Şoförümüz Gewran ovasında patlayan tekeri değiştirirken, kuzularını otlatan on-oniki yaşlarında bir oğlan çocuğu çekingen bir biçimde bize yaklaştı.
-Bu kuzular senin mi? diye sordum Türkçe olarak.
-Türkçe bilmem ben,diye yanıtladı Kürtçe olarak, gözdağı verircesine.
-Nasıl? Okula gitmiyor musun? dedim Kürtçe olarak şaşırmışçasına.
-Hayır, dedi sakin bir biçimde.
-Çünkü orada bizi Türkçe öğrenmeye ve dilimizi unutmaya zorluyorlar.
-Bilgisiz kalmaktansa Türk okuluna gitmek daha iyi değil mi?
- Ben bilgisiz kalmıyorum ki, diye karşılık verdi sıkılarak.
Gündüz köyün kuzularını güdüyorum, akşamda mollanın evine gidiyorum.
-Öylemi! Peki ne yapmak için?
-Kürtçe öğrenmek için, vallah!
-Peki devlet size karışmıyor mu?
-Mollamız çok akıllı. Resmi olarak Kuran ve din bilgisi öğrettiğini söylüyor...
-Peki gerçekten ne öğretiyor?
-Şairlerden söz ediyor özellikle ve bize ezberlemek için şiirler veriyor.
-Bana birkaç mısra söyleyebilir misin? Çocuk Kürt klasiklerinden dizeleri ezbere okumaya başladı.
-Söyle bakalım, bu yörede seninki gibi çok molla var mı?
-Bilmem, çünkü köyden hiç ayrılmadık ben.Mollamızın öğrencileri olduğunu ve bazen kendisini görmeye geldiklerini biliyorum.
-Peki sen,Kürt olarak mı kalmak istiyorsun,Türk olmak istemiyormusun?
-Hayır,ez benî, diye yanıtladı kara ve ışıltılı gözlerini gözlerime dikerek, bizi Türk yapamazlar.