Nobel Edebiyat Ödüllü Amerikalı yazar Saul Bellow’un ilk çıkış yaptığı kitap “Boşlukta Sallanan Adam“. İsminden de anlaşıldığı gibi içine düştüğü derin boşlukta uçtan uca savrulan, hayatın amacını arayan bir adamı anlatıyor.
Otobiyografik ögeler taşıyan bu romanda, 2. Dünya Savaşı’nın ortasında, Amerika’da askere yazılan ve savaşa çağrılmayı bekleyen Joseph’in günlüğünü okuyoruz. Arada sıradan olaylardan bahsetse de, büyük oranda iç dünyasını paylaşıyor Joseph günlüğünde. Savaş için sırasını beklerken, başka bir deyişle ölüme gitgide yaklaşırken, hayatla olan bağlarını ve yaşama amacını sorguluyor.
Açmazları içinde boğuluyor Joseph. Okumuş, entellektüel sayılabilecek biri o; ama yalın bir hayata ve sıradan bir işe sahip basit biri de aynı zamanda. Savaşa gideceği için işinden ayrıldığından boşlukta kalan, arkadaşlarının eğlencelerinden artık zevk almayan, giderek çalışma isteğinden de uzaklaşan, hatta neredeyse ölüme gitmeyi yaşamaya tercih eden birine dönüşüyor yavaşça. Sıradan, ama sıradanlığına keyifle razı olduğu eski hayatına dair düşünceleri, askere çağrılması ile büyük ölçüde değişiyor. Bir yandan askerliği ve dolayısıyla ölümü düşünürken, diğer yandan günlük hayatın meselelerini basit görüyor, küçümsüyor, yok sayıyor. Bunu yaptıkça giderek çevresinden ve eski benliğinden uzaklaşıyor, değişiyor. Ölüm yolculuğuna daha hazır hale geliyor.
Bellow’un romanını 2. Dünya Savaşı sırasındaki anılarından hareketle yazdığını ve ilk gençlik döneminde Amerika’da yaşanan büyük ekonomik buhranın yazarımızın melankolik yazım tarzını şekillendirdiğini de bir not olarak eklemeliyim. Nitekim Joseph’ın boşluğunun en önemli ayağı savaş ve ölüm korkusu, evet; ama öte yandan sıradan işlerde keyif almadan, sadece para kazanmak amacıyla çalışmanın yarattığı tatminsizlik ya da yakın aile çevresinde bile paranın bir statü simgesi olmasından duyulan hoşnutsuzluk romanın her satırında hissediliyor.
Sanırım Saul Bellow Heidegger’den oldukça etkilenmiş. Heidegger felsefesindeki varolma korkusunu, o korkutucu görünen dünyevi hayata dair kaygıyı, hatta ölümün bir yok oluş değil varlığın bir devamı olduğu savını Joseph’ın iç dünyasındaki kırılmada adım adım izleyebiliyoruz.
Ben ilk olarak yazarın Herzog romanını okumaya başladım, ancak yazım tarzı ve kahramanlarının psikolojik derinliği o kadar ilgimi çekti ki, bulabildiğim tüm eserlerini yazım sırasıyla, yazarın gelişimini de izleyerek okumaya karar verdim. İlk önemli eseri ile beni şaşırtmadı. Bakalım devam nasıl olacak?
Psikolojiye ve felsefeye ilgi duyuyorsanız Saul Bellow size de hitap edecektir. Keyifli okumalar dilerim.