Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Kitabı incelemeye ilk olarak yazarı tanıyarak başlamanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Victor Frankl Yahudi Soykırımı’ndan kurtulan nörolog ve psikiyatrdır. Hümanist ve Varoluşçu bir felsefe olan logoterapinin kurucusudur. Bu felsefe motivasyon odaklı bir metottur. 92 yıl yaşamıştır ve başkalarının kendi yaşamlarının anlamını bulmasına yardım etmek yazarın amacı olmuştur. Yaşamın anlamını bulabilmek için öncelikle bir amacımızın olması gerektiğini ve acının vazgeçilmez olduğu durumlarda acının da bir anlamı olabileceğini vurgulamıştır. Sigmund Freud ile okul dönemlerinde mesajlaşmış, ayrıca o dönemde intihar ve depresyon konusunda uzmanlaşmış; bir süre sonra Freud dan uzaklaşıp, AlfredAdler’ındüşüncesine katılmıştır. Ama anlam arayışı onu Adler den de uzaklaştırmıştır. Daha sonraları öğrencilerin çok intihar ediyor olmasından dolayı ücretsiz terapiler vermiştir. 2. Dünya Savaşı döneminde ailesiyle birlikte Nazi Kamplarına gönderilmiş; karısı tifüsten, babası zatüreden,annesi ve erkek kardeşi ise gaz odasına gönderilerek öldürülmüştür. Frankl, 3 sene boyunca bu kamplarda kalmış ve yaşam mücadelesi vermiştir.Kamptan kurtulduktan sonra ömrünü kitap, psikoloji, nöroloji ve logoterapiyle geçirmiştir. Bu kitabı da 1946’da9 günde yazmıştır. Şimdi kitaba gelecek olursak, kitap iki bölüm olarak yazılmış ve ilk bölümde yazarın otobiyografisi olan toplama kampı deneyimleri (Yahudi Soykırımı), ikinci bölümde ise yazar kendi geliştirdiği Logoterapi’yi anlatmıştır. İlk bölümü okumak çok keyifli ve sarsıcıydı, bir çok yerde ders çıkarılacak konular vardı fakat ikinci kısım biraz daha teorik olduğu için sıkıcı ama bilgilendiriciydi. Yazar, her şeye neden aramamak ve kaderi olduğu gibi kabul etmek gerektiğini belirtmiş. Hayatta rutinlerin olması gerektiğinden bahsetmiş. Ülkemizde yaşadığımız son olaylar da rutinlerin ne kadar büyük bir nimet olduğunu gözler önüne serdi. Soykırımlar, savaşlar, doğal afetler ve kendi hayatımızda yaşadığımız sorunlar her defasında rutinin, ümit etmenin, bizi hayata bağlayacak bir amacımız olmasının büyüklüğünü her defasında bize hatırlatıyor. Kitabın 51. sayfasında “İnsanın kurtuluşu sevgidedir ve sevgi yoluyladır. Bu dünya geride hiçbir şeyi kalmamış bir insanın kısa bir anlık da olsa sevdiğini düşünürken mutluluğu nasıl hissedebileceğini anladım. İnsan kendisini mutlak yalnızlık içinde, olumlu eylemleri ile ifade edemezken, acılarına doğru bir şekilde, onurlu bir tavır ile katlanmak tek başarısı olabilecekken, böyle bir durumdayken dahi, aklına sevdiğinin imgesine sevgiyle derinden yoğunlaşarak doyum sağlayabiliyordu.” diyor yazar. Her insanın anlam arayışı kendisine özgüdür fakat insanları ayakta tutan en büyük şey sevgi. Sevdiğiniz kişinin hayatta olup olmadığı ya da onu görüp görmemeniz önemli değil, sadece ona olan sevginiz içinizde var olduğu sürece her şeyin üstesinden gelebiliyorsunuz. V. Frank da kampa getirilirken eşini son kez görüyor ve bir daha haber alamıyor. Nerede, ne durumda, nasıl olduğunu bile bilmiyor ama her fırsatta eşini, onunla geçirdiği güzel zamanları düşünüyor ve bu onu dinç tutuyor, o sevgiye tutanabiliyor. Kitabın bir bölümünde de “Kampta bizim hayatta kalmamızı sağlayan şey, bu günler bittiğinde sevdiklerimize kavuşma ümidiydi ancak savaş bittiğinde gördük ki ne sevdiklerimiz hayatta, ne de evlerimiz var. İşte o zaman bizi daha zor günlerin beklediğini anladık."demiş yazar. O kampta belki de hayatlarının en zor günlerini yaşamalarına rağmen tutunabildikleri ümitleri, sevdikleri vardı ama kamp sonrasında özgürlüklerine kavuşmuş olmalarına rağmen büyük bir sarsıntıya, boşluğa düştüler. Yaşıyorlardı ama onları yaşama bağlayacak