Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

312 syf.
·
Puan vermedi
·
22 saatte okudu
“Delilerin en delisi.”
Birgün Ömer Naci ile karşılaşıyorlar (Yahya Kemal) Bâb-ı Âli'deki mekanların birinde Cağaloğlu'nda. Böyle bir sohbet arasında soruyor Yahya Kemal: “Ömer Naci Bey, bu İttihat ve Terakki nasıl bir heyettir, nasıl bir taifedir?” Ömer Naci cevap veriyor: “40 türlü mecnûndan mürekkep bir taifedir” diyor. 40 türlü mecnün, yani yarı deli. Yahya Kemal “Nasıl yani?” diyor. “Enver, seyf-ül mecânindir (mecnûnların kılıcı). Talat, akl-ül mecânindir (mecnûnların beyni, aklı). Kara Kemal, hesâb-ül mecânindir -Talat Paşa'nın yardımcısı, küçük efendi-. Ziya Bey, kitab-ül mecânindir. Hüseyin Cahit, kalem-ül mecânindir. Bendeniz, lisan-ül mecânimdir. Yahya Kemal: “Peki Yakup Cemil?” Tevafuk ediyor Ömer Naci, düşünüyor. “O da mecnûn-ül mecânindir. Mecnûnların mecnûnudur (delilerin en delisi). -Mustafa Çalık- İttihat ve terakki üyelerinden Birinci Dünya Savaşı ve meşrutiyet döneminde önemli subaylarından biri. Babıali baskınında harbiye nazırı paşayı öldüren kişi... i.hizliresim.com/7mb46or.jpeg Gelelim o çok bilindik Bâb-ı Âli Baskını konusuna. “Tarihimizin en hayırhâh darbesidir. Bâb-ı Âli basılmasaydı, Kamil Paşa hükümeti devrilmeseydi Edirne'ye Bulgarlar at bağlayacaklardı!” – Bâb-ı Âli Baskını: #206794513 i.hizliresim.com/3f99qvw.jpg – (Erol Şadi Erdinç) – Bâb-ı Âli Baskınında bugün için dile kolay bunu söylemek... Hatta Enver Paşa bile ki o zaman Enver Bey'dir. Yanıltılmıştır. “Asker de bu işin içinde” demişlerdir. Beyaz atına binip gelmiştir. Bir bakmış ki asker olarak bir tek kendi var. Ömer Naci nutuk veriyor. Kamil Paşa'nın elinden alınan kağıt var. “Cihet-i Askeriyece” ibaresini “Halk ve Cihet-i Askeriyece” diye bir ibare konulmuş. (Murat Bardakçı) –Yakup Cemil çekiyor adamı vuruyor. (Erol Şadi Erdinç) – Nazım Paşa'yı. Nazım Paşa artık resmi hayatı sona ermek üzere. Gözden düşmüş. Tabii orada kim kime dum duma. “Pezevenkler, siz bana böyle mi söz verdiniz?” diye bağırarak geliyor. Ee İttihatçılar bunlarda, dinlemezler ki, öyle bağıran bir adam olunca çekip öldürüyor. “Nazım Paşa'yı ödürmüştür, diğer arkadaşları resmen bakakalmıştır kendisine. Çünkü Nazım Paşa kendilerinden yaş ve rütbe olarak çok yüksektir. Arkadaşları Nazım Paşa'ya silah çekmekten çekinirken, kendisi gözünü kırpmadan ateş etmiş­tir.” Yakup Cemil kan döken, kutsal bildiği değerler uğruna gerektiğinde hiç gözünü kırpmadan adam öldüren, idealleri­ne canı ve kanı pahasına bağlı biriydi. Dahası yalan söylemek, başkalarına iftira atmamak ve mertlik onun şahsında kişilik bulmuş erdemlerdi. Yakup Cemil 1874 yılında Balat Yenibahçe'de hayata göz­lerini açtı. Babası tütün ticareti ile uğraşıyordu; ama Düyun-ı Umu­miye'nin haksızlıkları, köylüyü sömürmesi dolayısı ile tütün kaçakçılığına (ayıngacılık) yönelmek zorunda kalmış, 1904'lü yıllarda da Düyun-ı Umumiye'ye bağlı Reji idaresi'nin azın­lık jandarmaları tarafından öldürülmüştür. Bu Düyun-ı Umumiye denen acımasız ve müstemleke kurumun binlerce katliamından sadece bir tanesidir. Yakup Cemil'in annesi ise tipik bir Türk kadını olan Nazik Hanım'dır. Yakup Cemil'in Mehmet Hüsnü adında bir erkek kardeşi, Edare adında bir kız kardeşi daha