Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Cumhuriyetin verdiği eğitimin; “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı kişiliğe sahip” olma hedeflerine ulaşılamadığını, ergen yaştaki çocuklarımıza verilen eğitimin yetersiz olması nedeniyle suça ya da haram fiillere ulaşma potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu veriler göstermektedir. Bu seviyedeki öğrencilerimizi ahlaki ve değerler yönünden yetiştiremediğimiz gibi bilgi ve beceri alanlarında da yeterli eğitim seviyesine ulaşamamaktayız. Bu alandaki zafiyeti görmek için Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından düzenlenen, 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendiren PISA testinin sonuçlarına bakmak yeterli olacaktır. Test sonuçlarına bakıldığında; Türkiye’nin, okuduğunu anlamada, matematikte ve bilimde OECD ülkeleri ortalamasının altında kaldığı tespit edilmektedir. Türkiye’nin okuma puanı ortalaması 466 olup bu puan ile Türkiye, 37 OECD ülkesi içinde 31. sırada iken 78 OECD ülkesi ve partneri arasında 41. sırada yer aldı. Matematik puan ortalaması ise; 454 puan olarak gerçekleşti. 37 OECD ülkesi arasında 33. oldu. OECD partnerleri arasında 42. sırada yer aldı. Fen Bilimleri puan ortalaması 489 iken OECD ortalamasının altında seyrederek 468 oldu. OECD ülkeleri arasında 30. sırada yer alırken OECD ülkeleri ve partnerleri arasında 39. sırada yer aldı. Müslümanlar yüzyıllar boyunca hükmettikleri devletlerde eğitimin külli kaidesini “La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah” olarak belirledi. Müslümanlar, dünya hayatındaki tüm fikirlerini bu fikrî kaidenin üzerine bina ettiler. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ashabına; bilgi ve kültürün, İslâm akidesi üzerine tedris edilmesi hususunda tembih ediyor; “İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde “Lâ ilâhe illâllah” demeyi öğretiniz!”[1] tavsiyesiyle kalmayıp emir siygası ile Müslümanlara ve yöneticilerine (devlete) farz-ı ayn hükmünde uygulamaların gerektiğini bildiriyordu. Müslümanlar bu sayede yüzyıllar boyunca insanın düşük davranışlarının ancak İslâm’ın verimli akidesi öğretildiği takdirde yüksek davranışa dönüşebileceğini, tüm dünyaya İslâm akidesi ve ondan neşet eden nizamların uygulanması ile bunun mümkün olabileceğini ispat ettiler. İslâm Devleti’nin ürettiği eğitim materyalleri dünyaya ışık tutmuş. Yaşadıkları çağda tarihî şartların tüm olumsuzluklarına rağmen seçkin bir medeniyet inşa etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse; Halife II. Hakem’in, Kurtuba’da kurduğu birçok öğretim kurumu, gayrimüslim âlimleri bile cezbeden bir ilim merkezi olarak nam saldı. Kurtuba’daki el-Hakem kütüphanesi 400.000 cilt kitabı ihtiva etmektedir. İslâm Devleti, “Allah’ın adıyla oku ki dünya karanlıklardan aydınlığa çıksın.” şiarıyla yüzlerce şehirde camiler, medreseler, külliyeler, kütüphaneler, ciltler dolusu eserler ve âlimleriyle dünyada şöhret yapmıştır. Hilâfet Devleti’nin kaldırılması ile kurulan Cumhuriyetin eğitim sistemi; “Tevhid-i Tedrisat” kanunlarıyla pozitivizm ve ulus-devlet üzerine bina edilmeye çalışılmıştır. Fransız devrimiyle ortaya çıkan batıl nizamları ve fikirleri esas edinen bir maarif hareketi başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, Batı’dan taklit edilen dünya görüşünü “Kemalizm” adı altında Müslümanlara eğitim-öğretim politikası olarak uygulamaya başlamıştır. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı ile değişen eğitim nizamı, o günden günümüze yetiştirdiği nesillere ve topluma değer olarak laiklik ve Kemalizm’den başka hiçbir şey verememiştir. Nesillere verilmeye çalışılan bozuk ideolojik saplantıların haricinde Milli Eğitim sisteminin temel amaçlarından birisi de; “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı kişiliğe sahip, insan haklarına saygılı, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler yetiştirmek”tir.[2] Bu sebeple makalede, Cumhuriyetin bozuk ideolojisini sizlere anlatmayacağız; Cumhuriyetin, mili eğitim politikalarıyla eğitimin temel amaçlarından birisi olan değerlerine bağlı, aklı ve üretkenliği ile ön plana çıkmış akıllı bir nesil hedefine ulaşıp ulaşmadığını tenkit edeceğiz. İstatistiklere baktığımızda Türkiye’nin İslâm sonrası uyguladığı laik eğitim modelinin başarısızlığı dürüst düşünen her akıl sahibinin idrak edebileceği netliktedir. İsterseniz istatistikleri yorumlamaya, kanayan yaramız yükseköğretimden başlayalım. İstatistiklere göre Türkiye’de 206 üniversitenin olduğu belirtiliyor. Bunlardan 130’u devlet üniversitesi, 76’sı vakıf üniversitesidir. YÖK tarafından açıklanan istatistiklere göre, Türkiye’deki üniversitelerde 7 milyon 740 bin 502 üniversite öğrencisi var. Yani 7 milyon gencimiz eğitimin son safhasına gelmiş ve dünyayı aydınlatmaya namzet, toplum tarafından itibar edilmesi gereken kimseler olarak görülmesi gerekiyor. Fakat bu verilerin keyfiyetini analiz ettiğimizde, kemiyetteki sayısal başarıyı gölgede bıraktığını görüyoruz maalesef. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin, Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan adreslerde 42 bin 754 kişi ile görüşülerek yapılan ankette uyuşturucu kullananların yüzde %20’si üniversite öğrencisi veyahut yükseköğretim mezunu kimseler. Yine alkol kullanımına bakıldığında Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’nin genç nüfustaki alkol kullanım sıklığı % 42,6 olarak saptanmıştır. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ceza infaz kurumlarında yaşayan hükümlü ve tutukluların toplamı 2014’ten 2017 sonuna kadar yaklaşık 88 bin kişilik bir artış göstererek 232.340 olarak belirtilmektedir. Ayrıca aynı rapora göre, 2017 yılında yükseköğretim mezunu hüküm giyen 9.857 kişi olduğu görülüyor. Tabii bu veriler üniversitelerimiz mezun verdikçe atış göstermektedir. Yine 1 Ocak-31 Aralık 2018 tarihleri arasında cezaevine giren hükümlülerin eğitim durumu ve işlenen suç sırası itibariyle değerlendirildiğinde; yükseköğretim mezunlarının %10,5’i, yaralama suçu ilk sırada yer almakta. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) resmî verilerine göre 3 milyon 775 bin işsiz mevcut. Aslında bu rakam birçok hile ile geri çekilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan birisi de yükseköğretim kurumlarından açık öğretim fakültelerinin (AÖF) kurulma amacıyla alakalıdır. 2017-2018 yılı itibariyle Anadolu Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim fakültelerinde eğitim gören öğrenci sayısı 3.586.216 olarak açıklandı. Açıklanan 3.5 milyonun %80’i işsizdir. Fakat eğitim siyasetimiz pragmatik esaslar üzerine kurulu olduğu için AÖF istatistiklerde okuyan kişileri işsiz statüsünden çıkarıp öğrenci statüsünde göstererek ülkedeki işsizlik oranını geriye çekmektedir. İşte cumhuriyetin maarif politikasının yükseköğretime yaklaşımı bu kadar sığ ve basiretsizdir. Yukardaki suç ve haram fiillerin oluşmasının müsebbibi arkadaş ortamı, ekonomik problemler, aile vb. sosyal sebepler değildir. Bilakis cumhuriyetin kurumlarının tümünün İslâm mefhumlarıyla çelişmesidir. Cumhuriyetin maarif siyasetindeki esaslar değişmezse ve sapık mefhumları düzeltilmezse yükseköğretim seviyesine getirdiğimiz birçok gencimiz heba olacaktır. Onlar için harcanan maddi kayıptan ziyade