Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

584 syf.
10/10 puan verdi
·
45 günde okudu
şu iki-üç satırlık olan küçük incelememe, kitaptaki sahnelerden birini (öznel olarak belirtmem gerekirse sanırım en çok beğendiğim sahneydi) kendi anlatımımla, az çok demeden yeniden tasvirleyerek anlatmakla başlamak istiyorum. kırmızı renginin en güzel hâline sadece bakakalmakla yetinemeyen, üzerine bir de etkisi altına giren saten kumaşla örülen perde aralanıyor yavaş yavaş, sıradan bir nypmha perisi, en yüksek dağın tepesindeki bir malikânenin duman altı olan odasında toplaşan kibirli tanrıların şarap bardaklarını kendine mola vermeksizin sürekli yenilerken diğer bir nypmha perisi ise dionysus'un getirmekten çekinmediği o balımsı maddeyi- evet, evet o madde, o ambrosia'yı kadehlere doldurulan fıçıların içerisine dökerken şehvetin âlâsıyla donatıldığını hissetmekten kendisini alıkoyamayan afrodit kıpır kıpırdı yerinde. zeus'un keyfi vaktinden hâlliceden ziyâde gayet yerindeydi, kırışıklıklardan geçinmeyen yüzüne rağmen gülüyor, eğleniyor, içiyor ve hadsizliğinin kendisine tanımadığı sınırlarıyla bir gözü afrodit'in üzerinde iken diğer gözü ise ortamda küçük adımlarla dolaşan nympha perilerinin üzerindeydi. helios'un gücünden ötürü bir sabah akşamına doğan mağrur güneş, mağrur yıldız aydınlatıyordu tanrıların tıpkı yargıladıkları velâkin aynı zamanda da sonsuz varlıklarını sürdürmek-vâr olmaya devam edebilmek için muhtaç kaldıkları insanoğullarının buluşmalarına benzer olan ortamını. bin yedi yüz kırk dokuz yılının yaz mevsimi, aylardan ağustos ve de günlerden ise ayın yirmi sekizinde doğan johann wolfgang von goethe'in faust isimli eserine on sekiz yaşında başladığı ve de altmış yılda, seksenli yaşlarına basmasının üç yıl sonrasında ancak tamamlayabildiği söyleniyor: okuduğum kaynağıma göre. "takdir edilesi bir sabır işi." diye üstü kapalı bir biçimde tasvir ederek geçmenin fazlasıyla büyük bir saygısızlık olacağını düşündüğümden/olabilme imkânından ötürü yorumlarımı siz kullanıcıların önüne sürerken olabildiğince özenli olacak olan cümlelerimi ve de yorumlarımı okuduğunuzdan emin olmaya çalışacağım. goethe, ailesi için, "babamdan dış görünüşümü ve hayatı ciddi sürdürmeyi, anacığımdan da şen tabiatımı ve hayal kurma zevkimi aldım." diyerekten söz eder: babasını ise ilk öğretmeni olarak görürmüş. fizikî görünümünün getirdiği güzelliğiyle, ses tonunun ve de cümlelerin en alıcı noktalarına yapabildiği doğru vurgulama yetenekleriyle kullanılabilmesini bildiği ses tonunun karşısındaki kişiyi kısacık bir süre içerisinde etkisi altına alan biri, aynı vaktin içerisinde de şair ruhuna sahip bir ilim ve sanat ustasıdır johann wolfgang von goethe. kendisi, annesinin antik yunanca hakkındaki dil bilgisi birikiminden ötürü iyonyalı ozan olan homeros'u kendi dilinde okumuştur ancak goethe'nin dil bilgisi annesinin kendisine öğrettiği antik yunanca ile sınırlı kalmıyor: ingilizce, fransızca, italyanca, latince ve de ibranca ile de devam ediyor. henüz onlu yaşlarında iken bile yaşıtlarını şaşırtacak o dehasıyla dinî unsurlara, doğu edebiyatına ve de binbir gece masallarına merak salmıştır. ancak, orta sayfalarına yeni yeni gelmiş olduğum yaşamımdan şiir ve hakikat isimli otobiyografisinde okuduğum ve anladığım kadarıyla söylemeliyim ki: johann wolfgang von goethe'in dışarıya yansıtmış olduğu imajı insanda ne kadar güçlü/akıllı tarzında izlenimler bıraksa da, küçük yaşlarından itibaren çetin geçen- daha doğrusu geçmek bilmeyen- bir savaşla iç içedir. bu kısımı özetleyerek geçmek isterim; yedi yıl savaşları'na sadece tanık olmakla kalmayıp, goethe'in evinin fransız subaylarına karargâh olduğu o dönemde bile bilgi arayışından vazgeçmediğini söylemeliyim. böylesi bir vakitte dâhi sıradan insanlara göre boş