Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Papazı öğretmenle karıştırmak istemiyorum.
Victor Hugo, yüz altmış yıl öncesinden, akılcı, hümanist, laik, aydınlanmacı eğitimden sapmanın bir ülkeyi nereye götüreceği konusunda tarihe not düşüyor, ders alınması için, tabii alınırsa… Teşekkürler Victor Hugo! Fransa. 15 Ocak 1850. Cumhurbaşkanı Louis Napoléon tarafından “Ruhban Partisi”nin (le Parti clérical) desteğiyle Milli Eğitim Bakanlığına atanan Kont de Falloux’nun Fransa’da ulusal eğitimin Kilise denetimine geçmesi amacıyla Meclis’e verdiği laik eğitim karşıtı yasa teklifine karşı cumhuriyetçi Victor Hugo’nun Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmayı kısaltarak aşağıda sunuyoruz. Fransa’da eğitim özgürlüğünü düzenlemek gerekçesiyle Meclis’e sunulan bu yasa teklifi gerçekte milli eğitimi ruhban sınıfın tekeline bırakıyordu. Hükümet tarafından katolik eğilimli bir komisyona hazırlatılan ve Ruhban Partisi’nce eklemeler yapılarak desteklenen bu teklif laik eğitimi kaldırıyor ve yerine Kilise’nin yönlendireceği bir dini (Katolik) eğitim getiriyordu. Günümüz dünyasında bu sorunun hala güncelliğini koruyor olması, yaşamın tüm alanlarında genel bir aydınlanmayı; yaşama aklın, bilimin kılavuzluk etmesini; akılcı, yaratıcı, üretken ve laik bir insanlık kültürünün kurulmasını savunan Victor Hugo’nun öngörüsünü evrensel bir hakikat noktasına taşıyor. “Efendiler ! * Ülkenin kaderinde ciddi sonuçlar doğuracak bir açık tartışma başladığında, hemen, vakit kaybetmeden sorunun özüne inmek gerekir. Bana göre eğitim sorununda en ideal çözüm, eğitimin parasız ve zorunlu olmasıdır. İlköğretim için zorunlu, diğer aşamalar için de parasız. İlköğretimin parasız oluşu çocuğun hakkıdır**. Köy okulundan başlayarak, aşama aşama en yüksek okullara kadar, bilimin kapılarının herkese eşit olarak sonuna kadar açık olduğu Devlet eliyle verilen bir eğitim istiyorum. Nerede bir tarla varsa, nerede bir düşünen zihin varsa, orada bir kitap olsun istiyorum. Okulsuz bir nahiye, kolejsiz bir kasaba, fakültesiz bir şehir kalmasın. Işığını ülkenin sathına yayan, her yerde uyuyan zihinleri, yetenekleri harekete geçiren zihinsel eğitim yuvaları, liseler, jimnazyumlar, kürsüler, kitaplıklar olsun… Devlet eliyle, kararlı biçimde toplumun en alttaki okuma yazması olmayan, bilgisiz kitlelerine bilgi merdiveninin ulaştırılmasını ve hiçbir kopukluk olmadan halkın kalbinin Fransa’nın beyniyle buluşturulmasını istiyorum. Herkese en iyi koşullarda eğitim görme imkânı sağlayacak ve Fransız dehasını en üst noktasına taşıyacak parasız eğitim fikrinin yanına, hiç düşünmeden eğitim özgürlüğünü, tüm diğer özgürlükler gibi genel kanunlarla güvence altına alınmış tam, mutlak bir eğitim özgürlüğünü koyardım. Ben, eğitimde özgürlük istiyorum, bunu talep ediyorum. Devletin denetimi altında olmalı bu özgürlük ve Devlet de laik, bütünüyle laik, özellikle laik olmalıdır. Devlet adına bu denetim yetkisini kullananların ulusal birliğin dışında, hiçbir çıkar amacı gütmemeleri gerekir. Yani, ben, bu yasa teklifiyle kurulan denetleme heyetinin yüksek kuruluna da, alt kuruluna da rahiplerin, rahip temsilcilerinin girmesini istemiyorum. Atalarımızın bir düş saydıkları Devlet ile Kilise’nin ayrılmasının, gerek Kilise’nin, gerek Devlet’in yararına daha da derinleşmesini istiyorum. Ben gençliğin eğitimini çocukların ruhunu, yaşama açılan körpe zekâların işlenmesini yeni kuşakların