toplumun gelecek nesillerinin kaybolmasına ve kâfirlerin Türkiye’deki hegemonyalarının artmasına sebep olacaktır. Oysaki Hilâfet Devleti’nin yükseköğretime dair düzenlemesine baktığımızda, devletin eğitim sistemiyle toplumun ihtiyaçlarını karşılamak arasında sıkı bir bağ kurduğunu görürüz. Dr. Nazreen Nawaz, “Altın Bir Nesli ve Medeniyeti İhya Etmek” adlı makalesinde Hilâfet Devleti’nin yükseköğretim hedeflerini ve düzenlemesini şöyle özetlemektedir: “…hedeflerden birisi, yükseköğretim talebelerinin İslâmi şahsiyetlerini güçlendirmek ve derinleştirmektir ki böylece onlar ümmetin hayati meselelerini gözeten ve koruyan liderlere dönüşsünler; yönetimi muhasebe eden, daveti taşıyan ve ümmetin birliğinin, dinin veya Hilâfet’in karşısındaki tehditlere karşı dursunlar. Yani İslâmi kültür yükseköğretim talebelerine uzmanlık alanlarına bakmaksızın sürekli olarak öğretilir. Bunun sonuncunda, ümmet içerisinde iyi eğitimli insanlar yetiştirilecektir ki bunlar sadece kendi şahsi eğitimsel ve iktisadi heveslerinin peşinde koşturan değil, İslâm’ın korunmasında ve yayılmasında öncü olacak kişiler olacaktır. Ayrıca Hilâfet, geleceğin âlimlerini, yöneticilerini, müçtehit ve fukahasını yetiştirmek için öğrencilerini teşvik edecek ve her türlü imkânları sağlayacaktır.” Tarihte Hilâfet’in yükseköğretimde sunduğu pratikle, yarın kurulmasının ardından sunacağı pratiklik arasında fark olmayacaktır. Altın bir nesil ve medeniyeti nasıl oluşturacağını tüm dünyaya gösterecektir, biiznillah! Fakat Türkiye’nin eğitim siyasetinde sadece yükseköğretim sorunlu değildir. İlk-orta ve lise düzeyindeki öğrencilerin yetiştirilmesinde bilgi, beceri, ahlak da istenilen seviyede değildir. Aşağıdaki tablo TÜİK’in 2014 yılında güvenlik birimlerine gelen ergen suçluların eğitim seviyelerini göstermektedir: İçişleri Bakanlığı 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde ergen çocukların suç ile temas etmemeleri için; okullarda bin 413 okul kolluk görevlisi, 22 bin 799 güvenli eğitim koordinasyon görevlisi, okul giriş ve çıkış saatlerinde güvenliği sağlamak üzere 5 bin 404 polis ekibi ile 3 bin 624 jandarma devriye personeli ve 20 bin özel güvenlik görevlisi görevlendirdi. Cumhuriyetin verdiği eğitimin; “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı kişiliğe sahip” olma hedeflerine ulaşılamadığını, ergen yaştaki çocuklarımıza verilen eğitimin yetersiz olması nedeniyle suça ya da haram fiillere ulaşma potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu veriler göstermektedir. Bu seviyedeki öğrencilerimizi ahlaki ve değerler yönünden yetiştiremediğimiz gibi bilgi ve beceri alanlarında da yeterli eğitim seviyesine ulaşamamaktayız. Bu alandaki zafiyeti görmek için Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından düzenlenen, 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendiren PISA testinin sonuçlarına bakmak yeterli olacaktır. Test sonuçlarına bakıldığında; Türkiye’nin, okuduğunu anlamada, matematikte ve bilimde OECD ülkeleri ortalamasının altında kaldığı tespit edilmektedir. Türkiye’nin okuma puanı ortalaması 466 olup bu puan ile Türkiye, 37 OECD ülkesi içinde 31. sırada iken 78 OECD ülkesi ve partneri arasında 41. sırada yer aldı. Matematik puan ortalaması ise; 454 puan olarak gerçekleşti. 