boş durmuyor ve kendince, kişiliğine gerek duyduğu bilgi birikinimine kucak açıyor, öyle ki, sanata ziyâdesiyle riayat eden ve de düşkün olan fransız subaylarının da yönlendirmesi eşliğinde tiyatro ile birlikte resim dalının varlığından haberdar olması bu korkutucu(öznel yargı) zaman dilimine eş düşer. geçen zaman atlamasının ardından ilk öğretmeni olarak gördüğü babasının tavsiyesi üzerine leipzig üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başlar, hemen ardından ise edebiyatın derinlerinde sakladığı o muazzamlığın kapısını aralar, aynı vakitte ise sanata olan düşkünlüğünün getirdiği o merak ile akademi öğretmenlerinden resim sanatının ayrıntılarını/inceliklerini kişisel gelişim için yanıp tutuşan goethe, zamanla kendisini şekillendirecek olan bilgilerin darağacına öğrenmeye ilk adımını atar. biraz kişisel yargımı konuşturmuş gibi olacağım, velâkin tek bir imzanın ardından insanların kılık değiştirmesine vesile olduğu düğün senfonileri adına iki hayatı birbirine katacak olan insanlara kendi tarzında şiirsel düğün kartları hazırlar ve de belirlenmiş bir miktar ücret eşliğinde de evlenecek insanlara sanatını sunardı; doğru ya, işte bu vakitlerde de karşısına ilk sevgisini emânet kişi, katchen (a harfinin üstünde iki tane nokta var, ancak benim klavyemde bu harf olmadığı için koyamadım) schönkopf'a sevgisini verir ve devamında ise yazdığı şiirlerin başkarakteri olur, şiirlerinde âdeta onun izi dâhi görülür, tabii katchen ilk sevgisini emânet ettiği kişi olsa da, son kişi olmamıştır ne yazık ki. sevgisini ikinci defa emânet ettiği kişi olan herder ise goethe'in ilk dönüm noktalarından birisi olarak tanımlanıyor. gün ışığı altında yapılan kır gezilerinde frederike ile tanışması ve de onu görebilmek adına saatlerce at üzerinde gezinmesi goethe için yeni bir sevgi serüveninin başlamasına, lâkin hissedilen duyguların daha da derinleşmesine (sırf beş dakika görebilmek için saatlerce kır güneşinin altında at üzerinde gezinmesini örnek olarak gösterebilirim) sebebiyet vermiştir, ki bu dönemine denk gelen william shakespeare'i tanımak ise ilk tiyatro eserinin kendisini ortaya çıkarmasına neden verir. tam bu dakikalarda ise urfaust, yavaştan yavaştan johann wolfgang von goethe'in aklını çelmektedir diye düşünmekteyim, fakat bu düşüncemi ciddiye almanızı arz etmem. çağının ve de ilerideki çağların eşsiz dehası olan johann wolfgang von goethe, çevresini ve de adını işitenleri şaşırtmayarak erken yaşlarda (şunları yazdıkça, yaşantımın ne kadar berbat olduğunu fark ederek üzülüyorum resmen, kıyaslama yapmamak elimde değil) kendine ve de kendi düşüncelerine uygun bir din arayaşına girişir. incil'i tam anlamıyla kavrayabilmesinin ardından ibranice dilini biliyor oluşu sayesinde diğer dinler hakkında da bilgi sahibi olmak istemiştir. yirmi altı yaşına ayak bastığı yılında, kendisinden yedi yaş büyük olan otuz üç yaşındaki frau von stein ile tanışıyor. bu tanışmanın, açıkçasını söylemem gerekirse eğer "büyülü" bir tanışma olarak nitelendirilmesini uygun görürüm (bir öznel yargı daha), zirâsında benim bakış açıma göre von stein ile tanışmak, goethe'in gençlik hayatının yanı sıra, kişiliğinde de bir durulanmaya/duraksamaya sebep olduğunu düşünüyorum. von stein ile aralarında geçen nice yaşanmışlar var, ancak hepsini buraya sığdırmayacağım- daha da doğrusu sığdıramayacağımdan ötürü merak edenlere karşın özürlerimi sunarak kısa kesiyor ve şu küçük alıntıyı bırakıyorum: "roma'ya ayak bastığım gün, tam bir yeniden doğuş." çağının ve de ilerideki çağların eşsiz dehası olan johann wolfgang von goethe'i yazmakla bitiremeyeceğim kesin, zirâ sadece seksen üç yıllık hayatına tıp, hukuk, resim, edebiyat, müzik, mimarî yapım, dil bilimi ve daha sayamadığım o kadar çok şey sığdırmış birisidir ki, ceketin önünü