Kimin eli kimin cebinde...???Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) 14 Mayıs'taki seçimde aday göstermeyerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleme kararı aldı. HÜDA-PAR, seçimlere AK Parti listelerinden girecek...
HÜDA-PAR parti programından;
●Kürtçe ikinci resmi dil olmalı.
●Anadilde eğitim hakkı tanınmalı.
‘Türk milleti’ tanımı kaldırılmalı.
●Zorunlu askerlik kaldırılmalı.
●Anayasanın ilk dört maddesi değişmeli.
●“Ne Mutlu Türk’üm diyene” ve benzeri yazılar silinmeli.
●Özerk yerel ve bölgesel yönetimler getirilmeli. ●Koruculuk sistemi kaldırılmalı.
●Kayyum uygulaması kaldırılmalı.
●Devlet, “Dersim” ve “Şeyh Sait” için özür dilemeli.
Peki Hizbullah neydi, nasıl HÜDA-PAR oldu ve siyasi çizgisi nedir?
Sanılanın aksine Hizbullah’ın ilk ortaya çıktığı yer Diyarbakır veya Batman değil, İstanbul.
Örgüt 1984 yılından itibaren İstanbul’da market ve kuyumculara yönelik soygun eylemleriyle varlığını gösterdi.
Hizbullah’ın adı da ilk kez Ekim 1984’te Şişli’de gerçekleştirilen bir kuyumcu soygunundan sonra duyuldu. Bu soygundan sonra düzenlenen operasyonlarda Hizbullah militanları gözaltına alındı. Bu isimler arasında sonrasında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç ve diğer aydın cinayetlerini gerçekleştirmekten yargılanacak olan İrfan Çağrıcı da vardı.
Hüseyin Velioğlu liderliğindeki Hizbullah güçlendikten sonra bu kez hedefinde bir dönem içinde yer aldığı Menzil grubu vardı. İki grup arasında özellikle Diyarbakır’da yaşanan çatışmalarda yaşamını yitirenlerin sayısı, çoğunluğu Menzilcilerden olmak üzere yaklaşık 200 kişi olarak açıklanıyor. Bu çatışma ve hesaplaşmada Menzil grubunun lideri Fidan Güngör de 1994’te kaçırıldıktan sonra kaybedildi. Hizbullah ayrıca başta Konca Kuriş olmak üzere örgütün şiddet eylemlerini eleştiren İslamcı yazarları da öldürdü.
●Hizbullah denilince neden akla işkence geliyor?
Hizbullah militanları, hedef seçtikleri kişilere silahlı saldırı düzenlemek yerine çoğunlukla önce kaçırma yöntemini seçiyordu. Batman ve diğer illerdeki köy ve kent merkezlerinde evlerin altında toprak sığınaklar oluşturulmuştu. Kaçırılan kişiler bu sığınaklara götürülüyordu. Sığınaklarda özel olarak hazırlanmış zincirli bölümler vardı. Kaçırılan kişiler bu zincirlere bağlanıyordu. Aylarca hiç dışarı çıkartılmıyordu. Yiyecek olarak günde bir kez sadece ekmek veriliyordu. Kaçırılan kişiler sorgulanıyordu. Sorgularken mutlaka anlattıkları kaydedilirdi. Bu ses bantları örgüt hiyerarşisine göre en tepeye kadar giderdi. Buna göre de bu kişiye ne yapılacağına karar verilirdi. Sorgulanan kişiler çoğunlukla ağır işkenceler sonucu yaşamını yitiriyordu. “Domuz bağı” yöntemi bunlardan biriydi. Ardından da evin bahçesine veya başka bir bölümüne mezarlar açılıyor ve işkence sonucu öldürülen kişiler buralara gömülüyordu.
Gaffar Okan suikastının ardından Hizbullah ismi artık kullanılmaz olurken, gözaltına alınıp bırakılanlar ve dışarıda kalanlar yeniden Diyarbakır ve Batman gibi Kürt illerine geri döndü. Üç yıl sonra kurulan Mustazaflar Derneği ise örgütün yoluna silahsız siyaset yaparak ve sivil toplum kuruluşu olarak devam edeceği şeklinde okundu. Dernekleşme kararı nedeniyle örgütten kopmalar yaşanırken, daha çok “Kutlu Doğum” etkinliklerindeki kitlesel kalabalıklarla dikkat çektiler. Ancak dernek, Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından “Hizbullah terör örgütünün amacı doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle kapatıldı. Bunun üzerine bu kez de, 2012’de, partileşme kararı alındı ve Hür Dava Partisi yani HÜDA PAR kuruldu...
●HÜDA PAR şu anda nasıl bir politik çizgiyi savunuyor?
