Gönderi

Çıkmaz Kategori?
Öncelikle eleştirisinden Oğuzhan Asım dostum vesilesiye haberdar olduğum Mehmet Emin beye teşekkür ederim. Öyle ya da böyle eleştirilere muhatap olmak metin yazarını memnun eder, burada olduğu gibi eleştiri esasen yazarı yanlış kategorileyerek yapılsa da eder. Mehmet Emin beyin sonda söylediğini ben en başta söyleyeyim: Yazının özünü ifade eden
Mehmet Emin Alperen Kılıç

Mehmet Emin Alperen Kılıç

@toprakvegokyuzu
·
1y
Çıkmaz Sokak?
Kitabı kapağından okumaya benzer bir işe giriştim. Kısacık alıntı, önyargılarım ve akıl yürütme neticesinde bir takım tahminler ortaya koydum: Alıntı, yazının geri kalanını okumama lüzum olmadığını bana açık ediyor. Çünkü yüksek ihtimalle "üniter devlet", "nation" v.b mefhumlarla ilişkilendirilen "ulus" kelimesi irdelenirken, batının yüzyıllar süren deneyimleriyle şekillenip şimdiki halini almış ulus biriminin, mot-a-mot bir tercümesinin, vaktinde Türk milletinin bedenine giydirilmeye çalışıldığından şikayet edilecek -ya da en azından bunun altı çizilecek-, imparatorluğun yıkılışıyla canlandırılan "ulus" kavramının milletin bedenine uymayan bir giyisi olduğu vurgulanacak. Uyumsuzluk bahsi çeşitli saiklerle irdelenecek. Tümünü okusam, okurken, unutulanlar dışında yeni bir şey yok diyeceğim. Tiksinti yahut tarihsel hınç ile "gavuru taklit" ya da "frenk mukallitliği" olarak nitelendirilen zehirlere antidot teklif edilecek. Farkında olmaksızın anakronist bir nazarla zihindeki ideal mutasavver toplumsal yapılanma (artık ne ise o) zehre panzehir olarak sunulacak. Ve nihayetinde, müellife göre öze uygun olduğu iddiasında olunan "hakiki" milletin, ne olduğuna veya olması gerektiğine dair bir tespit ya da tespitlerle kapanış yapılacak. Murat; üç aşağı beş yukarı bunları anlatmaksa şaşırmayacağım. Değilse, yani varsayımlarım isabetsiz ise, utanacağım. Beni utandıran bir yazıyı ya da yazarı, zihnimde küşayişle okurum. Uzun metin okumaktan erindiğim vaki değil, yalnızca leb denmeden leblebiyi anlayıp anlayamadığımı merak ettim. Kendimi sınadım.
·
490 views
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Fatih Bey, Eleştiriden ziyade, önyargılarımın isabetli olup olmadığını test ettim. Lütfedip sarahaten izaha girişmiş olmanız testin neticesini de anlamsız kıldı, teşekkür ederim. Yazınızı hala okumuş değilim. Okuduktan sonra, inceliğinize aklım ve kalbim el verdiğince mukabele ederim. Sevgiler.
Mehmet Emin Alperen Kılıç okurunun profil resmi
Bir toplumu millet haline getiren tarihsel deneyimler bütünü içerisinde, değer yargıları, oranı belirsiz bir yer tutar, doğru. Ancak değer yargılarının değerlerle alakası, yargıcı yargılayan yasa kadardır. Toplumu millet yapan amiller içerisinde ahlak problemleri (matematik ve fizikteki problem) de yer alır, etnosemboller de. Sözgelimi, soyut değerlerin karınları doyurmaması gibi, somut teşekkülerin de yalnız başlarına toplumu millet kıldığı düşünülemez, kılmadığına dair örneklerle doludur tarihin çöplüğü. Şiddet tekilini elinde tutan erke boyun eğen, hür mahkemelerce yargılanan, ticaret serbestisine sahip olan fertlerin oluşturduğu her toplum millet olmamıştır, olamaz. Bekânın, kimliğe sadakatle ilişkisini yadsımamakla beraber, kimliğe sadakati sağlayacak etmenleri unutmamamız gerektiğini, bu etmenlere göz atarken, gözlerimizi gökyüzünden alıp toprağa çevirmemiz gerektiğini düşünüyorum zira mezkur etmenlerin ekserisi, yeni tabirle "bilimsel". Ulus-devletin bir millet projesi olmadığı düşüncenize katılıyorum. Çünkü zaten "millet" tabir ettiğimiz mutasavver