Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

HRİSTİYAN EVLİLİĞİ
Hristiyan evliliği, İsa Mesih'in erkek ve kadını tek bir organizma olarak tanımlayan sözlerine dayalıdır. Çağdaş dile 'tek beden' olarak aktarılmıştır bu. Hristiyanlar, İsa Mesih'in bu sözlerle sadece bir hissiyatı dile getirmediğine, bir gerçekten söz ettiğine inanır. Yani kilitle anahtarının ya da kemanla yayının gerçekte tek bir alet olmasına benzer bu. İnsan mekanizmasını icat eden, onun erkek ve dişi olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu, bunların sadece cinsel anlamda değil, tam anlamıyla birleşmek üzere tasarlandığını ortaya koymuştur. Evlilik dışı cinsel ilişkinin korkunçluğu, birliğin bir türünü (cinsellik) alıp birleşmenin tümünü oluşturan tüm diğer unsurlardan koparmaya çalışmaktır. Hristiyan inancı, yemek zevki gibi cinsel zevkin de yanlış olmadığını belirtir. Ancak yutmadan ve sindirmeden sadece çiğneyip tükürmek nasıl yanlışsa, cinselliği de bir ilişkinin tüm diğer unsurlarından koparmak yanlıştır. Sonuç olarak, Hristiyanlık evliliğin yaşamın tümü için olduğunu öğretir. Elbette bu konuda birbirinden farklı düşünen kiliseler vardır. Bazıları boşanmaya izin vermez, bazıları da istemeden çok özel vakalara olanak tanır. Hristiyanların böyle bir konuda farklı düşünmesi üzücüdür. Ancak sıradan insanın gözünde, kilisenin evlilik hakkında uyuştuğu noktalar, kilise dışındaki dünyayla uyuştukları noktalardan çok daha fazladır. Yani kiliselerin tümü, boşanmayı canlı bir bedenin büyük bir parçasını kesip atmak olarak görür. Bazılarına göre bu kesme işlevi o denli şiddetlidir ki, hiç yapılmamalıdır. Diğerlerine göre ise bazı umutsuz vakalarda son çaredir. Ama hepsi de boşanmanın, iş ortaklığını bitirmek ya da askeriyeden kaçmaktan çok iki bacağın kesilmesine benzediği konusunda hemfikirdir. Kiliselerin tümü, taraflar arasında aşk bittiğinde ya da bir taraf başkasına aşık olduğunda boşanmayı tarafların değiştirilmesi gibi basit bir işlem olarak gören çağdaş görüşe tümüyle karşıdır. Bu çağdaş görüşün iffetle bağlantısına bakmadan önce, başka bir erdem olan adaletle bağlantısına bakalım. Daha önce de söylediğim gibi, adalet sözlerin tutulmasını içerir. Kilisede evlenen herkes, tanıklar huzurunda eşine ölene dek bağlı kalacağına dair ciddi bir söz verir. Bu sözü tutma görevinin cinsel ahlakla özel bir bağlantısı yoktur, herhangi bir sözde durmak gibidir. Eğer çağdaş insanların bize anlattığı gibi, cinsel güdülerimiz tüm diğer güdülerimiz gibiyse, tüm diğer güdülerimizi denetlemek için verdiğimiz sözlerle aynı muameleyi görmelidir. Ama eğer benim düşündüğüm gibi, diğer güdülerimize pek benzemeyen, kolayca kabaran marazi bir yapısı varsa, bizi namussuzluğa sürüklememesi için daha büyük bir çaba göstermeliyiz. Bazı kişiler, ben kilisede sadece formalite icabı söz verdim, tutmaya niyetim yok diyebilir. O halde sözü verirken kimi kandırmaya çalışıyorlardı? Tanrı'yı mı? Bu çok akılsızca olur. Kendilerini mi? Bu daha küçük bir akılsızlık değil midir? Gelini mi, damadı mı, karşı tarafın ailesini mi? Bu hainliktir. Bence böyle diyenler daha çok tanıklar topluluğunu aldatmayı umuyor. Evliliğin saygınlığını istiyor, ama bedelini ödemeye yanaşmıyorlar. Yani bu tür kişiler üçkağıtçıdır, hilekardır. Bu tür kişilere söyleyecek bir şeyim yok çünkü daha dürüstlüğü bile ilke edinmediklerine göre, iffet gibi ağır bir erdemi onlardan nasıl bekleyebilirim? Ama eğer kendilerine gelip dürüst olurlarsa, vermiş oldukları sözün onları hala bağladığını hatırlatırım. Dikkat ederseniz, bu nokta iffet değil, adalet başlığı altına giriyor. İnsanlar evliliğin kalıcılığına inanıyorlarsa, tutamayacakları sözler vermek yerine birlikte