Bütün siyasi faaliyetleri, eylemlerinin ve gündelik yaşamlarının dili Kürtçe. Bundan asla taviz vermezler. İbadetleri Kürtçe yaparlar. Kürtçe ilahi müzik yaparlar. Aile bazlı bir parti örgütlenmeleri vardır. Eylemlere ve etkinliklere bütün aile gider, dört yaşındaki çocuk dahil. O nedenle eylem ve etkinliklerde gördüğümüz aslında partinin bütün tabanıdır. Tabanını de en güçlü olduğu yer son yıllarda Bingöl'dür....
●HÜDA-PAR dediğimiz şey Hizbullah'tır, geçmişlerinde domuz bağı ile öldürdükleri insanlar var.
“Elinizdeki kitap, Faik Bulut’la birlikte kaleme aldığımız ve Türkiye’deki ilk Hizbullah araştırması olan;
“Kod Adı: Hizbullah, Türkiye Hizullahı’nın anatomisi” adlı kitabın ikinci cildi de sayılabilir.”
(Mehmet Faraç)
●Bir: Hizbullah elebaşısı Hüseyin Velioğlu’nun İstanbul Beykoz’daki operasyon sırasında öldürülmesiyle birlikte basın ve kamuoyunun gündemine yoğun biçimde giren haber, açıklama, analiz, ifade, itiraf ve resmi raporlar, sokaktaki insan açısından bir dereceye kadar tatmin edici görülebilir. Ama olayla yakından ilgilenen basın mensupları, uzmanlar ve resmi yetkililerin araştırmalarında kesinlikle yol gösterici bir eserle karşı karşıyayız.
●İki: Faraç’ın çalışması, aynı zamanda Türk basınının temel eksiği olan;
‘araştırmacı-gazetecilik’ veya diğer deyimle ‘alan çalışması’ niteliği taşımaktadır. Örnek alınmalıdır.
●Üç: Daha önemlisi, Hizbullah meselesini, günübirlik veya eyyamcı habercilik sınırının ötesine taşıyarak da başından beri olayların içinde yaşayan, Hizbullah’ın faaliyet alanı Güneydoğu bölgesindeki insanların gözüyle yazabilmesidir. Bu anlamda kitap, bölge insanının duygularına tercüman olmuş bir araştırmadır. Yıllarca olayın takipçiliğini yapmış, bu düzlemde hayatını ortaya koymuş, kelle koltukta mücadele etmiş bir gazetecinin gerçek aşkıyla ve mesleki ilkeleri gözeterek yazdığı yazılar toplamıdır. Yani olayı önceden haber vermiş, meseleyi Türkiye’nin temel bir problemi olarak ele almış, masa başında ahkâm kesmemiştir. Hizbullah İstanbul’u kan gölüne çevirdiğinde bilgiçlik taslamamış, kimi gazetecilerin yaptığı gibi koltuğunun altına bir yerlerden sıkıştırılan kontrollü dosyalarla birden bire peyda olmamıştır. Gökten zembille indirilen ve medyada şişirilen gazeteci müsveddelerinin sözüm ona bilgiçliği, malumatfuruşluğu yoktur Faraç’ta.
●Dört: Faraç’ın çalışmasında ‘analiz’ eksikliği görülebilir. Fakat bu, bizzat bölgedeki resmi kurumlar ve meslektaşlarının bilgileri ve belgelere dayanmanın bir sonucudur. Kendini öne çıkarma yerine, mevcutlardan hareket ederek sonuca ulaşma ve çıkarsama yapma tekniğidir.
Beş: Bunlarla yetinmeyen Faraç, Hizbullah’ı kendinden menkul bir hareket, salt polisiye vaka olarak almamıştır. Perde arkasındaki aktörleri, bölgesel çaptaki karanlık bağları da ortaya dökme bakımından ileri bir adım atmasını bilmiştir.
Sorgulayan bir mantık…
‘Derin Hizbullah’ın dipsiz kuyusunda iğne aramak yerine, kitabı okuyarak geçmiş ve geleceğe ilişkin perspektif edinmenin tam zamanıdır.
Yoksa, dünü ve yarını olmayan, sadece şimdiki zamanla yetinen köksüz, bilinçsiz ve eyyamcılık illetinden kurtulamayız.
Bu kitabı okumak, aynı zamanda Batılı ve birtakım bölgesel karanlık güçlerin Bin Ladin, Taliban ve El Kaide olayında görüldüğü gibi, şeriatçı köktendinciliği nasıl yarattıklarını ve insanların başına nasıl bela ettiklerini okumanın ta kendisidir...
Keyifle okuyunuz....