vardır. Babası ve kardeşi Mehmet Hüsnü evi geçindirmeye çalı­şırken Yakup Cemil askerliğe adımını atıyordu. Ohrili Eyüp Sabri, Semsi Paşa'yı ortadan kaldıran Atıf (Kamçıl), Bab-ı Ali baskınında ölen Mustafa Necip, Sapancalı Hakkı, Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat (Cebesoy),Enver (Pasa), İsmet (İnönü), Kazım (Karabekir), Ali Fethi (Okyar),Rauf (Orbay), Süleyman Askeri, Yenibahçeli Şükrü gibi yakın tarihimizde çok önemli rol oynayan askerler hep onun çağdaşıydı, o bir çoğuyla aynı sıralarda okudu. Vatanın birçok toprağında düşmanla çarpışan bir deli fedai Yakup Cemil, Talat Bey ve ekibinin hükümete girememesinde etkili olduğu gibi Enver Paşa'nın harbiye Nazırlığına getirilmesinde de etkili olmuştur -Talat Paşayla sert bir dille birebir tartışmıştır, aralarındaki köprü kopmuş, Büyük Efendi o zamandan Yakup Cemil'in isminin üstünü çizmiştir-. “Silahşor Yakup'un da kendine has sorunları bulunmaktadır. Kendisi yedek subay kökenli olduğu için kaymakam olamamakta, istediği ölçüde bir birlik yönetememektedir. kendisini kahramanlıklarından ötürü terfi ettireceği inancıyla Enver Paşa'nın karşısına çıkar. Ama değil tümen, bölük bile yönetemeyeceği meydandadır. Enver tarafından: "sen yedek subaysın! içtihat böyle" diyerek geri çevrilir. Yakup selam verip kırgın bir şekilde paşanın yanından ayrılır. Ta 1916'da savaşın en civcivli dönemlerinde, "savaşma barış" şeklinde türküler söyleyerekten İttihat terakki'ye karşı ihtilale hazırlanır. dahası bunu saklama gereği de duymaz.” ”Abdullah Efendi lokantasında Hakkı Bey'le yaptığı tar­tışmadan sonra, Yakup Cemil Bey; Murat ve Nevzat Beylerle ve daha bazı kimselerle temasını artırmış ve son hükümeti devirmek, hükümet aleyhinde fili bir nümayişe girişmek üzere bütün bu tanıdıkları ve kendisini sevenlerlerle Bab-ı Ali caddesinde Meserret otelinde toplanmaya ve buradan hep birden çıkıp Bab-ı Ali'ye saldırmaya karar vermişti. Dar­benin tarihi bille belliydi: 23 Eylül 1916 Eğer biraz dikkat etse ve uyanlara kulak verse Meserret Oteli'nin her yanının hafiye kaynadığını, sivil polislerin ortalıkta cirit attığını görebilecekti. Bu zor zamanda Yakup Cemil'i düşünen bazı dostları da vardı. Bunlardan en başta geleni Yenişehirli Ali Haydar Bey' di. Yakup Cemil'i defalarca uyaran, ama bu uyarıları kulak ardı edilen bu vefalı dostun aklına hemen Sapancalı Hakkı geldi. Ona göre Yakup Cemil'i bu yanlıştan döndürecek biri varsa o da en yakın arkadaşlarından Hakkı Bey'di, durumu hiç zaman geçirmeden Hakkı Bey'e bildirmeliydi. Derhal otelin müdür odasına girdi ve Hakkı Bey'in telefonunu çevirdi : - Hakkı Bey, dedi.Hemen buraya, Meserret'e gel! Yakup Cemil çevresine bazı kimseleri toplamış . Bana, "Hükümeti şimdi basacağım!" diyor. Otel, memurlarla, polislerle sarıl­mıştır! Aman durmadan, derhal yetiş!.. Büyük bir tehlike içindeyiz!.. Hakkı Bey, Yakup Cemil'in işi bu dereceye geti­receğini hiç düşünmemişti. Durum çok vahimdi. Bir şeyler yapmalıydı. Hakkı Bey sonunda kararını verdi: Ne olursa olsun ote­le gidecek ve durumu yakından görerek işin bir çaresine ba­kacaktı. Binaenaleyh daha fazla tereddüt ederek vakit kay­betmek doğru değildi. Nitekim bir arabaya atladı ve yarım saat içinde Meserret Oteli'nin önüne geldi. Hakkı Bey