yaşasınlar! Evlilik olmadan birlikte yaşadıkları takdirde (Hristiyan bakış açısından) fuhuş suçu işlerler. Ama bir hatayı tamir etmek için başka bir hata yapılamaz. İffetsizliğin üzerine bir de yalan yemin suçunu eklemenin bir yararı olmaz. Evli kalmanın tek gerekçesi aşık olmaksa, o zaman evlilik bir söz ya da sözleşme üzerine kurulmamış demektir. Eğer önemli olan tek şey aşk ise, o zaman söz vermek ona hiçbir şey eklemez ve hiçbir şey eklemeyecekse hiçbir şey verilmemelidir. İşin ilginç yanı, sevgililer birbirlerine aşık oldukları sürece bu gerçeği, sadece aşktan söz eden kişilerden daha iyi bilirler. Chesterton'un söylediği gibi, birbirine aşık olan kişiler kendilerini sözlerle bağlama eğilimine sahiptirler. Dünyada yazılan aşk şarkılarının tümü sonsuz bağlılık yeminleri içerir. Hristiyan yasası aşk tutkusuna, onun doğasına yabancı bir şey eklemeye çalışmıyor, aşıklara bu tutkuları ciddiye almaları yönünde talepte bulunuyor. Elbette aşıkken, aşık olduğum için sevgiliye verdiğim söz, yaşam boyu tutulmalı, aşk sona erdiğinde dahi o sözden dönülmemelidir. Söz yapabileceğim şeylerle, eylemlerle ilgilidir. Kimse belli bir duygunun devam edeceğine dair söz veremez. Yoksa başım hiç ağrımayacak ya da hiç açlık duymayacağım gibi bir söz de verilebilir. O zaman, birbirine aşık olmayan iki kişiyi bir arada tutmanın yararı nedir diye sorabilirsiniz. Çeşitli sağlam, toplumsal nedenler vardır: Çocuklar için bir yuva sağlamak, erkeğin canı sıkıldığında (muhtemelen evlilik uğruna kariyerini zedelemiş ya da kurban etmiş olan) kadını kovulmaktan korumak. Emin olduğum başka bir neden daha var, ama bunu açıklamak biraz zor. Biraz zor, çünkü 'B, 'C'den daha iyi olduğunda, birçok insan A'nın B'den daha da iyi olabileceğini göremez. İnsanlar her şeyi iyi ile kötü olarak düşünür; daha iyi, en iyi ya da daha kötü, en kötü gibi seçenekler olabileceğini dikkate almaz. Vatanseverlik sizce iyi bir şey mi diye sorarlar. Yanıtınız olumludur; bireysel bencillikten çok daha iyi olduğunu düşünürsünüz. Ama vatanseverliğin, evrensel hayırseverlik kadar iyi olmadığını söylersiniz. İkisi çatışma içinde olduğunda evrensel hayırseverlik daima ilk seçimimiz olmalıdır. Bunları söylediğinizde, kaçamak yaptığınızı öne sürerler. Bu kez düello hakkındaki düşüncenizi sorarlar. Bir kişiyle düello yapmaktansa onu bağışlamak çok daha iyidir dersiniz. Ama yaşam boyu süren ve katliamlarla sonuçlanabilecek kan davasına kıyasla düello yeğdir dersiniz. Bunları söylediğinizde doğru dürüst cevap vermediğinizi öne sürerler. Bu nedenle, umarım kimse sözlerimi yanlış anlamaz. 'Aşık olmak' dediğimiz şey şahanedir ve bizim için çeşitli açılardan iyidir. Bizi cömert ve cesur kılar, gözlerimizi sadece sevgilinin güzelliğine değil, bütün güzelliklere açar. En azından ilk başta hayvansı cinselliğimize galip gelir. Bu anlamda aşk şehvetin üzerindedir. Aşkın hem tensellikten hem de soğuk bencillikten daha iyi olduğu aşikardır. Ancak, söylediğim gibi, yapacağınız en tehlikeli şey doğanızın bir güdüsünü alıp ne pahasına olursa olsun izlemeniz gereken tek kılavuz yapmaktır. Aşık olmak iyi bir şeydir, ama en iyi şey değildir. Aşkın altında olan çok şey vardır, ama üzerinde olan şeylerde vardır. Bütün yaşamın temeli yapamayız aşkı. Soylu bir duygudur ama yine de bir duygudur. Hiçbir duygunun aynı yoğunlukta devam edeceği, hatta devam edip etmeyeceği bilinemez. Bilgi devam edebilir, ilkeler devam edebilir, alışkanlıklar devam edebilir ama duygular gidip gelir. Aslında, insanlar ne derse desin, "aşık olma" durumu genellikle devam eden bir şey değildir. Eskilerin "sonsuza dek mutlu yaşadılar" masalıyla kastedilen "Evlenmeden önceki duyguları elli yıl aynen