Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

…geçici olarak, şu iki tanım çıkar: İmgeler bütününü madde olarak adlandırıyorum ve belirli bir imgenin, yani bedenimin olası eylemine mal edilen bu aynı imgeleri maddenin algısı olarak adlandırıyorum. Bu sonuncu ilişkiyi derinleştirelim. Bana göre bedenim merkezcil ve merkezkaç sinirlerle, sinir merkezleriyle bir bütündür. Dışsal nesnelerin afferent sinirlere uyarımlar ilettiğini, bunların merkezlere yayıldığını, merkezlerin çok çeşitli moleküler hareketlere sahne olduğunu, bu hareketlerin nesnelerin doğasına ve konumuna bağlı olduklarını biliyorum. Nesneleri değiştirin, benim bedenimle ilişkilerini değiştirin; bu durumda benim algı merkezlerimin içsel hareketlerindeki her şey değişmiş olur. Ama aynı zamanda 'benim algım' içinde de her şey değişir. Demek ki benim algım, bu moleküler hareketlerin bir fonksiyonudur, onlara bağlıdır. Ama nasıl bağlıdır? Siz belki de algımın onları ifade ettiğini ve benim de son çözümlemede, beyinsel tözün moleküler hareketlerinden başka hiçbir şeyi tasarlamadığımı söyleyeceksiniz. Ama eğer sinir sisteminin ve içsel hareketlerinin imgesi hipotez gereği belli bir maddi nesnenin imgesiyse ve ben maddi evreni bütünlüğü içinde tasarlıyorsam, bu durumda, bu önermenin en ufak bir anlamı bile olabilir mi? Burada güçlükten kurtulmaya çalışıldığı doğrudur. Bize, özü itibarıyla, maddi evrenin geri kalanına benzer bir beyin gösterilmektedir ve eğer evren imgeyse sonuç itibarıyla bu beyin de imgedir. Sonra, bu beynin içsel hareketlerinin maddi dünyanın bütününün tasarımını, beyinsel titreşimlerin imgesini son derece aşan imgeyi yaratması ya da belirlemesi istendiğinden, bu moleküler hareketlerin ya da genel olarak hareketin içinde diğer imgelere benzer imgeler görülmüyormuş gibi davranılır; görülen şey, az çok imgeye benzer, ama her koşulda imgeden farklı yapıda bir şeydir ve bu imgeden bir tasarım ancak gerçek bir mucize sonucu çıkabilir. Böylece madde, tasarımdan kökten farklı ve sonuç olarak hiçbir imgesine sahip olmadığımız bir şey hâlini alır. Maddenin karşısına da imgeden yoksun, dolayısıyla hakkında hiçbir fikre sahip olamayacağımız bir bilinç çıkarılır. Son olarak da bilincin içini doldurmak için maddesiz bu düşünce üzerinde biçimsiz bu maddenin anlaşılmaz bir etkisi icat edilmiştir. Ama hakikat şudur ki, maddenin hareketleri imge olarak gayet berraktır ve hareketin içinde bu harekette görülenden başka bir şey aramaya gerek yoktur. Tek güçlük, bu çok özel imgelerden yola çıkarak sonsuz çeşitlilikteki tasarımı yaratmakta yatar. Beyinsel titreşimlerin maddi dünyanın bir parçası olduğuna ve dolayısıyla bu imgelerin tasarımın çok küçük bir parçasını oluşturduğuna herkes inanırken, biz niçin bunu düşünelim ki? Sonuç itibarıyla, bu hareketler nelerdir ve bütünü tasarlarken bu özel imgelerin oynadığı rol hangisidir? Şundan kuşku duyamam: Bu hareketler, benim bedenimin içinde, dışsal nesnelerin eylemine bedenimin tepkisini, tepkiyi başlatarak hazırlamaya yönelik hareketlerdir. Kendileri imge olduğundan imge yaratamaz; ama belirli bir imgenin -bedenimin- çevredeki imgelere göre konumunu, tıpkı yeri değiştirilen bir pusula gibi her an belirler. Tüm tasarım içinde bunlar pek bir yer tutmaz; ama 'benim bedenim' diye adlandırdığım tasarımın bu bölümü açısından temel bir öneme sahiptir, çünkü bedenimin gücül yordamlarını her an belirtir. Dolayısıyla beynin algılama denen yeteneği ile omuriliğin refleks işlevleri arasında yalnızca bir derece farkı vardır, yapı farkı olamaz. Omurilik, alınan uyarıları hareketlere dönüştürür; beyin bunları basitçe doğan tepkiler olarak sürdürür. Ama her iki durumda da sinir sistemi maddesinin rolü, hareketleri yönlendirmek, kendi aralarında bileştirmek ya da bastırmaktır. Bu durumda, 'benim evren algım'ın beyin tözünün içsel hareketlerine bağlı gözükmesi, bu hareketler değişirken değişmesi, ortadan kalkarken yok olması nereden kaynaklanmaktadır? Bu problemin güçlüğü, özellikle beyni ve beynin dönüşümlerini kendi kendilerine yeterli ve evrenin geri kalanından soyutlanabilir şeyler olarak tasarlamamızda yatmaktadır. Materyalistler ve ikiciler özünde bu noktada hemfikirdir. Beyin maddesinin bazı molekül hareketlerini ayrı ele alırlar. Bu durumda, kimileri bizim bilinçli algımızda bu hareketleri izleyen ve hareketin izini aydınlatan bir ışıltı görürken, diğerleri algılarımızı korteks tözünün moleküler uyarımlarını kendi tarzında sürekli ifade eden bir bilincin içine yayarlar: Her iki durumda da algının belirtme ya da ifade etme iddiasında olduğu şey bizim sinir sistemimizin durumlarıdır. Ama sinir sistemi, onu besleyen organizma olmadan, organizmanın soluk aldığı atmosfer olmadan, bu atmosferin sarmaladığı Dünya olmadan, etrafında Dünyanın döndüğü Güneş olmadan canlı diye düşünülebilir mi? Daha genel olarak, bu nesne kendi fiziksel özelliklerini tüm diğer nesnelerle sürdürdüğü ilişkilerden aldığına göre ve her bir belirlenimini, hatta sonuç olarak kendi varlığını evrenin bütününde işgal ettiği yere borçlu olduğuna göre, yalıtılmış maddi bir nesne kurgusunda bir tür saçmalık yok mudur? Dolayısıyla, algılarımızın yalnızca beyin kütlesinin molekül hareketlerine bağlı olduğunu söylemeyelim. Algılarımızın bu moleküllerle birlikte değiştiğini, ama bu hareketlerin maddi dünyanın geri kalanına sıkı sıkıya bağlı kaldığını söyleyelim. Bu durumda yalnızca bizim algılarımızın nasıl olup da beynin dönüşümlerine bağlandığını bilmek önem taşımaz. Problem genişler ve çok daha açık seçik terimlerle ortaya konur. İşte, 'benim evren algım' dediğim ve ayrıcalıklı belli bir imgenin -bedenimin- hafifçe değişimleriyle tepeden tırnağa altüst olan bir imgeler sistemi!
Sene 1896, çok farklı fikirlerimiz olsa da Bir insanın düşünce fırtınasının ortasında olmak muazzam:)
·
93 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.