iliklemenin veya da karşısında şapka çıkarmanın dâhi yeterince yerinde kalacağından kuşkuluyumdur: üstelik, belirtmem gerekir ki hayatına hayat katarken bile ne bir usanma ne de bir sıkılganlık var, tamamen keyfiyen yapan bir insandır. bu paragrafı yazmak beni derinden etkilese de, yazmayı boynumun borcu olarak bildiğimden dolayı yazmadan geçemeyeceğim. bin sekiz yüz otuz iki yılının ilkbahar mevsiminde, mart ayının yirmi ikinci gününde seksen üç yıllık hayatına noktayı koyarken dâhi son cümlesi, "ışık," diye başlıyor. "ışık, az daha ışık." diyor, zannımca (tamamen öznel bir yargı daha) ışık tasvirinden kastı bilgi olmalı diye düşünmeden edemiyorum: üstelik herhangi bir kaynağa dair dayanığım yok iken, sadece içgüdü diyerek ifade edebilirim. ve faust... kendisine gelirsem eğer emin olarak söylemeliyim ki faust, goethe'nin şüphesiz en çok bilinen ve de en çok duyulan eseridir: öyle ki, çocuk oyunlarına kukla olduğunu dâhi işitmiştim vaktinde. ancak ne kadar bilinirse bilinsin veya ne kadar duyulursa duyulsun, ne yazık ki en az okunan eserlerinden biridir. aynen öyle, faust, gelmiş geçmiş ve de akıp giden zamanların en çok duyulan lâkin en az okunan kitabıdır; iki bölüme ayrılarak on iki bine yakın dizeden oluşan bu tiyatro eseri, yazarın tam olarak altmış üç yılını almıştır. özellikle ikinci bölümden itibaren sürekli değişen mekânları nedeniyle tiyatroda oynanmasının zor olduğunu düşünüyorum, belki de tiyatroyu hiç tatmadığım için de olabilir, orasından emin değilim. faust, ilk kelimesinden son kelimesine değin bir hesaplaşmanın baş gösterdiği kitaptır. tanrı ile şeytanın, kötü ile iyi tarafın, aydınlık ile karanlık tarafın, üstün taraf ile aşağısındaki tarafın ve daha nicesinde doğan çoğu zıt kutubun sayfalarına davet ettiği hesaplaşma kitabıdır. içeriğinden kısaca bahsetmem gerekirse bolcasından edebiyat olduğunu söylemekle başlamalıyım, ardına takılan zincirleri ise sözlerin sanatı, şiir, mitoloji, yaratılış, felsefe, metafizik gibi insanı ve de insan dışı varlıkları sayfalarının arasında bulundurun edebiyat türünün muazzam bir örneğidir. "roman, yol boyunca gezdirilen bir aynadır." - stendhal. bu alıntıdan yola çıkarak söylemeliyim ki, yanlışım varsa eğer lütfen uyarın beni, ancak faust'un tam olarak tamamen bir ayna olduğunun kanısındayım. günden güne değişen dünya'nın aynası, dakikadan dakikaya değişmekte olan veya yıllar geçmesine rağmen değişmemekte (cehaletinde) ısrarcı olan insanoğlunun aynasıdır faust. geçirdiği günün akşamında, soğuk yatağına sokulmadan önce o gün hakkında hissettiklerini anlatan bir kitaptır faust, bilgi birikimine olan açlığını dile getirir her şeyden önce; hüznünü dile getirir, kızgınlığını, mutluluğunu ve de sevincini, kederini, günden güne dek olgunlaşmanı dile getirir. tamamen bir ayna olma görevini üstlendiğini düşündüğüm bu kitap, mefistofeles ile kimliği belirsiz tanrının arasındaki diyalog ile başlar, demek istediğim, başlamak için/harekete geçmek için bir nedene ihtiyacı olduğunu bildirerek başlar: bu yönden de insanoğluna benzetirim bu kitabı. iki kişi arasındaki diyalog, devamında öylesine bir oyun olmasını ister ki, yukarıda sıraladığım zıtlıkları içerisine davet etmekle kalmıyor artık, birden fazla hesaplaşmaya ihtiyaç duyduğunun farkında olarak saymış bulunduğum ve sayamadığım çoğu zıtlığı sayfalarının arasına artık hapsediyor. faust, bilgi birikimiyle bilgin bir kişiliği temsil eden karakterdir. günler günleri, haftalar haftaları derken yıllar yılı kovaladıkça gitgide derin bir çukurmuşcasına dolan, öyle ki bir günün ardından öğrenecek hiçbir şeyin kalmadığını düşünmesiyle elindeki bilgi birikiminin beraberinde ne yapacağını bilemez. anlam karmaşası içerisine sıkışmıştır, sadece araştırmalar eşliğinde geçip giden hayatı bu noktadan sonra