Birkaç on yıllar evvelinde sıradan bir fikih meselesini, Kur'an'dan bir ayeti kerimeyi yahut Allah elçisine atfedilen bir hadisi, herhangi bir felsefi metni konuşmak, üzerinde düşünmek, yorum yapmaya kalkışmak yürek isterdi. Bırakınız onu, Kur'an-ı Kerim'i elinde bulundurmak bile sıradan insanın haddi olarak görülmezken, bugün kütüphanelerimizi dolduran telif ve tercüme meal ve tefsirleri saymakta zorlanıyoruz. Bu hadiseyi rahatlıkla bir şuur açılımı olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.