Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

152 syf.
·
Puan vermedi
"Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor." cümlesi ile başlayan bir kitap düşünün.. Eser, Alaaddin’in her gün cinayetlerin işlendiği ve insanların giderek hissizleştiği, kan gölüne dönmüş bir şehirde kendisini ne kadar kıstırılmış hissettiğini anlatmasıyla başlar. Şehre dair söylenenler, daha çok postmodern kültürün parodisini yapmak için bir araya getirilmiş unsurları andırırlar; şehir hayatına vahşet ve pornografi hakimdir. İşlenen cinayetler hergün televizyondan da yayınlanmakta ve tüm insanlar gibi Alaaddin de bu kanlı cinayet görüntülerini seyretmektedir.Araya reklamların girmesiyle anlatı düzleminde bir kayma olur ve sloganlar Alaaddin’in anlattıklarına karışmaya başlarlar. Okur, Alaaddin’in yarım kalmış cümlelerini tamamlamak ve reklam sloganlarının hepsibirbirine karışan sesini, eksik bırakılan ya da bitişik yazılan kelimeler arasından seçmek durumunda kalır. İlk bölümün sonunda, Alaaddin’in anlattıklarının aslında ikinci bir kişi tarafından aktarıldığı anlaşılır. Arada bir Alaaddin’in sesini duyduğunu söyleyen bu anlatıcı, Alaaddin’i beklerken oturduğu terastan görünenleri anlatmaya koyulur. Anlatıcının arada bir içine çekildiği bu “gerçekdışı” dünyadan sıyrılıp Alaaddin’i bulmak amacıyla sokağa çıkmasıyla bir arayış başlar. Bu arayış motifi, okuyucuya organik bir olay örgüsü sunmasa da, anlatı düzleminde sona doğru ilerleyen bir patikaya işaret etmektedir. Alaaddin’in peşine düşen anlatıcı Motel ROM’a sürüklenir; Motel ROM’daki kadın, etrafta bir sürü Alaaddin olduğunu söyler ve anlatıcıyı Alaaddin’i kafasında yaratmakla suçlar. Düş ile gerçeğin aynı şey olabileceği iddiası, gerçek kavramının geleneksel alımlanışını ortadan kaldırır; böylece, anlatının tutarlı bir zaman-mekân düzleminde ilerlediği noktalarda bile anlatılanların gerçekliği sorunsallaştırılmış olur. ‘Belki ‘, ‘sözgelimi’ ve ‘sanki’ üçgeninde ilerleyen Bin Hüzünlü Haz’da neyin “gerçek” olduğu asla anlaşılmaz. Hasan Ali Toptaş’in metnindeki şaşırtıcı ögelerden biri de çoğulcu bir bakış olarak görebileceğimiz karşıtlıkları aynı anda birlikte kullanmasıdır. Kitap boyunca meleklerle şeytanlar, ibadethanelerle genelevler gibi zıt kavramlar aynı katmanda eşdeğer olarak yer almaktadır. Toptaş sözcük öbeklerini şaşırtıcı bir biçimde bir araya getirir. “Kulakları sağır eden sessizliklerden”, “Alaaddin’in yokluğuna çarpan” kişilerden sözeder. Kitabın başlığındaki “hüzün” ve “haz” sözcüklerinin bir arada kullanılması da karşıtlıkların birlikteliğine bir örnektir. Bin Hüzünlü Haz’da anlatıcının ve Alaaddin’in aslında neleri simgelediğine dair en açık ipucu, anlatıcının ormanda kaybolduğu bölümde verilmektedir. Ormanda Hansel ile Gretel’e, Kırmızı Başlıklı Kız’a ve Kırk Haramiler’e rastlayan anlatıcı, biraz daha ilerleyince bir yeldeğirmeni görür ve çok geçmeden de karşısına bir şövalye çıkar. Anlatıcı, bu sefer de Don Kişot’un zırhının çıkarttığı seslerin peşine takılır ve düşsel bir zamana geçer. Anlatıcı, Alaaddin’e yemek götüren Tatar kızını okurun gözünde şüpheli kılarak, okuyucuların beklentilerini biçimlendirmeye koyulur. Çok geçmeden bu müdahale, anlatının akışını değiştirir; Tatar kızı, kendisinden şüphelenen birinin saldırısı sonucunda bir cinayete kurban gider. Anlatıcı, karanlık mahzende cinayeti işleyenin yüzünün görünmediğini söylemesine karşın, katil olarak Alaaddin’i ortaya atar. Dışarıdan habersiz bir şekilde mahzende saklanan, Tatar kızının getirdiği yemeklerle yaşamını sürdüren ve ne olup bittiğini yine ondan öğrenen Alaaddin’in Tatar kızı hakkında, okuyucunun içinde uyanan şüpheye benzer bir şüphe duyabilmesi, ancak onun da bu anlatının okuyucusu olmasıyla mümkün olacağından, Alaaddin’in aslında okur olduğu ortaya çıkmış olur. Bütün bu arayış, bu yolculuk, okuru bulmak içindir. Roman boyunca Alaaddin’i arayan anlatıcı ise kimi yerde