düşüncesini, yani Fransa’nın geleceğini sizin ellerinize bırakamam. Efendiler ! Bu kanun bir silahtır. Bir silah o kadar önemli olmayabilir. Ancak, onu tutan eldir önemli olan. Hangi eldir bu kanunu tutan el? İşte sorunun can alıcı noktası buradadır. Efendiler! Bu el din partisinin elidir. Efendiler! Ben bu elden korkuyorum, bu silahı kırmak istiyorum, bu yasayı reddediyorum. “Ruhban Partisi”ne, her yerde kulağı olan bu partiye hitap ediyorum ve diyorum ki, bu yasa sadece sizin yasanızdır. Ve açık söyleyeyim, ben size güvenmiyorum. Öğretmek, inşa etmek, yaratmak demektir. Ben sizin inşa ettiğiniz şeye güvenmiyorum. Ben gençliğin eğitimini çocukların ruhunu, yaşama açılan körpe zekâların işlenmesini yeni kuşakların düşüncesini, yani Fransa’nın geleceğini sizin ellerinize bırakamam. Yeni kuşakların bizim yerimize geçmesini yeterli görmüyorum. Onların bizi sürdürmesini istiyorum. İşte bu nedenle elinizin de, nefesinizin de onların üstünde olmasını istemiyorum. Atalarımızın kurduğunu sizin yıkmanızı istemiyorum. Bu utancı yaşamayı istemiyorum. Sizin yasanız bir maske taşıyor. Bir şey söylüyor, ama söylediğinin tersini yapıyor. Bu sizin alışkanlığınız. Bir zincir imal ettiğinizde, “işte özgürlük!” diyorsunuz; bir yasaklama getirdiğinizde de, “işte serbestlik!” diyorsunuz. Sizi Kilise ile karıştırmıyorum, ökseotunu meşeyle karıştırmadığım gibi. Siz Kilise’nin asalaklarısınız, siz Kilise’nin hastalığısınız. Siz inançlı insanlar değilsiniz. Siz anlamadığınız bir dinin softalarısınız. Kilise’yi kendi işlerinize, çevirdiğiniz dolaplara, stratejilerinize, ideolojinize, hırslarınıza karıştırmayın. Ona siyaset öğreteceğim diye onu rahatsız edip durmayın. Özellikle onu kendinizle özdeşleştirmeyin. Ona yaptığınız haksızlıkları artık görün! Eğer, insanlığın beyni gözünüzün önünde açık bir kitap sayfası gibi dursaydı, eminim üzerini çiziklerle doldururdunuz. Şimdi de kalkmış öğretmek hakkı, öğretmek özgürlüğü talep ediyorsunuz. Siz, “Ruhban Partisi”! Sizi tanıyoruz. Geçmişte, her alanda söz sahibiydiniz. Dinde katılığın, dogmanın güvencesi oldunuz ve “hakikat” adına bulduğunuz şey cehalet ve yanılgı oldu. Bilime karşı çıkan, ayin kitabında söylenenlerin ötesine geçmek isteyen dehaları mahkûm eden, düşünceyi dogmanın içine hapsetmek isteyen sizsiniz. Avrupa zekâsının bugüne kadar ileri doğru attığı tüm adımlar hep size rağmen atılmıştır. Şimdi de kalkmış eğitimin hâkimi olmak istiyorsunuz. Sizin kabul ettiğiniz ne bir şair, ne bir yazar, ne bir filozof, ne de bir düşünür vardır. Dehaların yazdığı, bulduğu, düşlediği, aydınlattığı, keşfettiği her şeyi, yani uygarlığın hazinesini, değişik kuşakların, düşünen zihinlerin yüzlerce yıllık ortak mirasını reddediyorsunuz. Eğer, insanlığın beyni gözünüzün önünde açık bir kitap sayfası gibi dursaydı, eminim üzerini çiziklerle doldururdunuz. Şimdi de kalkmış öğretmek hakkı, öğretmek özgürlüğü talep ediyorsunuz. Bakın samimi olalım, talep ettiğiniz özgürlük, öğretmemek özgürlüğüdür. Eğitesiniz diye size halklar verilsin istiyorsunuz, ne demezsiniz! Yetiştirdiğiniz öğrencilere, ürünlerinize bakmak yeterli. İtalya denen ocağı söndürdünüz, o koca İspanya’yı çökerttiniz. Kim bilir Fransa’ya neler yapacaksınız… Peki bu hıncınız kime, neye yönelik? Söyleyeyim: siz insan aklına hınç duyuyorsunuz. Neden mi? Çünkü, akıl aydınlığı getirir de ondan. Sizi rahatsız eden şeyi söyleyeyim mi size? Fransa’nın üç yüz