Hepsi, itirazsız ona itaat eder görünüyordu. Günde birkaç kez namaz için toplanıyorlar, ve eğer hava yağmurlu değilse namazlarını açıkta kılıyorlardı. Uzun, tek bir safta toplanıyorlar ve hacı da önlerine geçip imamlık yapıyordu. Hareketlerindeki düzen ve uyumla askerlere benziyorlardı; hep birlikte Mekke yönüne döner, birlikte eğilir, sonra kalkar ve birlikte diz çökerek alınları üzerine yere kapanırlardı. İki secde arasında seccadesi üzerinde, yalın ayak, elleri önünde bağlı, dudakları sessizce kıpırdayan ve kapalı gözleriyle derin bir huşu içinde dalıp giden imamın, bütün kalbiyle dua ettiğini görürdünüz; ötekiler, imamların işitilmeyen sözlerini izliyor olmalıydılar. Böylesine içten bir duanın birtakım mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin ediyordu; bir gün, biraz İngilizce bilen Hacı'ya bu konuyu sordum: "Tanrı'nın sizden ona duyduğunuz saygıyı eğilerek, diz üstü oturarak ve yere kapanarak göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? İnsanın sadece kendi içine bakarak yüreğin sükuneti içinde dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu bedeni hareketlerin hikmeti ne?" Daha bunları söyler söylemez, pişmanlık duymaya başladım; yaşlı adamın dini duygularını incitmek istememiştim. Fakat Hacı hiçte gücenmiş görünmüyordu. Dişsiz ağzıyla gülümsedi ve şöyle dedi: "Başka nasıl ibadet edebiliriz ki Allah'a? O, bedeni de ruhu da birlikte yaratmadı mı? Böyle olunca da insanın ruhuyla olduğu kadar bedeniyle de dua etmesi gerekmez mi? Bakın, biz Müslümanlar duamızı niçin böyle yaparız anlatayım size. Yüzümüzü Kabe'ye, Allah'ın Mekke'deki Beytü'l-Haram'ına çeviririz ve biliriz ki, o an da dünyanın neresinde olursa olsun, namaz kılan bütün Müslümanlar hepsi yüzlerini Ka'be'ye çevirmişlerdir; bir tek vücut gibiyizdir ve düşüncelerimizin merkezi de O'dur. Önce ayakta durarak Kuı'an-ı Kerim'den okuruz; bunu yaparken, okuduğumuz kelamın, insana hayatta dimdik ayakta kalması, sebat etmesi için verilen Allah Kelamı olduğu bilinci içindeyizdir. Sonra 'Allah-u Ekber (Allah en büyük!) deriz. Bununla, Allah'tan başka kulluk etmeye değer başka hiç kimsenin, hiçbir şeyin olmadığını dile getirir ve bunun apaçık bir gerçek olduğunu bir daha duyar ve bu gerçeğe bir daha tanıklık ederiz. Sonra o her şeyden yüce olan Allah'a duyduğumuz saygıyı, bu yüceliğin önünde eğilerek gösterir, O'nun gücünü, celal ve azametini övgüyle anarız. Ve O'nun önünde bir toz zerresinden, yokluktan hiçlikten başka bir şey olmadığımızı, O'nunsa bizim yüceler yücesi yaratıcımız ve Rabbimiz olduğunu duyarak alınlarımızın üzerine coşkuyla yerlere kapanırız. Sonra alınlarımızı yerden kaldırır ve oturup, günahlarımızı bağışlaması, bizi rahmetiyle yarlıgaması, doğru yola yöneltmesi, bizi sağlık ve rızıkla nimetlendirmesi için dua ederiz. O'nun haberini bize ulaştıran Muhammed (s.a.v.)'e ondan önceki peygamberlere, bize, kendimize ve doğru yolu izleyen herkese Allah'ın selam ve rahmetini dileriz. Bize de, bu dünyada da öteki dünyada da, iyilik ve güzellik ihsan etmesini niyaz ederiz Allah'tan. Ve sonunda da, başımızı sağa ve sola çevirerek, nerede olursa olsun, doğru yolda olan herkese selam vererek namazdan çıkarız. Peygamberimiz böyle namaz kıldı, böyle dua etti ve kendisini izleyenlere de böyle yapmalarını öğretti; bu onların kendilerini isteyerek ve ta yürekten Allah'a teslim edebilmelerini - ki İslam'ın anlamı da budur- ve O'nunla da, kendi kaderiyle de barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak içindir." Şüphesiz yaşlı adam anlatırken aynı sözcükleri kullanmadı; ama hatırlayabildiğim kadarıyla söylediklerinden çıkarılabilecek anlam buna yakındı. Yıllar sonra anladım ki, bu yalın açıklamalarıyla, benim İslam'la ilk tanışıklığımı sağlayan kişi Hacı olmuştu. Ne var ki, İslam'ı bir din olarak seçmek yolunda herhangi bir eğilim duymadığım o günlerde bile, bir camide ya da işlek caddenin kenarında ne zaman çıplak ayaklarıyla halı ya da hasır bir seccade üzerinde ya da toprakta, ayakta dikilip, elleri birbirine kenetli, başı öne eğik, çevresinde olup biteni unutarak bütünüyle kendi içine gömülmüş, kendi kendisiyle barış içinde namaz kılan bir adam görsem, alışılmadık bir alçakgönüllülük, tuhaf bir boyun eğme duygusu kıpırdanırdı içimde.