Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Deneyim ve Apriori Bilgi
Sa­dece duyulara dayanan algıya başvurmak, dayanmak söz konu­su olursa, çok kolayca Sofistlerden Protagoras’m şu düşünce­siyle karşılaşılır: İnsan, hem de her tek insan, içinde bulunduğu duruma göre her şeyin “ölçüsüzdür. Zira algılar, duyu verileri, daima duyu organlarının durumuna göre görelidir; yani onlarındurumuna bağlıdır. Soğuk bir ele ılık su, sıcak gelir; halbuki sıcak bir ele, aynı su serin ya da soğuk gelir; -ve bu, bütün du­yular için böyledir. Duyularla bize verilen nitelikler, belirsiz­dirler; ve onların değişmeyen, aynı kalan bir ölçüleri yoktur. Burada o kadar çok belirsizliklerle, aldanmalarla (“duyu aldan­malarıyla”) karşılaşılır ki, sonraları hiç olduğu saptanan o ka­dar çok görünüş vardır ki, artık böyle bir şeyin bir bilgi, bir episteme olmasına, bilginin kesinliğini taşımasına olanak yok­tur.Platon, kendisinin gerçekten episteme olarak kabul ettiği şeyleri başka diyaloglarında örneklerle gösterir. Bu örnekler, Theaetetos diyalogunda Sokrates ile konuşanların uğraştıkları bir bilgi alanından, matematik, geometri alanından alınmak­tadır. Menon diyalogu, büyük bir özen ve sağlıklı bir yöntemle bir matematik problemini ele alarak çözer. Fakat burada, bir şey hakkında sadece bilgi edinmek, algı alanında var olan bir şeyi (örneğin, kuma çizilen bir şekli) ele almak söz konusu de­ğildir. Hattâ burada istenilen şey, eldeki bilgilerin sıralanıp sa­yılması, bu bilgilerin bilenler tarafından öğrenmek isteyen kim­selere sadece öğretilmesi, onlara “belletilmesi” de değildir; ter­sine, araştırma konusu olan ve bizi bilgiye götüren bir şeye (bir karenin alanının iki katma çıkarılması) dayanarak bir düşünce bağlantısı geliştirmektir. Bu bilgi, bilindiği gibi, geometrinin bir teoremiyle ilgilidir ve bu teorem şunu ifade etmektedir: Dik açılı bir üçgenin kenarları üzerine çizilen kareler arasında belli bir toplam ve eşitlik ilişkisi vardır. Bu ilişki, üçgenin özelliğine bağlı değildir. Menon diyalogunun konusu, öğretmek ve öğ­renmektir. Şimdi bu tür bilgi için çok özel bir sonuç ortaya çı­kıyor. Burada bizim duyu organlarımızın durumuna bağlı ol­mayan açık ve kesin bir kavrama vardır. Burada insan bir şeyi kabul ederek öğrenmez, tersine onu kendisi bulmak, keşfetmek yoluyla öğrenir; bu da insanın, öğreten kimsenin verdiği ödev ve problemler tarafından harekete geçirilmesiyle, yönetilmesiyle sağlanır. Bilgi, tümüyle insanın kendi özel yeteneğinden doğar ve gelişir. Öğrenen kimse bu şeylerde (şekillerin kenarları ve açılarında) ne gibi bağlantıların bulunduğunu ve bunların nasıl anlaşılması gerektiğini kendisi kavrar. Menon diyalogunda öğ­renmek isteyen kimse, bu gibi şeyler hakkında henüz hiçbir şey bilmeyen bir gençtir. Şimdi bu gence, belletme yoluyla birşey öğretilmemektedir; o ancak ustaca sorulan sorularla, kendi kendine bilgi edinmenin, bir görüş sağlamanın özel yolunda yönetilmektedir. Fakat şu nokta açık olarak göz önünde bulun­durulmalıdır: Kendi kendine kazanılan bu bilgi, düşünmeye da­yanarak nesne ilişkilerinde derinleşen bir bilgidir fakat bu şe­kilde elde edilen bu bilgi, artık kuma çizilen bir şeklin algılan­masına dayanmadığı gibi, şu ya da bu kadar büyük, şu ya da bu şekilde olan tek bir üçgenin, tek bir karenin algılanmasına da­yanan bir bilgi de değildir ve hattâ bu bilgi, bu gibi algıların toplamından bile kazanılamaz. Platon için yalnız kendisine episteme, bilgi gözüyle bakılması gereken bu tür bilginin kay­nağı, ne duyular ne bellekte imgelerin toplanması ne algı ve ne de deneyimdir; biz, bu bilgiyi ruhun