleriyle bağlantı halinde bulunurlar -böyle bir bağlantı, bu kavramların, yargıların ve düşünce kuruluşlarının içeriklerini göz-önünde bulundurmaz, sırf onların mantıksal yapılarına daya-nır. Yargılar ve kavramlar hiçbir zaman yalnız değildirler, onlar birbirinden ve başka kavramlarla, yargılardan soyutlanamazlar. Bu anlamda yeterli neden ilkesi, özellikle her toplu çıkarımın (sillogismos) temel ilkesidir.
Hakikatin dayandığı temel, olgularda, olaylarda, aksiyomların kendilerindedir.
İşte mantığın ilkeleri de başka ilkelere dayanarak kanıtlanamazlar Yeterli neden ilkesinin önemini göstermek için onu düşünmemizin bir normu olarak ele alalım; o zaman bu norm bizden şunu ister (bu bize, kendimize yöneliktir): Biz yargılarımızı, savlarımızı ancak yeterli bir nedenin açık olarak var olduğu yerde ortaya atmalıyız.
Çelişmezlik ilkesi, karşıt yargılardan hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ifade etmemektedir. Halbuki yeterli neden ilkesinde doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edecek açık ve yeterli bir ölçüt vardır.
yeterli neden ilkesi, bir varlık ilkesi (principium essendi), bir olay ilkesi (principium fiendi), bir bilgi ilkesi (principium cognoscendı) dir. Bunlardan ilk ikisi birlik oluşturur: Varlık ya da süreklilik, olay ya da olgu, var olan şeylerin (onta), genellikle var olanın alanına girerler. Halbuki üçüncüsü bambaşka bir alandır (ve bu da Leibniz’den sonraki zamanda yavaş yavaş açık bir şekil kazandı). Burada var olandan değil, “geçerliliği olandan” söz edilmektedir; şeylerden, olaylardan değil, yargılardan, doğru olan yargılardan, “doğruluk”tan söz edilmektedir. Buradaki temel (ratio), bir bilgi temeli (ratio cognoscendı) dir.Varlık temeline ve bilgi temeline dayalı bağlılıklar, birbirinden çok farklı olan bağlantılardır; bu bağlantılar, birbirine daima paralel de değildir. Bunun için bir örnek verelim: Rüzgâr, bulutların sürüklenmesi için bir “neden”dir. Fakat benim “dışarıda rüzgâr var” şeklindeki cümlemin dayandığı temel, çoğu kez benim bulutların sürüklendiğini görmemdir. Burada ratio cognoscendinin yönü, ratio essendf nin tersinedir.
Nedensellik ilkesi anlamında anlaşılan “yeterli neden ilkesi”, var olan her şey, daha doğrusu olup biten her şeyde geçerli midir? Ruhsal varlık alanında, yani insanın ruhsal alanıyla düşünsel varlığı alanında, özellikle insanın irade hayatında da geçerli midir? Eğer buna evet denirse, o zaman isteme özgürlüğü yok demektir. Sınırsız olarak düşünülen bir yeterli neden ilkesinin (principium rationis) sonucu bir determinizmdir (18. yüzyıl buna “fatalizm” adını verdi).
Kant için nedensellik ilkesi var olan her şey için değil, ancak deneyim alanına giren her şey için zorunlu olarak geçerlidir.
Bizim bütün bilimsel açıklamalarımız, hattâ doğa bilimlerinin soru sormaları, varlık hakkındaki bu teoriye dayanır. Bizim bütün çabalarımız, verilmiş olan şeylerde hiçbir şeyin temelsiz, yani nedensiz olup bitmediğini göstermek üzerinde toplanmaktadır. Fakat burada da, artık nedenlere dayanarak açıklamalar, çıkarımlar yapmakla kavranılamayan, akıldışı olan bir problem ortaya çıkıyor. Eğer insan özgürlüğü diye bir şey varsa, o zaman bu özgürlük, olayların “nedenleri” tarafından yönetilen bir şey değildir, tersine kendisini yöneten bir eylemdir. Bu eylem de, “nedenlere” dayanan bir eylemdir; fakat bu nedenler, bizim “neden” adını verdiğimiz varlık nedenlerinden başkadır. Eğer özgürlük diye bir şey varsa, o zaman onun akıldışı olan bir şey (ya da Kant’ın deyimiyle) “kavranılmazlığını kavradığımız” bir şey olması gerekir. Çelişmezlik ilkesinde olduğu gibi, yeterli neden ilkesinde de şunu saptamış bulunuyoruz: Mantıksal ilkeler, ontolojinin onlara benzeyen formal ilkelerinin karşılığıdırlar; fakat her iki ilke grubu arasında tam bir uygunluk yoktur. Ontolojik ilke, kendisine benzeyen mantıksal ilkenin sadece bir yinelenmesi değildir; ontolojik ilkenin geçerliliği sınırlanmıştır. Bu geçerlilik, sınırında, “akıldışı olan” bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz var olanla mantıksal olan arasında tam bir uygunluk yoktur. Fakat bizim bilgimizde, “düşünme” ile varlık birbirine göre ayarlanmışlardır. Bizim düşünmemiz var olanı kavramaya, tanımaya, ona girmeye çalışıyor; ve var olan, kendisine yavaş yavaş giren düşünmeye, özellikle bilimlerin çalışmasında, açılıyor. Fakat düşünme ile varlık arasında tam bir uygunluğa erişi- lemiyor; çünkü düşünme ile varlığın esas-özleri arasında tam bir uygunluk yoktur.