37 OECD ülkesi arasında 33. oldu. OECD partnerleri arasında 42. sırada yer aldı. Fen Bilimleri puan ortalaması 489 iken OECD ortalamasının altında seyrederek 468 oldu. OECD ülkeleri arasında 30. sırada yer alırken OECD ülkeleri ve partnerleri arasında 39. sırada yer aldı. Daha önceki PISA verilerine bakıldığında ise Türkiye’deki ergen öğrencilerin okuma, matematik ve fen bilimleri alanlarında yine OECD ortalamasının altında kaldığı yukarıdaki tabloda görülmektedir. Uzmanlar geçmiş yıllara nazaran Türkiye’nin puanının ciddi bir şekilde düştüğünü belirtiyorlar. Türkiye’deki eğitim sistemi, İslâm’dan sonra değişen yüzüyle değerlerine bağlı, aklı ve üretkenliği ile ön plana çıkmış, akıllı bir nesil yerine; maddi, ruhi, insani, ahlaki değerlerden yoksun nesiller üretmiştir. Okullara konulan akıllı tahtalar kadar aklı olamayan bir nesil var edilmektedir. Sonuç: Cumhuriyetin eğitim-öğretimi, pozitivizm ve ulus-devlet üzerine bina etmeye çalışması, mezun ve okuyan gençlerin çoğunun İslâm ile çelişen bir yöne gitmelerine sebep oldu. Burada bahsettiğimiz; Kemalist karanlık kafaların manipüle ettiği bilim ve sanayi ile ilgili programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrenseldir. Hiç bir ideolojiye has olmadığı gibi bütün insanlar için geneldir. Kastettiğimiz eğitim-öğretim programları, kültür programlarıdır. Kültür, tarih, edebiyat, felsefe ve kanunla ilgili alanları kapsar. Bu alanlar insanın hayata bakış açısını etkiler. Çünkü tarih, hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat ise, hayatın duygusunu tasvir eden konuları kapsar. Felsefe, hayat hakkında bakış açısını teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise, hayatın müşküllerini pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi düzenler; idare edecek çözümler sunar. Bu alanları sömürgeci kâfirler İslâm’dan kopararak, Müslüman çocukların zihniyetlerini istediği minvalde özel bir şekilde doldurdu. Çocukların bazılarını kendi hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm’ın varlığının zaruriyetini hissedemez hâle getirdi. Evlatlarımızın bir kısmını da; İslâm’ın, hayat sorunlarını çözebilme elverişliliğini inkâr ettirerek onları İslâm’a düşman olarak yetiştirdi. Bu sebeple deizm, ateizm gibi birçok sapık düşüncenin nesillerimize teneffüs etmesini sağladı. Zaten Cumhuriyetin maarif siyaseti ve öğretim programları, İslâmi hayatı yeniden başlatma çalışmaları karşısında bir engel oluşturmak amacına matuf hazırlanmıştır. Cumhuriyetin eğitim anlayışındaki karanlık ve çirkin yüzü yukarıdaki verilerin tümünün müsebbibidir. Yüzyıllık bir cumhuriyet ve 66 hükümet, eğitim sistemiyle değerlerine bağlı, akıllı ve üretken nesiller hiçbir zaman yetiştiremedi. Bunun için İslâmi hayatı yeniden başlatmak isteyen Müslümanların, Cumhuriyetin eğitim-öğretim siyasetinin çirkin yüzü karşısında yapması gerekenleri şu şekilde sıralamak mümkündür: · Gayri İslâmî fikirlerin var olmasını ve İslâm dünyasına hâkimiyetini engellemelidirler. · Eğitim ve öğretim programlarının sömürgecilerin koyduğu esas üzerinde var olmasına ve okullarda, üniversitelerde bu programların uygulama metoduna itiraz etmelidirler. · Bazı kültürel konulara “evrensel bilim” olarak itibar edilmemesi ve genel olarak insanlar nezdinde bunlara hürmet gösterilip onların yüceltilmemesi gerektiği hakkında kamuoyu oluşturmalıdırlar. · İslâm dünyasındaki Müslümanların İslâm’la çelişen gayri İslâmî bir hayatı yaşadıklarını idrak etmelerini sağlamalıdırlar. · Müslümanlar ile İslâm yönetimi arasındaki tarihî mesafeyi ortadan kaldıracak tebliğ çalışmaları yapmalıdırlar. · İslâm beldelerinde demokrasi esası üzerine kurulu olup halk üzerine kapitalist sistemi uygulayan ve Batılı devletlere siyasî şekilde bağlı bulunan yöneticileri muhasebe etmelidirler. · Vatancılık, milliyetçilik ve demokrasi gibi batıl kavram ve nizamlara davet eden, bunları savunan siyasi hareketlere destek vermemelidirler.. Hakan Bolat
··
316 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.