otele gelirken alınan sıkı önlemlere şahit olmuş, bunun hep Yakup Cemil'den kaynaklandığını görmüştü. Yakup Cemil'in ekibi ortalıkta yoktu. Hakkı Bey, durumun ne kadar nazik olduğunu görmüştü, aklına ilk gelen tedbiri uy­gulamaya karar verdi: Bab-ı Ali'deki muhafız kuvvetlerini ikna etmek. Hiç zaman geçirmeden otelin müdüriyet odasına girdi, ardından da eski arkadaşlarından olan Bab-ı Ali muhafızı jan­darma yüzbaşısı Hasan Bey' e telefon açtı: - Hasan Bey, hükümeti devirmek için bazı tertibat alın­dığı hakkında bir dedikodu duydum Eğer Bab-ı Ali'ye böyle bir maksatla gelen olursa gerekeni yap, bunların içinde ben de olsam, hiç tereddüt etmeksizin hepimizi süngüle! (Yakup Cemil'in yanına geldi) - Sen ne yaptığını sanıyorsun ?.. diye bağırdı. Sen delir­din mi? Bir defa pencereden aşağıya bak, durumu göreceksin. Bel bağladıklarının hepsi hepsi bizim aleyhimizdeler. Senin çılgınlığın yüzünden burada basılacağız; önlem alınmış, yukarıda bekliyorlar ki tam Bab-ı Ali'nin önünde bizi suçüstü yakalayacaklar. Hemen vazgeç bu sevdadan Yakup. Şimdi doğru evine gideceksin, ben de diğerlerini odalarından çıka­racağım ... Anladın mı?.. (Neyse ki ikna eder.) Durumlardan haberdar olan Enver Paşa Yakup Cemil'i görüşmek için çağırır. - Ne yapmaya çalışıyorsun Yakup? .. "Hükümeti devire­ceğim!" diyormuşsun! Sen utanmıyor musun? .. Biz seninle kader arkadaşlığı yapmadık mı?.. Sana hiç yakıştıramadım. Benden mutlaka bir görev istiyorsun öyle mi? .. Seni İran'a göndereyim.. Orada yeni bir teşkilat kurmak istiyorum. Sen onun başına geç! Kurulacak bu teşkilat, tümen değil, kolordu yetkisini taşıyacaktır. Şimdi seni oraya tayin ediyorum.. Teş­kilatını burada, Bekirağa'da yap. Müsteşara emir verdim, teş­kilatın için ne gerekiyorsa ondan iste, sana her şeyi verecek­tir. Burada mahpuslardan, gönüllülerden büyük bir kıta top­la, yirmi gün içinde hazırlığını yap ve hemen buradan hare­ket et! Yakup Cemil'in beklemediği bir şeydi bu durum, sevinç­le ayağa kalktı, askerce selamını verirken : - Emrdersiniz Paşam, dedi. Buyurduğunuz gibi hemen işe başlarım ve teşkilatımı bitirir, bitirmez derhal hareket ederim... Yakup Cemil, bir yandan İstanbul'da silah, cephane ve diğer malzemeleri hazırlarken, müfrezesinin subay kadrosu­nu oluştururken, Büsrev Sami Bey de doğruca İzmir'e gide­cek ve bölgedeki kaçakları toplayarak Afyonkarahisar a sevk edecekti. Hüsrev Sami Bey'in asker kaçaklarını toplayarak Yakup Cemil'in müfrezesine yetiştirmekle görevlendirilmesi Talat Bey ve arkadaşları için bulunmaz bir fırsattı ve Talat Bey bu fırsatı kaçırmak istemedi; Trabzon İttihat ve Terakki müfettiş­liğinden istifa ederken çok ağır bir dil kullanan Hüsrev Sami için İzmir valisi Rahmi Bey'e şu telgrafı çekti: "-Hüsrev Sami Bey, arkadaşları ile birlikte yapacağı hü­kümet darbesine kuvvet toplamak için buradan hareket et­miştir. Hakkında en şiddetli takibatın yapılması ve bu du­rumdan bakanlığın haberdar edilmesi..." Talat Bey ve ekibi entrikalar peşinde iken Yakup Cemil bunlardan habersizce teşkilatını kurmak ve bir an önce yola çıkmak için çabalıyordu. Yakup Cemil'in maiyetine girmek üzere her taraftan gelen gönüllüler o kadar çoktu ki, bunları Bekirağa bölüğünün koğuşlarına yerleştirmek ve orada ba­rındırmak