yıldan bu yana yaydığı o devasa özgür ışık, Fransa’yı parlak bir ulus yapan, Fransa’dan tüm dünyaya yayılan aklın ışığıdır sizi rahatsız eden. İşte sizin söndürmek, bizim de korumak istediğiniz ışık budur. Ben sizin yasanızı reddediyorum, çünkü bu yasa ilköğretime el koyuyor, ortaöğretimi alt üst ediyor, bilimin düzeyini aşağılara çekiyor, ülkemi küçük düşürüyor. Benim görüşüme karşı çıkanlar diyorlar ki, “siz din eğitimini yasaklıyorsunuz”. Hayır! Ben din eğitimini yasaklamıyorum. Din eğitimini samimiyetle istiyorum. Ve buna bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ancak Kilise’nin verdiği dini eğitimi istiyorum, bir siyasal partinin verdiği dini eğitimi değil. Yani manevi hayata dönük dini eğitimi istiyorum, dünya hayatını düzenleyen dini eğitimi değil. Kilise kürsüsünün bilimin kürsüsünü işgal etmesini istemiyorum. Papazı öğretmenle karıştırmak istemiyorum. Devlet adına Ruhban sınıfın kendi eğitimini dayatmasını gülünç buluyorum. Tek sözcükle atalarımızın istediği şeyi istiyorum: Kilise kendi işine baksın, Devlet de kendi işine. Bizi işgale kalkan Ruhban Sınıfı’na bu Meclis’ten şu ciddi tavsiyeyi yapmak istiyorum: bu partinin becerililikte üstüne yoktur. Şartlar uygun olduğunda güçlüdür, çok güçlüdür, fazla güçlüdür. Bu parti bir ulusu, ölümle eşdeğer olmasa da, hayatla da ilgisi olmayan içler acısı bir durumda tutma sanatını çok iyi bilir. O, buna yönetmek der. Bu ise, gerçekte kitleleri uyuşturma yönetimidir. Ancak, bu parti ayağını denk alsın; bu tür şeyler Fransa’ya yakışmaz. Bu partinin Fransa için aklından geçirdiği şu ideale izin vermek tehlikeli bir oyun olur: dinin mutlak egemenliği, çarpıtılmış bir özgürlük anlayışı, yenilmiş ve çepeçevre bağlanmış bir zekâ, yırtılıp atılmış kitaplar, basının yerine geçmiş vaaz, cüppelerin gölgesinin zihinlerde yarattığı karanlık ve saf dışı edilmiş düşünen zihinler… İlerlemeye karşı mı çıkıyorsunuz? O zaman devrimi karşınızda bulacaksınız! Tekrar söylüyorum, bu parti aklını başına alsın, tüm bir XIX. yüzyıl kendisine karşıdır; inatlaşmayı bıraksın. Yeni ve derin dürtülerle yönlenen bu büyük çağı buyruğu altına almaktan vazgeçsin; aksi takdirde, yapacağı her şey onun öfkesini artırmaktan, ürküntü doğuracak olayları tetiklemekten başka bir işe yaramaz. İşte sizin bize getirdiğiniz yasa bu! Siz, siyasal erki elinde bulunduranlar! Siz, yasa koyucular! Siz kendinize çelme takıyorsunuz, siz Fransa’ya çelme takıyorsunuz! Siz insan düşüncesini taşlaştırmak, tanrısal meşaleyi söndürmek, ruhları maddileştirmek istiyorsunuz da, içinde yaşadığınız zamanın özelliklerini nasıl görmezsiniz! Siz yaşadığınız çağın içinde yabancı olmalısınız! Fırlatıp atıyorsunuz ulusal övüncü, düşünceyi, zekâyı, ilerlemeyi, geleceği. Yeniliklerin, bilimsel buluşların, büyük değişimlerin içinde durağanlığı, değişmezliği düşlüyorsunuz. Bu umut çağında umutsuzluğa çağrı yapıyorsunuz. Oysa bakın her şey hareket halinde, her şey büyüyor, dönüşüyor, yenileniyor çevrenizde, üstünüzde, altınızda… Felaketlerden, alt üst oluşlardan nefret eden biri olarak ben, içim daralarak size bunları tekrarlayıp duruyorum ve sizi olacaklar konusunda uyarıyorum. İlerlemeye karşı mı çıkıyorsunuz? O zaman devrimi karşınızda bulacaksınız! Akılsız insanlar derse ki: insanlık ilerlemeyecek, yerinde sayacak, Tanrı buna yeri göğü sarsarak cevap verir! Bu yasayı reddediyorum.”
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.