kendisinin, düşünen, an­layan, tasarlayan, gören yeteneğinde aramalıyız. Leibniz, John Locke’un sensualizminde şöyle bir cümle ile karşılaştı: Daha önce duyularımızda bulunmayan bir şey, anlama yetimizde debulunamaz. Leibniz bu cümleye üç kelime daha kattı; ancak o zaman bu cümle, hakikat ifade eden bir cümle olur: N işi in - tellectus ipse! Bunun anlamı şudur: Anlama yetisinde özel dü­şünme tarzları, görüş kaynakları vardır. Anlama yetisi, duyu­ların bir verisi bize verilmeden önce de bizde vardır. Onda du­yulara dayanmayan özel bir yeti vardır; tasavvurlar elde etmek, onları geliştirmek ve birbirlerine bağlamak bu yetinin işidir. Bu tasavvurlar daha fazla tamamlanmış ve güvenli kavramlardır; bu kavramlar, yargılar şeklinde birleşirler; böyle yargıların ha­kikati, bizim için kesin ve bütün zamanlar için geçerlidir. Haki­katleri bakımından açık olan bu gibi yargılara, bu gibi cüm­lelere Leibniz, vérités éternelles adını verir, yani bunlar daima geçerliliği olan “ebedi” hakikatlerdir. Leibniz, bu yargı ve cüm­lelere vérités de raison, akıl hakikatleri adını da verir. Bunun anlamı şudur: Burada hakikat olarak anlaşılan şey, olayların değişmesiyle algılarımızın değişmesine bağlı olmadan daima olduğu gibi kalır. Yargıların başka bir sınıfını da vérités de fait; olaylar hakikati oluşturur. Örneğin burada ve şimdi, şu veya bu şey vardır; örneğin Platon’un diyalogundaki genç insan için belli bir büyüklükte bir üçgen çizilmiştir gibi hakikatler bu sı­nıfa girer. Bu gibi olaylar, ancak algı yoluyla kavranılabilirler ve aynı olaylar bu algıları izleyecek olan başka algılar yoluyla ta­mamlanabilirler ya da düzeltilebilirler; fakat dik açılı üçgenin kenarları üzerine çizilen kareler arasındaki ilişki hakkındaki görüş, bilgi, her olası olan, hattâ düşünülebilen bütün dik açılı üçgenler için geçerlidir ve böyle bir bilginin hareket noktası akıl, ratio (raison) dur. Bu tür bir bilgi, bir görüş, bir kez kaza­nıldıktan sonra kesin ve süreklidir, onun yadsınması olanaksız­dır. Bu nedenle bu alanda, bilginin, bilimin (Platon’un örneğine göre matematik böyle bir bilimdir) bu türünde değişmez ve ke­sin temellere varılabilir.Kant, akıl yoluyla elde edilen böyle bir bilgiye, vérités de rai- so ıia, “apriori\fAg\ adını verdi ve bu bilginin karşısına da algı ve deneyim yoluyla kavranılan empirik bilgiyi (duyularla edi­nilen bilgiyi), vérités de fait yi koydu. Platon, yalnız “ebedi ha­kikatler” (bu terim Leibniz’indir) türünden olan bilgiyi, episte- me olarak kabul eder. Halbuki Kant, sadece a priori bilgiye, bilgi adını vermekle kalmaz, a priori bilgi, özel bir niteliği ve önemi olan bilgidir. “A priori yargılar”, objelerini, sadece bir olgu gibi, burada ve şimdi rastlantısal var olan ve algılanabilen bir şey olarak kavramazlar, tersine onu “zorunlu” bir şey ola­rak, kendisini görüşümüze gösterdiği şekilde kavrarlar. Daha önce adı geçen üçgenin kenarları ve bunlar üzerine çizilen ka­relerle ilgili örnekte de böyle bir bilgi söz konusudur. Buradaki a priori bilgi, aynı zamanda kesin ve genel bir nitelik taşıyordu (Leibniz de vérités de raison’dan bir vérités nécessaires ve uni­verselles gibi söz ediyordu). A priori bir yargı yalnız şu ya da bu hal hakkında ya da birçok haller hakkında daha az ya da daha çok olan bir olasılıkla geçerli bir yargı değildir. Kant bu­na, böyle bir geçerliliğe karşılaştırmalı (komparatif) genellik adını verir. A priori bir yargı kesin ve genel olarak geçerliği olan bir yargıdır. Böyle bir yargı, şöyle bir görüş içerir: Bir şey, bir obje, şu ya da bu şekildedir ve böylece de bize verilmiştir. O şeyin başka