iyice zorlaşıyordu. Yer sorunu yaşayan Yakup Cemil, çareyi gönüllülerden bir kısmını harbiye nezaretinin Mercan tarafındaki kapısı ya­nındaki iki dükkana yerleştirmiş, bu dükkaniara girip otur­malarını tembih etmişti. Yakup Cemil için bu durumun tek olumsuz tarafı vardı: Gelen gönül­lülerden çoğunun askeri talim ve terbiye görmemiş, askeri disiplini henüz tanımamış olmaları. Bu itibarla bunlar, ilk ba­kışta askerden çok başı boş bir serseri ve çete mensubu ima­jını veren bu gönüllüler, Yakup Cemil muarızları için fırsatla­rın belki de en büyüğü idi. Talat Bey'le kararlaştıkları gibi Bahaeddin Şakir, Doktor Nazım ve Kara Kemal hep birlikte Enver Paşa'nın Kuruçeş­me'deki yalısına gitmek üzere yola çıktılar. Üç arkadaş, En­ver Paşa'yı Teşkilat içindeki eski arkadaşlarına karşı nasıl kış­kırtacaklarını düşünüyorlardı. (Paşa'yı şüpheye düşüren telkinlerde bulunurlar) Kara Kemal: - Nitekim Yakup Cemil, bu kuvvetlerden yirmi kişilik bir müfreze ayırmış, bu kuvvetleri Bakırcılar içindeki dükkanlara yerleştirmiştir. Bu yirmi kişi size suikast düzenlemekle gö­revlendirilmiştir. Bunun için Yakup, bu müfrezeye özellikle en cesur ve attığını vuran silahşorları seçmiştir. Siz, nezarete giderken daha çok Mercan yokuşundan çıkıyorsunuz. Bunu düşünen Yakup böyle bir tertibat almış ve bu seçme birliğini dükkanlara sokmuştur. Siz Mercan'dan harbiyeye çıkarken bu kuvvetle sizi yaylım ateşi ile öldürecek, ardından da Bab­ ı Ali'ye saldıracak ve bütün vekilieri öldürecek, hükümeti de­virip arkadaşları ile birlikte idareyi ele alacaklar. Bundan sonra da hemen boğazları açarak düşman donanmasını içeri­ye sokacaklar ve sulh-ı münferİt girişiminde bulunacaklardır. Yakup Cemil'le arkadaşları, sizin ve arkadaşlarınızın sulh-ı münferit yapamayacağına, hatta yetkiniz bulunmadığına inanmaktadırlar. Yakup Cemil'in ipi çekilmek üzereydi. Talat Bey'in ve ekibinin ikinci bir kazancı daha vardı: Rakipleri Enver Paşa kader birliği yaptığı arkadaşlarını kendi elleriyle tasfiye edecek ya da edilmesini seyredecek, farkında olmadan Teşkilat içinde yapayalnız ka­lacaktı. Buna bir taşla iki kuş vurmak denirdi herhalde ... Kara Kemal ve yanındakilerin Enver Paşa'nın yalısını terk etmelerinin ardından Harbiye Nazırı öncelikle Yakup Ce­mil'in Mercan kapısındaki dükkanlara kendi müfrezesinden bir kısmını yerleştirip yerleştirmediğini anlamak için Merkez Kumandanı Cevat Bey'e telefone açtı: - Bakırcılar içindeki dükkanlarda bir müfreze var mıdır? Bunlar kimdir? Bu müfrezeyi buraya kim koymuştur? Cevat Bey derhal cevap verdi: - Evet efendim, orada bir müfreze var. Yer bulunamadı­ğından dolayı bunlar buraya Yakup Cemil tarafından konul­muştur. Cevat Bey'in bu cevabı her şeyi ayan beyan ortaya koyu­yordu: Demek ki Kara Kemal'in sözleri asılsız değildi. Kararını veren Enver Paşa, Kuruçeşme' deki yalısından süratle nezarete geldi ve ilk iş olmak üzere Mmerkez Kuman­danı Cevat Bey'i çağırdı. Enver Paşa, odasından içeriye giren Cevat Bey'e şu emri verdi: - Hemen şimdi Yakup Cemil'i tutuklat. Ama tutuklana­cağını belli etme, dikkatli ol! Yakup Cemil, teşkilatını kurmaya, birliğinin eğitim işle­rini yoluna koymaya çalışıyordu. İnzibat memurlarından biri yaklaştı ve selam vererek dedi ki: - Efendim, Merkez Kumandanı