şemsiye altında, yalnızca şimdi yaşayanlar değil, geçmişte yaşamış olanlar ve gelecekte yaşayacak olanlar da toplanmıştır. Bu en azından biz Türkler için böyledir. Yaklaşık 1300 yıl önce, bir yöneticinin, milletine hesap verircesine hitap etmesi, atiyi düşünerek sözlerini taşa kazıtması yabana atılır bir iş değildir. Yalnızca bu misal, devlet ve millet tahayyüllerimizin mahiyetlerini, dünyanın geri kalan milletlerden ayırmaktadır. "Bu topraklara dayatılan uluslaşma macerası" ifadenizden sezinlediğim horgörü, anakronist yaklaşıma örnektir. Zira bu şekilde ifade ettiğinizde, mezkur maceraya girişilen zamanda şartlar çetin değilmiş, tercih edilebilecek birden fazla reçete varmış gibi anlaşılıyor. Oysa "devrim" bir tercih değil zorunluluktur, doğası itibariyle mutluluk için değil hayatta kalmak için gerçekleştirilir. 3 asrı aşkın bir süredir, düşman karşısında mevzilerini ağır ağır kaybeden ve neticede yedi düvelce talan edilen bir imparatorluğun bakiyesi olduğumuzu aklıda tutmadığımız takdirde, korkarım, geçmişe dönük hıncının ürünleriyle geçimini sağlamaya çalışan bir yığın olmaktan öteye gidemeyeceğiz. "Yerli işbirlikçiler"i tespit ve teşhisle ömrünü geçiren, taş üstüne taş koymadan bu dünyadan göçen nice kalem erbabı var. Subjektif nazarla tekamülü tağayyür olarak, tağayyürü ise tekamül olarak nitelemek mümkündür. Zahiri yorumlarken, batının ulviyetine kapılıp, üç boyutlu alemin sert yasalarını yumuşatabilmemiz mümkün görünmüyor. Gözümüzü olana dikerken, olması gerekeni düşünmeyi elbette bırakmamalıyız, ancak göğe uzanırken toprağa takılmamayı da aklederek. Bu ve okuduğum başkaca yazılarınızdan, sizin bir misyonun fikrî temsiliyetini üstlenme niyetinde olduğunuzu, eskilerin deyişiyle "ideolog" olma sorumluluğunu taşımaya giriştiğinizi sezinliyorum. Yanılıyorsam da şunu açıkça ifade etmek isterim, ahlak-erdem-etik kıtlığı yaşanan toplumlarda, tüm davalar çolaktır, topaldır. Özetle "millet olma" vasfımızı, batılılaşma serüvenimiz değil, çok daha elle tutulur, gözle görünür ahlak problemleri baltalamaktadır. Evlerimizin önlerindeki pisliği işgalcilerin, sömürgecilerin, "yerli işbirlikçiler"in ya da "dünya sisteminin" önüne süpürmeyi bırakmalıyız diye düşünüyorum. Saygı ve sevgilerimle.
Fâtih okurunun profil resmi
Tafsilatlı eleştirileriniz için tekrardan teşekkür ediyorum Mehmet Emin bey. Eleştirinizin genelinde bir denge kurmaktan, yüzümüzü gökyüzünden biraz da yeryüzüne çevirmemiz gerektiğinden bahsetmişsiniz. El hak haklısınız da. Ancak insanlara ahlaklı olun demek yetmiyor, onların ahlaki özelliklerinin iyiye doğru günden güne ortaya çıkmasını temin edecek bir fanusun temini de olmazsa olmazlardan. Bu fanus/şemsiye ihmal edildikçe tüm suç avama, neye nasıl ve ne ölçüde maruz kaldığını bilmeyen, kalabalıkların aktığı yere kolayca akan halka yüklenecek ve yönetici kısmı işin içinden sıyrılacaktır. Diğer yandan, uluslaşma maceramızda dünyanın gidişatına baktığımızda bir nebze modern devletleşmek meselesi kaçınılmazdı diyebiliriz. Bu, modernleşmenin batı tipi olmasını da, kemalist bir cebr ile uygulanmasını da meşrulaştıramaz. Cumhuriyetle beraber kurulan sistemin herhangi bir ahlaki tekamül fikrini içermediği de sanırım su götürmez bir gerçektir. Bunları söylerken neye ne için karşı olduğunu bilmeyen ve kantarın topuzunu kaçıran söylemlerden uzak olduğumu da ifade etmek istiyorum. Gerçekciliğin aranacağı yer son yüz yıllık süreçte değil onun öncesindedir diye de ekliyorum. Selametle efendim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.