devam etti" düşüncesi ise, böyle bir şey asla olamaz; zaten olması da hoş olmaz. Beş yıl hiç durmadan böyle bir heyecanla yaşamayı kimin kalbi kaldırır? İşinize gücünüze, iştahınıza, uykunuza, dostluklarınıza neler olmaz? Ama elbette, "aşık olma" durumunun sona ermesi sevginin sona ermesi değildir. Aşktan ayrı olarak, sevgi sadece bir duygu değildir. Kişilerin iradelerini kullanarak devam ettirdiği, gayret göstererek alışkanlık hale getirdiği, lütufla güçlendirdiği ve Tanrı'dan aldığı derin bir birliktir. Tıpkı kendinizden hoşlanmadığınız anlarda bile kendinizi sevdiğiniz gibi, kişiler de birbirlerinden hoşlanmadıkları anlarda bile bu sevgiyi birbirlerine gösterebilirler. Hatta kendilerine izin verilip de bir başkasına aşık olmaları durumunda bile birbirlerine bu sevgiyi göstermeye devam edebilirler. Aşk sayesinde birbirlerine sadakat sözü verenler, bu sözü sevgiyle devam ettirecekler. Evlilik mekanizmasının devamını yalnızca sevgi sağlayabilir. Aşk bu patlamayı başlatan etkendir sadece. Benden farklı düşünüyorsanız, "Adam evli değil ki, bu konuda bir şey bilmez" diyebilirsiniz. Belki de haklısınız. Ama bunu söylemeden önce, beni yargılarken sadece romanları ya da filmleri değil kendi tecrübelerinizden ve arkadaşlarınızın tecrübelerinden öğrendiklerinizi dikkate alın. İnsanların düşündüğü kadar kolay değildir bu. Tecrübelerimiz kitaplar, diziler ve filmler tarafından renklendirilmiştir. Gerçekten yaşamdan öğrendiklerimizi bu renklerden ayırmak sabır ve beceri gerektirir. İnsanlar kitaplara bakarak doğru kişiyle evlendiğinizde sonsuza dek aşık kalacağınız fikrine kapılır. Ama böyle kalmadıklarını fark ettiklerinde bir yanlış yaptıklarını ve değiştirmeleri gerektiğini düşünürler. Oysa yeni aşkında eskisi gibi sonuçlandığını görürler. Yaşamın er alanında olduğu gibi, bu alanda da yolculuk heyecanlarla başlar ama öyle devam etmez. Uçma düşüncesinin heyecanıyla yanıp tutuşan bir genç, hava kuvvetlerine katıldıktan ve uçmayı öğrendikten sonra aynı heyecanı yaşamayacaktır. İlk kez gördüğünüz güzel bir yerin heyecanı, orada yaşamaya başladıktan sonra değişir. O halde, uçmayı öğrenmeyelim mi ya da güzel bir yerde yaşamayı istemeyelim mi? Tabii ki değil. Her iki durumda da, ilk heyecanın ölmesiyle birlikte daha sakin ve kalıcı bir ilginin oluştuğu görülür. Üstelik (bunun ne kadar önemli olduğu sözlerle anlatılamaz) heyecanın kaybına ve daha sakin bir yolda yürümeye hazır olan insanlar, farklı yönlerde yeni heyecanlarla karşılaşacaklardır. Uçmayı öğrenen ve iyi bir pilot olan genç, birden bire müziği öğrenecektir. O güzel yere yerleşen adam, bahçıvanlığı keşfedecektir. İsa Mesih'in, bir şeyin ölmedikçe gerçekten yaşamaya başlamadığını söylerken kastettiğinin küçük bir parçası bu olsa gerek. Herhangi bir heyecana sarılıp bırakmamak yararsızdır. Aslında yapılabilecek en kötü şeydir. Bırakın ilk heyecan ölsün ve bu ölümden sonra daha sakin bir ilgi ve mutluluk doğsun. Yepyeni heyecanlardan oluşan bir dünyada yaşamaya başladığınızı göreceksiniz. Ancak heyecanlar tek gıdanız olur ve bunları suni yoldan uzatmaya çalışırsanız, giderek zayıfladıklarını ve azaldıklarını göreceksiniz. Ömrünüzün kalan kısmında bunalacak, sıkılacak ve hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Bu gerçeği kavramış çok az sayıda insan vardır. Orta yaştaki sayısız insan ise yeni ufuklara açılacakları, yeni kapılardan girecekleri bir dönemde kaybolan gençliklerine yapıp durmaktadır. Sığ suda çırpınmanın heyecanına dönebilmek için umutsuzca çabalayan küçük bir çocuk, yüzmenin daha zevkli olduğunu keşfedemeyecektir.
Sayfa 96 - Haberci Basın YayınKitabı okudu
·
234 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.