Cevat Bey şimdi sizi görmek istiyor, "Biraz buraya kadar gelebilir mi?" diyor. Yakup Cemil davetten hiç şüphelenmemişti. O, Cevat Bey'in kendisiyle rutin bir görüşme yapacağını, çalışmaları hakkında bilgiler isteyeceğini sanıyordu, nereden bilsindi ki o hiç korkmadığı, hep alay ettiği ölüme doğru koşar adım gittiğini. Aleyhinde dönen dalapladan ha­bersiz olan Yakup Cemil doğruca Merkez Kumandanı Cevat Bey'in odasına girdi .. Yakup Cemil, Cevat Bey'i askerce selamladıktan sonra: - Beni çağırmışsınız ! dedi. Cevat Bey'in sesi soğuktu: - Evet Yakup Cemil Bey, Başkumandan Vekili ve Harbi­ye Nazırı Enver Paşa'dan aldığım buyruk üzerine bu dakika­dan itibaren tutuklusunuz!.. Dışarıda sizi bekleyen inzibat subaylarından birine teslim olunuz! .. Yakup Cemil'in böyle birdenbire merkez kumandanlığınca tutuklanması çok geçmeden İstanbul'da duyulmaya başladı, bütün şehir artık bu haberle çalkalanıyordu. Şehir bu olayla meşgul olurken, öte yanda Yakup Cemil'in hasımları sevinç ve mutlulukla ellerini oğuşturuyor, amaçlarına ulaş­manın bahtiyarlığını yaşıyorlardı. — Fırtına Adam hep tedirgindi, kimseye güveni yoktu, ilk geceyi yatağına hiç girmeden, dahası uyumadan geçirdi. Uyumaması korkusundan değildi. Haketmediği bir muame­leye maruz kalmasından ve korkusuz yüreğinin bu haksızlı­ğa isyanından ileri geliyordu bu durum .. — Divan-ı Harb'in kuruluşun­dan bu yana ilk kez bir tutuklunun üzerinden silahları alına­mıyordu. Tam anlamıyla bir skandal yaşanmaktaydı. Durum böyle devam ederse Devlet-i Aliye'nin bütün saygınlığı yerle bir olacaktı. Devletin itibarının ayaklar altından alınması ve mahkemenin güven dolu bir ortamda yapılabilmesi için Ya­kup Cemil'in silahlarının alınması şarttı. Fakat bu nasıl yapı­lacaktı, bunu başarabilecek bir yiğit mevcut muydu? (Mahkeme heyeti toplanıp plan yaptı, görev Bekirağa Bölüğü subaylarından İhsan ve Vasfi beylere verildi) İki subay da biliyordu ki, görevleri çok zor ve tehlike do­luydu, ama emir demiri kesiyordu, bu işi yapmak zorunday­dılar. Uzun uzun düşündükten sonra bir plan yaptılar. Plan gereğince Yakup Cemil tuvalete giderken arkasından sessiz­ce üzerine çullanacaklar ve zorla silahlarını alacaklardı. Bu­nun için de güçlü, kuvvetli ve cesur inzibat neferlerinden üç kişi bu işte kendilerine yardımcı olacaktı. Bu işi yapabilecek isimler çok geçmeden bulundu: Bekirağa Bölüğü başgardi­yanlarından Ömer Çavuş, inzibat askerlerinden Pehlivan Ka­ra Emin ve yine bir inzibat askeri Ali Ahmet. Genç silalışorun üzerinden üç tane otomatik tabanca çık­tı. İlginçtir, genç adam bu zor anında bile soğukkanlıydı, üzerine saldıranları uyarmayı ihmal etmedi: - Aman dikkat edin! Namluda kurşun vardır, bir kaza çıkmasın! Yakup Cemil, onun emriyle tutuklanmasına ve sorgu­lanmasına rağmen, Enver Paşa'ya hala içten bir sevgi ile bağ­lıydı. Yapayalnız kaldığı bu günlerde hep ondan bir yardım ve ümit bekliyordu. Ama beyhudeydi, her geçen dakika ümitleri silip süpürüyor, genç adamın hayallerinin üzerine bir kabus gibi çöküyordu. Enver Paşa'ya yazdığı mektuptan bir bölüm: Bir de zannetmeyin ki Yakup Cemil'i böyle on dört nöbet­çi arasına koymakla sağlam kazığa bağladınız,denemesi pek kolay. Başka şeyler yazmıyorum ,çünkü tehdit anlamı çıkarır­sınız. Kimseden