türlü olmasına olanak yoktur ve o şeyin bir kez de biraz başka türlü kavranılabilmesi olanaksızdır.Nasıl ki biz bir yere çizilmiş şekillerin yardımıyla geometrik düşünmeyi ve geometrinin vérités éternelle^ini kavrayabiliyor- sak, a priori bilgi de çoğu kez deneyimin yardımıyla elde edil­mektedir. Mekânla ilgili deneyimleri olmayan bir kimse, doğ­ruyu ve eğriyi, büyük ve küçük olanı, noktayı ve doğruları, her­hangi bir şeyin açılarını algılamayan bir kimse, geometri bilgi­lerini elde edemeyecektir. İnsanın bütün bilgisi duyuların dış dünya ile bağ kurmasıyla, insanın kendi çevresindeki deneyim­leriyle başlar. Fakat algılanan tek bir hali, bir olayı aşarak bütün haller ve olaylar için geçerli olan, zorunlu ve genel olan bağları kavrayan bilgi, ne tek bir algıdan ne de birçokalgınınbirarayagelmesinden elde edilebilir. Algı daima ancak duyularımızla iliş­ki kurduğumuz, gelip geçici bir olguyu bize verebilir, böyle bir olgunun verilmesi de duyu organlarımızın durumuna bağlıdır, yani böyle bir veriliş, göreceli olan, bize göre olan bir veriliş tarzıdır. Matematik bilimlerin bütün teoremlerinde görüldüğü gibi, zorunlu, kesin ve genel bir geçerliliği olan yargılar, özel bir sağlamlık, değişmeyen bir kesinlik taşıyan yargılar, vérités éternelles, deneyimlerden geçen bir varlık tarafından (yani, in­san tarafından) oluşturuldukları halde, yine de deneyimden doğmazlar. Kant Salt Akim Eleştirisipek ünlü olmuş bir sa­tırında aynen şunu söyler: Bütün bilgimiz deneyim ile başlar; fakat bütün bilgimiz deneyimden doğmaz (yani, bilgimizin ke­sinliği algıdan gelmez); bu nokta açık bir şekilde anlaşılmalıdır. Algılama anlamındaki “deneyim”, bize ancak zamanın herhangi bir noktasında duyularımıza verilen bir olguyu iletebilir. Hal­buki matematik biliminde (matematik bilgi deneyim objelerine bağlı değildir) karşılaştığımız bilgilerin kaynağı duyulara verilen alanda bulunamaz, bu bilgilerin “temeli” duyular dünyası ola­maz. Bu bilgilerin kaynağı, Leibniz’in intellectus ipse (anlama yetisinin kendisi) adını verdiği yetidir. Bu tür bilginin kaynağı, düşünme eylemidir. Bu eylem, tasarlayan ve kuran, karşılaş­tıran ve hesaplayan, çıkarımlar ve tanımlar yapan bir eylemdir.İşte bu, Platon, Leibniz, Kant ve başka bazı filozofların (ör­neğin, Descartes’ın “doğuştan ideler” hakkındaki teorisi gibi) birbirinden çok başka yollardan yürüyerek ve birbirinden çok ayrı adlarla göstermeye çalıştıkları “a bilgi” fenomenidir. Böylece, bu filozoflar “bilgi teorisi”nin önemli bir sorununu iş­lemiş oldular. Bilgi kavramı, ister Platon’un episteme terimiyle ifade etmek istediği gibi dar ve kesin bir anlamda anlaşılsın; ya da isterse Kant’ta olduğu gibi geniş bir anlamda ele alınarak a prioribilgi ve yargılar yanında deneyimi (Kant, deneyime daya­nan bilgiye a posteriori ya da empirik yargılar adını verir), Leibniz’in deyimiyle vérités ele faitya da vérités inbütün alanı da bir tür bilgi olarak anlaşılsın, kuşku götürmeyen nokta şudur: A priori bilgi, vérités éternelles bilgisi adını alan bir bilgi vardır. A prioribilgi vardır; ve bu bilgi, bilginin özel bir türünü oluşturur; çünkü a priori bilgi, özel bir sağlamlığı, kesinliği olan bilgidir. A prioribilginin en önemli örneği, her alanda aynı kalan matematiksel bilgidir; çünkü matematik, istersayılardan, fonksiyonlardan ve şekillerden, isterse mekânla ilgili ilişkiler ve durumlardan söz etsin, bütün bu alanlarda aynı derecede tamkesin (exakt) kalan bir bilimdir ve kesin kanıtlanabilen bilgi için örnek anlamındadır.
Sayfa 76 - DOĞUBATIKitabı okudu
61 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.