“...Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur; olacak olur.
Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar.
Sonra hepsi mahvolur gider.
Vukuâtın ardı arkası kesilmez, hepsi birbirini takip eder.
Dikkat edin, söylediklerime kulak verin...
Gökten haber var, yerde ibret alacak şeyler var.
Yeryüzü serilmiş bir döşek, gökyüzü yüksek bir tavan.
Yıldızlar yürür, denizler durur.
Gelen kalmaz, giden gelmez.
Acaba vardıkları yerden memnun oldukları için mi orada kalıyorlar, yoksa alıkonulup da uykuya mı dalıyorlar?
Evvel gelip geçenlerde bizler için ibretler çoktur.
Ey İyâd kabîlesi, hani babalarınız ve dedeleriniz
Hani müzeyyen kâşâneler ve taştan hâneler yapan Âd ve Semûd?
Hani dünyâ varlığına mağrûr olup da kavmine hitâben: ‘Ben sizin en büyük Rabbinizim.’ diyen Firavun ve Nemrud?
Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı.
Evleri de yıkılıp ıssız kaldı.
Yerlerini şimdi köpekler şenlendiriyor.
Sakın onlar gibi gaflet etmeyin.
Onların yolundan gitmeyin.
Her şey fânî, ancak Cenâb-ı Hak Bâkî’dir.
Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yok... Küçük büyük herkes göçüp gidiyor ve herkese olan bana da olacaktır.”
(Efendimizin, kıyâmet günü ayrı bir ümmet olarak ba’s olunacaktır dediği Kuss bin Sâide'nin şiirinden.)