Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Devlet başta olmazsa, kuzgun leşte olur. O vakit ne ana kalır ne bacı, ne kızlar kalır ne kızanlar, ne kardaş kalır ne soydaşlar, ne yâr kalır ne yâranlar... Tastamam millet gider; hepsinden evvel din gider, soy gider, ar gider, ırz gider!" Şah İsmail.. bir sünni tarikatın şeyhiydi; Safeviyye. Bu, geniş bir coğrafyaya yayılmış, gayet etkili ehl-i sünnet bir tarikatti. Timur'un dahi son derece saygı duyduğu hatta Ankara Savaşı’ndan dönüşünde (1402) ziyaret ettiği Hâce Ali’den çok etkilendiği ve Erdebil’i köyleriyle birlikte tarikata bağışladığı kaydedilir. Azerbaycan'dan Buhara'ya, Çin Türkistanı'ndan, Hindistan, Seylan, Hicaz, Anadolu ve Rumeli bölgelerine kadar binlerce müride sahip, ehli sünnet akidesine sıkı sıkıya bağlı bir tarikatti Safeviyye. Osmanlı sultanları Şeyh Cüneyd’in Erdebil’den ayrılışına kadar “çerağ akçesi” adıyla her yıl tekkeye yardımda bulunurlardı. Şimdi yazmayayım gayet tanıdık isimlerin tarikate bağlılığı bilinir ancak ne olduysa şeyh Cüneyd(Şah İsmail'in baba tarafından dedesi) döneminde olur. Cüneyd tarikatin görkemi karşısında nefsine aldanır, devlet kurma sevdasına kapılır. Hep aynı tuzak işte..enaniyet.. feto da bu derdin uğruna bu hallere düşmedi mi.. neyse.. Cüneyd, Anadolu’daki Şiîliğe meyilli oymakları taraftarları arasına katmayı hedefler. Böylece askeri gücünü artıracaktır. Yeterince dinî bilgiye sahip olmayan bu oymaklar arasında zamanla aşırı fikirler yayılır ve tarihçi Huncî’nin kaydettiğine göre Cüneyd ve oğlu Haydar, bağlıları tarafından tanrılaştırılırlar. Torunu Şah İsmail deyim yerindeyse "tüy diker". Sünni bir tarikat, tamamen siyasi emellerle siyasi Şii bir tarikate dönüşür. Şiilik, adam toplamak için elverişli bir malzemedir. İsmail adamlarını Anadolu'dan yerleşik olmayanlardan temin eder. Şimdi abd'ye gidenler, o zaman İran yollarına düşerler. Zaten meselenin inançla falan alakası da  bildiğin av'dan başka bir şey değildir. Ancak biri vardır..İsmail'i izleyen..gözü hep üstündedir. İsmail gençtir, asla yenilgi yüzü görmemiştir. Efsaneleştirilmesinde, tanrılaştırılmasında en önemli etken de budur zaten. Maradona'yı düşünün..bugün adına kurulmuş bir kilise var.. duygular aynı.  İsmail'i izleyen genç şehzade babasını uyarır.. baba pek de oralı olmaz. Oğlunu zaten elden ayaktan uzak Trabzon sancağına göndermiştir. Ama oğulun bir görevi vardır.. ve elbet yerine getirecektir.. tarih mi?... tekerrürden ibaret... yine tekerrür edecek... görmek nasib olsun.. Bu vesileyle bir kez daha paylaşmış olayım..Selimnâme.. Mücahid Küçükyılmaz; Yavuz, Adaletin Kılıcı “Ben Sultan Selim Han! Anadolu’nun ve Rum’un ve Acem’in ve Türkmen’in ve Kürd’ün ve Arab’ın ve Kıpti’nin ve Ermeni’nin ve Gürcü’nün ve Tatar’ın ve Çerkez’in ve Ubıh'ın ve dahi ismini saymaktan yorulacağım milletlerin sultanı… Ümmet-i Muhammed’in Halifesi… Mekke ve Medine’nin hizmetkârı... Mağlup hasmım İsmail Şah’ın hitabıyla “Zamanın İskender’i”... Bilirim, benim de bütün savaşçılar gibi ömrüm