Demek ki göçtü usta, kaldı yürek sızısı...!!●2 Haziran 1970: Orhan Kemal
●2 Haziran1991: Ahmed Arif
●3 Haziran 1963: Nâzım Hikmet
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam haziranda ölmek zor!”
"Ramak kalmıştı kötü şairler kafilesine birinin daha katılmasına!
Bizi Nâzım kurtardı!" diyor şairlik macerası için Orhan Kemal....
Şüphesiz kurtarmakla da kalmadı; 72. Koğuş,
Bereketli Topraklar Üzerinde, Murtaza gibi romanlar ve daha nicelerini yazacak olan bir büyük öykücüyü, bir büyük romancıyı armağan etti edebiyat dünyamıza.
Orhan Kemal askerliğini yaparken "Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik" suçundan 5 yıl hapis cezasına mahkûm edildi...
“Ne kadar isabetli olmuş Orhan Kemal’in ‘Ejnebi bir rejimin propagandasını’ yapmış olması!
Pek de güzel olmuş yaparken yakalanması! Yakalanıp müdde-i umumi (savcı) bey’in ‘isyana muharrik’ üç yıl, gizliden Nâzım şiirleri okuma cesaretini göstermesinden de iki yıl, etti mi size beş yıl, iyinin iyisi ki ancak bu kadar olur!
Hele hele Bursa Mahpushane’sine yollanması ve orada Nazım’la yollarının kesişmesi, şansın adı bu olmalı!” diye şaka yollu dost masasını kızıştıran Hasan Hüseyin, ardından kendi cevabını pek açık seçik belli ederek şu soruyu yapıştırmıştı bir defasında : “Kim istemez Nâzım’la hapis yatmayı?”
Orhan Kemal, Nâzım’ın Bursa Mahpushane’sine gönderileceğini duyunca pek sevinmiş; nicedir yattığı günleri sırtına yüklenen cezadan çıkartıp, Nâzım’la geçireceği gün sayısını hesaplamış: Üç buçuk yıl…
Büyük bir samimiyetle anlatır Orhan Kemal Nazım’lı günlerini “Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” adını verdiği anı kitabında.
Her satırında Nâzım’a duyduğu şükran duygusu ve ona olan sevginin yanısıra öğretmenliğini kabullendiği de anlaşılır.
Şiirlerini okuması için Nâzım’a verdiğinde, Nâzım bizimkini enikonu azarlar ve yazdıklarına şiir denilmesinin doğru olamadığını, bir daha da böyle “komiklikler” yapmaması gerektiğini söyledikten sonra ilave eder:
“Hay Allah! Aklı başında birine de benziyorsun gel sen bu işi bırak!” :)))
Yazmış olduğu kısa bir hikayeyi günlerce sancılar içinde kıvranıp bekledikten sonra söylenir Adana-ca :“Bunu da beğenmez höykürürse depesi göve değer gaali ben de yazmıyıversem gıyamet mi kopar!”
Beğenir Nâzım..
Beğendiğini kendine has coşkusuyla da belli ederek onu alkışlayıp yüreklendirir. “Yetmez Çukurovalı” der “yetmez Fransız klasiklerini kendi dilinden okumalısın” O’na Fransızca dersleri vermeye başlar. Bir süre sonra buna felsefe derslerini de ilave eder. Nâzım bu, yakasını bırakmaz Orhan Kemal’in, Rusçayı da ders başlığı olarak programlar. Ancak “sayılı gün” elvermez… Çok sonraları kendisiyle yapılan bir söyleşide “Allahıma kitabıma bir kaç yıl daha kalaydım Rusçayı da bellerdim ne var ki kör talih işte günüm doldu da saldılar, buna çok yanarım!” diyecektir.
“Çukurovalı” mahpushaneden çıkarken koltuğunun altında roman ve öykü dosyaları, Fransızcası kendine elverir, felsefesinin pusulası emekten ve aydınlıktan yana.. “Depesi göve değer gaali..”
●Orhan Kemal, genç denecek yaşta bu dünyadan göçüp gitti...
(2 Haziran 1970) geride emekçileri ve büyük bir gerçekçilikle anlattığı 27 roman; 19 öykü kitabı bırakarak...
Haziran'ın bizden aldığı şairlerden biri de: Ahmed Arif'tir
“Şiire yeni başlamış devrimci bir delikanlının karşısına Nâzım’ı dikerseniz, çocuk ya paniğe kapılır ve ters akımların uydusu olur, yahutezilir, kötü bir kopyacı kesilir.
Hidrojen bombasına karşı Kürt hançeri
ne yapabilir?
Üniversitede ve mahpusanede bazı arkadaşlarım, ‘Nazım’dan sonra şiir yazmak, boşuna bir gayret, hatta saygısızlık,’ diyordu.
Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğruydu. Ne var ki ‘Nâzım gibi şiir yazmak’ ile ‘Nâzım’dan sonra şiir yazmak’ arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. Elbette Nâzım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. Ama Nâzım’dan da, başka ustalardan sonra da şiir yazılacaktı.Yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekmezdi.
Nitekim, Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip veFuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştır…”
Ahmed Arif, Hacı Bektaş’ın, aslanla ceylanı kucağında tuttuğu gibi,şiirini öfke ile incelik arasındaki duyarlı dengeyi gözeterek yazmıştır. Şiiri ne ise o da o idi.
Oğlu Filinta Arif, heykelciliğinin ilk yıllarında, babasının büstü üzerinde çalışıyordu.
Filinta'nın yaptığı büstü, oğlunun başarısını gören Ahmed Arif beğense de, Filinta beğenmemişti.
“Baba,” demişti, “bunu bozup yeniden yapacağım.”
Baba,ciğerinin kılcal damarlarından gelen yürekli sesiyle,
“Boz, oğlum, aslı buradadır,” demişti.
Aslı şimdi namuslu Türkiye halklarının yüreğindedir!
Nâzım yaşamı boyunca peşinden koştuğu hülyasının izini sürmek için başka bir coğrafyaya gitti hapishane çıkışı, 1951’de...
Zirvedeydi. Çok yalnızdı…
Ölümün kendine önce “yalnızlığı yolladığını” dizelerine taşıyacak kadar hüzün yüklü, yurt özlemi içindeydi… Karpuzu, yeşil biberi, beyaz peyniri; sonra Haydarpaşa Garını… Sonra Haydarpaşa Garı’nda bekleyen Galip Usta’yı, Mahkûm Süleyman’ları, Mahkûm Fuat’ları sözün kısası “Memeleketinin Bütün İnsan Yüzlerini” özlemişti… Sözün kısası yangın yeri gibiydi…
“Dünyamda sabahleyin aç karnına içilen cıgaranın tadı/ Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı…”
Biri Çukurovalı öteki Selanikli diğeri Diyarbakırlı.
Üçü de inat mı inat Robson damarı…
Haziran aydınlığında birer gün arayla gittiler.
Biri 1970 Sofya, öteki 1991 Ankara, diğeri 1963 Moskova …
Nazım Hikmet ve Orhan Kemal'in Yolları hapishanede kesişmişti. Aynı damara aktılar! Ahmed Arif'te dostlarını yalnız bırakmadı...
Anıları önünde saygıyla eğiliyorum....