Gönderi

ÇOCUKLUĞUN YAPAY OLANI
1860'a gelindiğinde Avrupa, kölelik kurumunu çoktan kaldırmıştı ve Birleşik Devletler'in de aynısını yapmasına ramak kalmıştı. Yirmi yıl daha sürmezdi. Niçin sürmeyeceğine dair pek çok sebep sayılabilir ama bana göre en ilginç olanı şu basit gerçektir: Yalnızca adları özgür olan ücretli köleleri kullanmak daha ucuza mal oluyordu. Üstelik bunlar kölelerden daha iyi çalışıyorlardı. Bu kölelik denen zokayı zihnimizden çıkardığımızda anlam merkezleri olarak aile ile doğa arasındaki (ve bunların karşısında insanoğlunu "insan kaynağı'na dönüştürmek yoluyla elde edilecek kâr arasındaki) çekişme açıkça ortaya çıkar. Britanya, Almanya ve daha başka pek çok yerdeki büyük nüfus kitlelerinin çiftçilikten proleteryaya dönüştürülmesi yoluyla iktidar ve servet elde edildiği sırrına Kuzeyli sanayiciler zaten vâkıf durumdaydılar. Burada da benzer avantajlar elde etmek için iştahları kabarıyordu ama böyle bir dönüşümün başarılabilmesi için önce bağımsızlık, kendine güven, yaratıcılık, aile ve dinî bağlılık gibi Amerikan geleneklerini marjinalleştirmek zorunda olduklarını fark edecek kadar da kafaları çalışıyordu. Aile bağlarını koparmak için zorunlu okul kanunları çıkarmak Almanya'da yürürlüğe konan paketin büyük kısmını oluşturuyordu ve New York, Boston gibi şehirlerin kabul salonlarında Alman büyüsünden gıptayla söz ediliyordu. İç Savaş'ın hemen ardından azgın bir süratle ortaya çıkan endüstriyel devlette fabrikalar, ruhsat kanunları, hükümet müdahaleleri ve zorlamaları, son olarak da zorunlu okul öğrenimi aracılığıyla özgün Amerikan düzeninin girişimci eşitlikçiliği ölüme mahkûm edildi. 1880'e gelindiğinde Amerika'da fabrikalarla finansörlerin borusu ötüyordu ve güçlüden yana tavır alan akademisyenlerden, hukukçulardan, politikacılardan ve bunun gibi iş kollarından oluşan uzmanlaşmış bir proleterya, Haklar Beyannamesi'nde vadedildiği gibi özgürlükçü bir ülke ve ulus yapısını muhafaza etmek için kavga veren Amerikalıların işini zorlaştırıyordu. Bölgesel demokrasiden "de facto" bir oligarşiye böyle radikal bir geçişle birlikte "kafası çalışan insanlar", toplumu etkin bir şekilde yönetmenin önündeki engellere dönüştüler. Bunu şöyle düşünün: Kendilerine "rutin" görevler tayin edilecek canlıların, çocukça bir ruh hâlinde tutulmaları en iyisiydi. Çocuksu insanlar (ara sıra aksiliklerinin tutmasını bir kenara koyarsak) sadece itaatkâr olmakla kalmazlar, aynı zamanda en iyi müşterilerdir çünkü satış teknikleri konusunda neredeyse hiçbir dirençleri yoktur. Plato'dan beri bir dizi ütopyacı yazar, iktidar sahiplerine nasıl çocukça hayatlar -yani kendilerinden daha iyi/üstün durumdakilere itaat edivermeye hazır hayatlar- pişirileceğine dair tarifler verdiler. Bu ütopyacı tasarılar üzerinde birkaç saniye düşünün. Göreceksiniz ki insanları birbirinden, doğal dostlarından ayırma işi listenin başında yer alır. Hepsi de yakın duygusal bağları -hatta kendinizle olan bağlarınızı dahi- içinizdeki kara tahtadan mümkün olduğunca silmeyi gerekli görür. Aile, derin dostluk, kilise, kültür, gelenek, kısaca otoritenin emirlerine karşı çıkan her şey şüpheli durumdadır. Bağımsız bir kafa hepsinden daha tehlikelidir. Ancak okulların sıralarında (Şimdi bilgisayar ekranının ve televizyonun önünü filan da saymalıyız.) oturarak geçirilen on iki yıl en zengin ve kalabalık iç hayatları bile bomboş ve ıssız bir çöle dönüştürecektir. Politikaları belirleyenler açısından açık kaynaklı öğrenimin oluşturduğu "sorun", bu yöntemin bağımsız bir zihin ve karakter gelişimini neredeyse tamamen garanti etmesidir. (Bunların okuldaki eğitim tarafından beslenen yüzeysel simülasyonlarından bahsetmiyoruz tabii.) Daha da kötüsü, kendi eğitim harcınızı karma işinin sorumluluğunu üstlenmeniz, sizi sağlıklı bir şekilde kendinize saygı duymaya yöneltmektedir ve tabii ki kendinden emin bir halk, kaygı içinde yaşayanlara göre çok daha zor yönetilebilecek bir gruptur.
John Taylor Gatto
John Taylor Gatto
·
64 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.