öyle bir noktada durakalır ki hayatını sorgular hâle gelmiştir. geçmişimde böylesine bir anlam karmaşasına düştüğüm dönemimi hatırlayınca, bu noktada faust ile empati yapabildiğimi, onu az çok da olsa anlayabildiğimi keşfettim. mefistofeles ise kötüyü, kötülüğü isteyen amma velâkin eline geçen her fırsatta, her vakitte iyilik yapan bir... varlıktır, yarı yaşam formudur. faust, insanlara bahşedilen yaşamın anlamını bulmak, hakikatı öğrenmek ve bu zevke- demek istediğim, yaşamın anlamını bilen tek insanoğlu olma şerefine ve de ciddi bir mânâda "her şeyi bilme" zevkine erişebilmek adına mefistofeles ile anlaşma imzalamıştır. "işte yine geldik aklımızın sınırına, bu noktada siz insanlar bilincinizi yitiriyorsunuz. madem sonuna kadar yürütmeyecektin bu işi, ne için işbirliği yaptın bizimle? hem uçmak istiyorsun hem de başının dönmeyeceğinden emin değil misin? biz mi ısrar ettik sana, yoksa sen mi bize?" - mefistofeles. gretchen... senin için ne demem gerektiğini bile bilemiyorum. gözümde, iyiliğin ve de duru gibi akıp giden saflığın noktasısın sen, ancak faust ise bu noktada gözleriyle sadece bakıyor ve kör gözleri nedeniyle göremiyor. kör gözler eşliğinde, hatası olsun ya da olmasın faust, onlarca yılın iştahını bu genç bedende, gretchen'in bedeninde iştahı doyuma ulaşacaktır. öznel bir yargıyla açıklayacak olursam eğer bana göre; bu kısa ancak güzel ilişki, sadece bilgi birikiminin paylaşımına karşılık olarak karşısındaki kimsenin varlığından (belki de teninin getirdiği güzelliğindendir kim bilir) yayılacak olan sıcaklığı hissetmek istemesi diye de tanımlayabilirim. "ey cehennem, böyle bir kurban gerekmiş sana!" helena, güzelliğin tanımı. güzelliğin adresi. güzel olan her şeyin ta kendisi. faust, kanımca yetkin olan güzelliğe ulaşmak demenin ebedî ve sonsuz doyuma ulaşmak olduğunu zanneder. güzellik ve bilgiye olan açlığın birleşmesidir: zamana karşın "dursana, öyle güzelsin ki!" diyebilecek gücü kendinde bulabilmektir. cadı mutfağı ise faust'un sürekli dert yandığı yaşlılığından silkinebilme gücünü ve de kurtuluşunu bulduğu o mekandır. burada da öznel olan bir düşüncemi paylaşmak isterim ki, eserin yazarı olan goethe, cadı mutfağı bölümünde neredeyse omuzlarındaki büyük bir yükünü kaldırmışcasına diyaloglar kuruyor ve anlatıyor. cadı mutfağı, yani faust'u gençliğine kavuşturma kısmının yazarın, eserinin ilerleyebilmesi adına büyük bir adım atması gerektiğini düşündüğüm o sahnedir. gelgelelim kimsenin yorum yapamadığı o ikinci bölüme... sevgili dostlarım, kemerlerinizi sıkı bağlamanızı rica edeceğim sizden, zirâsında eserin ikinci bölümü (aynı zamanda da ikinci kitap diye geçer) işlerin çığırından çıktığı o noktadır, yani mekan ve de zaman kavramlarının faust tarafından yenilip yutulduğu o başlangıç noktasıdır. faust ile mefistofeles'in o çağ senin, bu çağ benim kafasıyla çağlar arasında özgürce hareket edebildiği ve az önce de dediğim gibi mekan ile birlikte zaman kavramının da olmadığı bir bölümdür eserin ikinci bölümü. kesinlikle sessiz bir ortamda, ara verilmeden, çoğu cümlenin üzerinde en az iki defa düşünülerek  okunulmasını tavsiye ederim, yoksa diğer türlü sadece okumak için okunmuş olur: yani hiçbir şey anlamamış olursunuz. "babamdan dış görünüşümü ve hayatı ciddi sürdürmeyi, anacığımdan da şen tabiatımı ve hayal kurma zevkimi aldım." johann wolfgang von goethe'in olağanüstü derecedeki şairliğinin yanında, yaratıcılık eşliğinde bilgi birikimini de beraberce harmanlayıp sunduğu bölümdür ikinci bölüm. her şeye rağmen, yine de... yine de gretchen'e üzülüyorum. faust'un seçtiği yanlış seçimlerin bedelini o, belki de olabilecek en ağır şekilde ödedi.
Faust
FaustJohann Wolfgang Von Goethe · İthaki Yayınları · 202213,5bin okunma
·
246 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.