yazar, kimi yerde de anlatının kendisidir. Çoğulculuk, Bin Hüzünlü Haz’ın ana ögelerinden biridir. Kitabın örtük başkişisi olarak tanımlayabileceğimiz Alaaddin bazen yazarın kendisi, bazen bir ilham perisi, bazen nazlı bir Tatar Kızı, bazen de okuyucu, kitabın sonunda da yazarın uğraşı sonunda ortaya çıkan metnin kendisi olarak, şekilden şekile girer. “Benim kimi zaman gözünü budaktan sakınmayan zorlu bir cengâvere, kimi zaman kadınsı davranışlar sergileyen cariye yüzlü bir şehzadeye, kimi zaman hedefini şaşırmış bir oka, kendi karanlığına eğilmiş bir nazlı dala, ya da loş saray köşelerinde küflenen sabır dağları arasında bin bir zahmetle yetiştirilmiş bir gonca güle benzeteceğim bu gencin adı hiç kuşkusuz Alaaddin olur.” (1) Alaaddin’in,iç dünyasında kendisiyle yüzleşmesi,kişiliğindeki iyi ve kötü yanların tezatlığıyla sunuluyor okuyucuya.Günlük hayatı içerisinde suçlarla, korkunç fantezileriyle gerçeklik arasında gidip gelmektedir. Suçtan arınmışlığını düşünüp rahatlamasını, onca kötülüğün hüküm sürdüğü hayatı, bir ekrandan izliyormuş gibi anlatıyor yazar. Hayatın gerçekliğini kimi zaman iç dünyasında yaşadıkları, kimi zaman ise gözlemleriyle ironik bir şekilde ifade ediyor. Eserde Alaaddin, gözlemlediği olaylara, kişilere eleştirel bir bakıl açısı içerisinde yaklaşır, her şeyi sorgular bir tavır gösterir. Eser fantastik, bazen gülünç, bazen garip öykücüklerle ilerler ve postmodern yazının tüm özelliklerini taşır. Ayrıca Toptaş’ın metninde zaman, yalnız saatlerle ölçülen bir kavram olmaktan çıkar, toprağa, dağlara, kokulara dönüşür Alaaddin’in peşinde olan yazar, onu zamanın bu değişik formlarında arar. Toptaş romanını ustaca görüntülemeleriyle yapılandırır. Okuyucuya imgelerle bir tablo sunar. İmgeler kavramdan kavrama dönüşenögelerdir. Kesinliklerden, karşıtlıklardan kaçınılmış, metin belkilerin, sankilerin, olabilirliklerin üzerine kurulmuştur. Toptaş metinlerinde masalsı öğelerden yararlanırken gerçeklerin salt akıl yoluyla kavranmasına karşı çıkmaktadır. Bin Hüzünlü Haz da Toptaş, postmodernizmin üstkurmaca örneklerinin en seçkinden birini sunar. Kitap belkide metnini yaratan yazarın romanıdır. Karmaşayı kelimeleri anlaşılmaz şekilde bölerek, ekleyerek, yazım hatalarıyla donatarak açıklar. Herşey kelimelerle varolur. “Böylece, aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, yalnızca gidilmiş olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor, kalınacaksa kelimelerle kalınıyor, kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor. Kelimelerle ağlanıyor ve sonunda gene kelimelerle kös kös geri dönülüyor.” der. Üstkurmaca yazında okuyucu metinin bir parçasıdır. Anlatıcı durmadan onu metnin içine çeker, yazınına ortak eder. Toptaş satırların arasından zaman zaman metnin içinde okurunu arar, ona seslenir “…eğer halâ oradaysanız,” diye  sorar: “…eğer okunacaksam seslerce, gecelerce, yıldızlarca, gündüzlerce, mevsimlerce ve yıllarca okunayım ve yalnızca dokunacaksam rüzgârlara dokunayım, rüzgârların soluğunda saklı uzaklara, uzaklara yüklediğin anlamlara, anlamlarda yakaladığım…”(2) Gerçekdışı olanı sanki olağanüstü hiç bir yanı yokmuşcasına betimleyerek, gündelik yaşamın o ana dek algılanmamış yanlarını duyumsatan Toptaş, bu özelliğiyle Kafka’ya en çok yaklaşan isimlerden biridir. Hasan Ali Toptaş’ın üslbunu belirleyen en önemli özellik, kurguda ve dilde çok katmanlılıktır; bu nedenle Toptaş’ın anlatıları da zor anlaşılır metinler olarak kabul edilmiş, az okunmuş ve az tartışılmıştır. Hasan Ali Toptaş’a göre, gerçekliğin bir ürünü olarak dayatılan anlam aslında belirsizdir; okuma eylemi sırasında okurun belleğinde üretilen anlamla örtüşme ihtimalinin romanı olan Bin Hüzünlü Haz da, tam da bu nedenle, bu örtüşmenin olduğu noktada sona ermektedir.
Bin Hüzünlü Haz
Bin Hüzünlü HazHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20194,468 okunma
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.