Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

215 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"Talepkâr, tavizsiz ve dik kafalıydı. Feminist, Marksist, liberal, muhafazakâr, Demokrat veya Cumhuriyetçi değildi. Dünyayı seviyor ve insanlık durumunun temel unsurları addettiği şeyleri kabul ediyordu: Yalnız başımıza var olmayız, hepimiz birbirimizden farklıyız, görünürüz ve yok oluruz. İkisinin arasında bir oluş mekânında var oluruz ve yeryüzüne sevgi besleyerek müşterek dünyayı inşa etmeliyiz." Hannah Arendt'in doğduğu çevre, ilk dönem çocukluk anıları, babasının ölümü, Yahudi bir kadın olmak, Nasyonal Sosyalizmin yükselişi, sürgün, hocası ve sevgilisi Heidegger, akıl hocası Jaspers, can dostları Walter Benjamin, Hans Jonas, Mary McCarthy ile olan ilişkileri ve daha birçok özgeçmiş hikayesi anlatılarak bu yaşanmışlıkların Arendt'in düşünce dünyasını nasıl da etkilemiş ve şekillendirmiş olduğunun bir takibi yapılır. Bu biyografinin sonunda, onu tüm nüansları ile anlayarak daha bütün bir Hannah Arendt görür hale geliyoruz. Tahminimden çok daha fazla baş gösteren Heidegger teması, beni ayrıca tatmin eden şeylerden biriydi. "Arendtin çocuksu oyunbazlığı, Heidegger'i ona çeken birçok özelliğinden biriydi. Ofisinde ilk kez yalnız görüştüklerinde Heidegger Arendt'e abayı yaktı." Arendt okumak neden önemli? Bunun çok güçlü sezgisel cevapları bulunsa da, rasyonel bir biçimde kendisini gösteren iki çok önemli başlık geliyor aklıma: Düşünce ile eylem arasında kurmaya çalıştığı denge (bu denge enteresan bir istikrarla, hem düşüncede hem eylemde kendisini gösteriyor onun yaşamında) ve huzurlu bir yaşam için sunmuş olduğu toplumsal insan tasavvuru. Düşünce ile Eylem arasındaki denge: O, düşünce ve eylemin harika bir bileşimini bize sunacaktır. 20. yüzyılın en büyük filozoflarıyla görüşmüş, onlarla çalışmış birisi olarak o, felsefe dünyasının insan yaşamıyla arasındaki kopukluğu fark eder ve bu kopukluğun can alıcı sonuçlarını bizzat deneyimler. 1930'larda anavatanını terk etmek ve sevgilisi M. Heidegger'i geride bırakmak zorunda kalacaktır, hem de acı bir şekilde. Akademi dünyasının, böylesine insanlık dışı bir siyasi hamle karşısındaki suskunluğu ve pasif duruşu, onu mevcut felsefe ve düşünce dünyasını yetersiz bulmaya itecektir. Düşünce dünyasında onca yol kat etmiş olanlar, M. Heidegger de dahil olmak üzere, bu basit Nazi realitesini görmezden geleceklerdir çünkü yaşamdan kopmuş ve kendi düşüncelerine gömülmüşlerdir. Bu Arendt'in düşünce dünyasını ciddi manada dönüştürecektir. Yaşamdan kopuk bir düşünme biçiminin, toplumsal insana hiçbir faydasının olmadığını ileri sürer. Düşünmek, ona göre daima deneyim üzerine olmalıdır. O yüzden hocası Jaspers'ten aldığı ilhamla, diyalog içeren ve daha Sokratik bir felsefi tutumu benimseyecektir. Öz eleştiri, ötekinin perspektifi ve toplumsal insan: O, soykırıma uğramış bir Yahudi olarak, Nazi sonrası dönemde belki de insanlık adına en ihtiyaç duyulacak şeyi yapabilme cesaretine sahip bir düşünürdür. Galip gelmenin heyecanına kapılmış kolektif çılgınlığın akışına kapılmayan Hannah Arendt, Eichmann'ın davasının akabinde kendi cenahını eleştiri yağmuruna tutar. Yapılan yanlışları, doğruları, gerçekçi bir biçimde analiz eder ve dile getirir. Birçok dostu ve Yahudi halkı onu bundan ötürü taşlasa da, o her zaman bu tavrının arkasında duracaktır. İşte bu çok büyük bir erdem. Bir başkası bu eleştiriyi yapmış olsaydı direkt olarak Nazi sevdalısı olmakla etiketlenecekti. Ancak Arendt gibi, soykırımın en acı gerçekleriyle yüzleşmiş birisi kendi cenahının yanlışlarını dile getirebilme erdemini gösterebilirse faydalı bir sonuç alınabilirdi. Yahudi halkını sevmemekle suçlanınca vermiş olduğu cevap ise beni her zaman etkiliyor, kendimi evimde hissettiriyor, o denli yakın hissediyorum kendimi ona: "Böyle bir sevgim olmadığı konusunda ne kadar da haklısın, iki nedenden dolayı: Birincisi, hayatımda hiçbir zaman kimi ulusları veya kolektifleri "sevmedim", ne Almanları, ne Fransızları ne Amerikan ulusunu, ne de işçi sınıfını veya bu siyasi bağlılıkların pahasına başka ne varsa. Gerçek şu ki, ben yalnızca dostlarımı seviyorum ve başka türden bir sevgi gerçekten tanımıyorum." Arendt bu eleştirileri yapabilmek için farklı bir perspektiften bakmıştır yaşananlara. Sahici ve hakiki olana yaklaşabilmek için. Ve tam da bu yüzden, etik bir zorunluluktan bahseder: Başkasının perspektifi ile düşünmek. Dünya, sadece Ben'in dünyası değildir. Bir çok farklı benlik vardır ve ben ne kadar çok başkası gibi düşünebilirsem o kadar çok yaşanılabilir bir dünya kılarım yeryüzünü: "Kişi yalnızca dünyayı başkasının perspektifinden hayal etmekte özgür değildir, aynı zamanda bunu yapmak gibi etik bir sorumluluğu vardır." Samantha Hill Rose. Bir Arendt uzmanı ve düşkünü. Kitabı yazmadan uzun süre önce, onu enteresan Arendt paylaşımlarından ötürü twitter üzerinden takibe almıştım. Onun böylesine detaylı ve çarpıcı bir Arendt kitabı yazacağından emindim ve kitabı duyurduktan sonra İngilizce olarak okumak zorunda olduğumu düşünüyordum. Fakat sonradan beni çok şaşırtan ve sevindiren o gelişme yaşandı: Runik Kitap bu eseri çevirdi! Gerçekten minnet doluyum. Beklentilerim fazlasıyla karşılandı. Bu eser, Hannah Arendt'e müthiş bir giriş kitabıdır. Daha önce hiç duymadığım anılarıyla beraber, onun düşünce dünyasına daha da yakınlaştım. Buradan sonra gözümü onun eserlerine çevirebilirim: İnsanlık Durumu, Zihnin Yaşamı, Karanlık Zamanlarda İnsanlar vs.
Hannah Arendt
Hannah ArendtSamantha Rose Hill · Runik Kitap · 20223 okunma
·
76 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.