amaçlar, sevdikleri, işleri yoktu. FriedrechNietzche’nin “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen hemen her nasıla katlanabilir.” sözü biraz da bunun özeti niteliğinde. Biraz da bu kamplara bakacak olursak, Naziler 1933-1945 yılları arasında Almanya’da yaklaşık 20.000 kamp kurmuşlardır. Bu kampların çoğunu Yahudiler oluştursa da başka ırktan insanlar ve eşcinseller de vardır. Naziler, işlerine yarayanları seçerek onları insafsız bir biçimde çalıştırmışlar, bazıları üzerinde de çeşitli deneyler yapmışlar. Aslında bu konuda ne kadar araştırma yapılsa da bazı şeylerin sırlarının hâlâ çözülmediğini düşünüyorum. Tam çözülmeyen şeyler olsa bile bir insanın başka bir insana nasıl böyle bir şey yapabileceğini asla aklım almıyor. Kitabı okurken de sonrasında yaptığım araştırmalarda da hep bunu düşündüm. Kitapta yazar "Yaşadıklarımız hakkında konuşmayı sevmiyoruz. Onları yaşamış olanların hiçbir açıklamaya ihtiyacı yok. O olayları yaşamayanlar ise ne o zaman hissettiklerimizi ne de şimdi hissettiklerimizi anlayabilir." (s. 20) diyerek de bu çözülmeyen konuların neden olduğuna ışık tutuyor sanırım. Büyük ıstırapları yaşayan insanlar bunları dile getirmeyi, anlatırken tekrar yaşamayı istemiyorlar. O olayları yaşamayan bizler de ne kadar düşünürsek düşünelim o acıları anlamamız mümkün değil. Biraz da bu yüzden bu ve bunun gibi olaylar gizemlerini sürdürmeye devam ediyor. Yazar, kitabı da şu sözle bitirmiş :“İnsan o kişidir ki Auschwitz gaz odalarını düzenlemiştir, yine insan o kişidir ki dudaklarında Tanrı’ya dua ve Shema Yisrael ile o gaz odalarına dimdik yürümüştür.” Sadece bu söz üzerine bile düşünecek, söylenecek bir sürü şey var aslında.. “Onca şeyden çıkarılan baş tacı edilecek deneyim, Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkmasına gerek olmadığı şeklindeki harika duyguydu.” Kitapta ilgimi çeken bir nokta da bu cümleydi. Evet, bizi hayatta tutup bir amaca bağlayan şey sevgi. Ama kitapta da gördüğümüz üzere bu sevgi beşeri bir varlığa olursa bir noktada bizi yine ümitsizliğe sürüklüyor. İnsan fıtratı gereği ölümlü bir varlık ve bu gerçekle yüzleşince insan boşluğa düsebiliyor. Ama bu sevgiyi ölümsüz, sonsuz olan Tanrı’ya (Allah’a) yöneltirsek, o zaman asıl huzura, mutluluğa kavuşabiliyoruz. Frankl’a kızının arasında şöyle bir diyalog geçiyor: - Neden iyi Tanrı’dan bahsediyoruz? + Birkaç hafta önce kızamık hastalığı ile boğuşuyordun ama sonra iyi Tanrı sana çaresini gönderdi. - Tamam, ama lütfen baba unutma, öncelikle bana kızamığı göndermişti. Kötülük, yaratıcıdan gelmez. Mevlana Hazretlerine göre, kötülüğe giden amiller; şeytan, nefs, aklı kullanamama ve kötü çevredir. Eğer inandığımız yaratıcıya olan inancımız ve sevgimiz yeterli değilse her kötülüğü ona atar, onu suçlarız. Bu da bize iç huzursuzluktan başka bir şey kazandırmaz. Ahlaki kötülüklerin kaynağı insandır. İnsanı oluşturan nefs, kalp, akıldır yani. Nefsimize köle olur, aklımızı kullanmaz ve kalbimizi karartırsak kâinatta en değerli şey olarak yaratılan insanın nasıl kötüye dönüştüğünü, ne kadar zalim olabildiğini görürüz.
İnsanın Anlam Arayışı
İnsanın Anlam ArayışıViktor E. Frankl · Okuyan Us Yayın · 202335,3bin okunma
··
265 görüntüleme
Aşkınıyam. . . okurunun profil resmi
Ellerine sağlık canım. Çok güzel olmuş. İnsanın zalimliği kabul edilemez. Hitler'in hayatını okuduğumda, çocukluğunda çok acı çektiği yazıyordu. Bunu belli ki büyüdükçe kine dönüştürüyor. Ve ortaya böylesi bir vahşet çıkıyor.
Ay Parçası okurunun profil resmi
Çocuklukta yaşanan duygular insanın düşüncelerini etkiliyor demek ki ama asıl aklımın almadığı sadece Hitler değil ona ortak olan herkes.. insanın bir tarafı acı çektirmeyi seviyor galiba 😅
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.