kısa olur. Çok işler eylerim de sebep söylemeğe vaktim kalmaz. Dedem Fatih Muhammed Han da az yaşadı, lakin kendisini anlatmaya yetecek kadar saltanat sürdü. Pederim Bayezid-i Sâni ise, savaşçılığa meyletmeyip sarayda uzun bir ömür geçirdi. Ne var ki, ardında izaha muhtaç bir icraat bile bırakmadı. İmdi! Beni şedid, beni zalim ilan edecek olanlaradır sözüm: Rahmetli Pederimin ince ruhunu fırsat bilip birbirine düşenler… Huzurda hiçbir ayıplanmaya uğramaksızın kavga edenler… Meşk ü muhabbet içinde yüzüp devleti asilere terk edenler… Ahali fakr u zaruretle inlerken kendileri mal yığanlar… Hazret-i Rasulün cihad öğüdünü unutup zevk ü safaya dalanlar… Hacc yolunu eşkıyaya teslim edip yağma-talana ortak olanlar… Hutbelerinde raşid halifelerin bir kısmına sövüp sayanlar… Mekke ve Medine’nin izzetine kara çalanlar… Ya kendi beylerim, paşalarım, vezirlerim… Ya Safeviler, Dulkadırlılar, Memluklar… Bilesiniz ki, adaletin kılıcının sizde hakkı vardı, ben yalnızca onu aldım! Bana sövgü niyetiyle “Yavuz” dediniz; tarih Yavuz adına izzet giydirdi, haysiyet verdi, heybet biçti. Adım; kâfirlerin, korkakların, kaçakların, haydutların, sefillerin, sefihlerin değil... ..müminlerin, yiğitlerin, bahadırların, mazlumların, âbidlerin, âşıkların, şairlerin yanına yazıldı. Mevlâm'a nihayetsiz hamd ederim ki, Calut’la, Nemrut’la, Firavun’la, Cehil’le, Cengiz’le değil; Talût’la, İskender’le, Oğuz’la, Alparslan’la, Selahaddin’le, Fatih’le anılacağım. Âdil kılıcını kuşandığım Halife Ömer Efendimiz ve Selâhaddin Eyyûbi gibi bana da Şam, Mısır ve Kudüs’ün fethi müyesser oldu. Her ne ettim ise, devlet, millet, ümmet içindir gayretim. Devlet başta olmazsa, kuzgun leşte olur. O vakit ne ana kalır ne bacı, ne kızlar kalır ne kızanlar, ne kardaş kalır ne soydaşlar, ne yâr kalır ne yâranlar... Tastamam millet gider; hepsinden evvel din gider, soy gider, ar gider, ırz gider! İşte ben! Fani olduğunu bir lahza hatırdan çıkarmayan Sultan Selim Han! Bütün bunların muhafazası için muhterem pederimden geçtim. Öz kardaşlarımı biçtim. Yârin sıcak yatağını değil, seferin zahmetli yolunu seçtim. Tahta geçtim, bir gün oturmadım! Şan ummadım, bana bahşedildi. Kan sevmedim, bana icbar edildi. Sekiz sene dediğin nedir ki! Çölde bir ikindi güneşi; gölgesi uzun, ömrü kısa! Bir cihangir, yapmaktan konuşmağa fırsat bulamaz o daracık vakitte! Ömrüm at sırtında, harp meydanında geçti ise… Gürzüm mazluma kör, zalime kor oldu ise… Kılıcım adalet uğruna bilenip kesti ise… Milletim ve müstakbel evlatlarım asırlar boyu kansız, gamsız, düşmansız yaşasın diyedir. Ben Anadolu’da, Rumeli’nde, Diyarbekir’de, Maraş’ta, Antep’te, Mısır’da, Şam’da, Halep’te ve dahi Hicaz’da ve dahi Kudüs’te yüzlerce yıllık refahı ve nizamı millet ve ümmet adına peşin aldım. Bu uğurda nice bedel ödedim, nice bedel ödettim! Gene de nefsimi temize çıkarmağa gayret etmem. Zira benden sonra gelen her kimse yaşar, görür. Ve tarih beni izah eder. Vesselam.” Dilek Sipahi
·
348 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.