korkmadığınızı bilirim ,hatta hiçbir vukuat­tan da ürkmezsiniz.Ben de korkar mıyım? Bu sorunun ceva­bını vicdanlarınız versin. Yakup Cemil bu mektubunu idamından iki ay önce kale­me almıştı, ama ne yazık ki bu mektubuna hiçbir cevap ala­madı. KARAR: İDAM 10 Eylül'ü 11 Eylül' e bağlayan gecenin sabahına karşı idi. Kapının önünde süngülü nöbetçilerin sayısı çağalmış gibiy­di. Tam bu sırada hapishane müdürü İsmail Hakkı Bey içeri girdi ve: -Yakup Cemil Bey yukardan çağrılıyorsunuz, dedi. Ya­kup Cemil her şeyi anlamıştı, eliyle boğazını sıkarak İsmail Hakkı Bey'e: -Hüküm böyle? mi diye asılmayı kasdetmiş, sonra sağ elinin şahadet parmağını oynatarak: - Yoksa böyle mi' diye kurşuna dizilmeyi anlatmak iste­mişti. İsmailk Hakkı Bey ketumdu, bir şey bilmediğini söylü­ yordu. Abdestini alan genç adam koridorlardaki olağanüstü ter­tibatı görünce: - Bir insan için bu kadar insanı rahatsız etmeye değer miydi? Diye mırıldanmıştı. Cezaevi çavuşlarından Ömer Ça­vuş'un eşliğinde arabaya binen Yakup Cemil, oldukça rahat­tı. Hatta Eyüp civarında arabayı durdurttu ve karpuz aldı, sonra da iştahla yedi. Eyüp'ten Silahtarağa'ya, oradan da Kağıthane'ye geçen ve Kağıthane kasrının arkasında atış poliganında duran ara­ba Yakup Cemil'e neşesinden ve rahatlığından hiçbir şey kaybettirmemişe benziyordu. Ortada dikili duran direğe ve onun karşısında silah çatınış iki manga askeri görünce iyice keyiflenen sabık fedai çevresindekilere: - Çok şükür şerefimizle mütenasip bir ölüme mahkum edilmişiz, dedikten sona iki rekat namaz kıldı. Kendisine dini telkinde bulunmak isteyen hocaefendiye müstehzi bir bakış fırlattı: - Hocam biz bu işi daha evvel yaptık, kendinizi boşu boşuna yormayın. Savcı yardımcısı Reşit Bey'in, vasiyetiyle ilgili sorusuna: - Param, malım yok ki vasiyetim olsun, çoluk çocuğu­ma da elbet İttihat ve Terakki bakar, bir aylık bağlar, diye ce­vap verdi. Sonra da şaşılacak derecede metin ve cesur adım­larla direğe doğru yürüdü. Yüzünde en küçük bir korku emaresi bile yoktu. Gözlerini bağlamak isteyenlere: - Söz veriyorum, yerimden kımıldamam, gözlerimi bağlamayın, ölüme gözürme kapalı gitmek istemiyorum, de­diyse de dinletemedi. On Dört Kurşun ve Çıkmayan Can Yakup Cemil'in kolları usulen de olsa direğe, gözleri mendille bağlıydı. Çok geçmedi tiz bir düdük sesi işitildi ve aynı anda on dört merminin sesi duyuldu. Yakup Cemil'di direkte vücudu delik deşik olan. Bir devre mührünü vuran bir kahraman daha göçüyordu, hem de ebediyet yurduna. Bu herkesin korkulu rüyası adam tam yarım saat can çekişti, ölmedi. Yere sızan kanlarında ise İttihat ve Terakki yazıyordu. Zaman ayırıp okuyanlara mersilerden bir demet. ≈) BONUS: youtu.be/6tAxSvRdlgk BONUS1: Tecavüzcüye Yakup Cemil Tarzı İbretlik Bir Ceza: #207546040 İNCELEMENİN NEREDEYSE TAMAMI YAZARIN
Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil
Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil
KİTABINDAN...
Fedai: Cepheden Sehpaya Yakup Cemil
Fedai: Cepheden Sehpaya Yakup Cemilİlyas Kara · Çatı Kitapları · 200816 okunma
··
1.333 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Varsayalımismail okurunun profil resmi
Biraz uzun olmuş biraz, şu 🤏 kadarcık...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.