Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Konya
Bu asra çok uzak, zamanın ufkundan silinmiş bir yüzyılda, Belh şehrinden yola revân olan bir yolcu, bir ırmağın arkasına takılmış bir okyanus, içinde tevhidin nüvesi ve aşkın üsâresi ile Karaman'a doğru yol almaktadır. Oradan Konya'ya vâsıl olacak, orada pişecek ve yanacak, orada şeb-i arûsuna kavuşacak ve orada medfûn olacaktır. Gelecek zaman ile başladığım bu hikâye bir geçmiş zaman öyküsüdür aslında. Zamanın fayları kırıldığında, ağır bir nostalji enkazı altında kalan yazıcıya ait bir yakınma kipidir bu... Elinde bizzat sahibinden teslim aldığı Mantık'ut-Tayr nüshası ile geldiği Anadolu'da yirmi yedi bin beyitlik bir mesnevi, Divân-ı Kebir ve daha nice nüsha bırakacaktır. "Bîşnev" emr-i hâzırı ile başlayan mâcera, kendi iç sesine kulak vermiş bir okyanusun, kendi dalgalarını işittiği bir deniz kabuğu gibi yedi deftere taksim olacaktır. Başka bir yoldan... henüz çok genç ve tecrübesiz bir şehri (Ankara), kadim bir şehre bağlayan acemî bir yoldan vâsıl olacağım "o belde"ye. "Konak"ların yerini kilometrelerin aldığı, molaların kahve ve namaza endekslendiği bu şehirler arası yolculuğun hitamına yaklaşırken, önce "serin serviler", sonra Kani Karaca'nın sesiyle "dinle sözümü sana direm" ve "sevelim hazreti Mevlana'yı" eserlerine kulak verip şehre ruhen de yaklaşmaya çalışıyorum. Gönlümden Itrî, Dede Efendi, Şeyh Galib geçiyor... Âh İstanbul senden ayrılalı ne kadar oldu ki? Bursa'nın izleri nasıl İstanbul'da aşikâr ise Konya da bir o kadar aşikâr... Tatlı bir yağmur yağıyor...insana hafif üşüme hissi veren bir ürperti vücudumda geziniyor. Gecikmiş bir yazın nâzını ve ikinci el bir haziranın hüznünü hissediyorum. Bu yağmur taneleri asma yapraklarına asılmalıydı! İlk defa hat dersine girdiğimde hocam sıradan bir ufak bir kavanozu açıp içerisinden enjektörle bir miktar şeffaf sıvı çekip is mürekkebine akıtmıştı. Asma yapraklarından toplanan yağmur suyuymuş meğer! Kadim şehrin mayasında asma yaprağında asılı kalan yağmur damlası da itibar görürmüş zamanında... Şimdi kadim bir şehrin yolunda hatırımdan bir ürperti olarak geçiyor bu ufak malumat... Yatsı için Kapı Camii'ne gitmeliyim. Üniversite yıllarında Konyalı bir dostumdan duymuştum ismini ve eski vaizini... Makyajlı bir arasta pazarın içinden geçiyoruz yürüyerek, sokaklar bomboş. Gündüz adım atacak yer olmuyormuş bu sokaklarda. Karanlıkta sessizliğe bürünmüş, çehresinde İstanbul'dan aşina olduğum hafif esmerleşmiş, yüzünde yılların yorgunluğu ama hala dimdik kesme taşlarla örülü duvarlar. Kıble duvarı karşısındaki kapıdan girmeden önce kapıdaki notu okuyorum. Şehrin sur kapılarından birine yakın olduğu için Kapı Camii diye anıldığını öğreniyorum. Hani o eski şehir, hani yeryüzünden silinmiş surlar, hani o eski düşmanlar ve taarruzları, hani şehrin korkusunu teskin eden yanılgı? Ezan okunuyor ve ne surlar kalıyor geride, ne düşmanlar, Ezân-ı Muhammedî her camiden, her minareden ayrı ayrı işgal ediyor şehrin ufuklarını... Selimiye, Aziziye, Kapı... Aynı safta yer tutmuş, aynı kıbleye yönelmiş üç mümin mabed! Kapıları açık müminler için... ve her biri insanın kendini ateşten koruduğu suların kapılarına yakın!!! Her biri bir kapı camii aslında... Kaç kubbe saydım içeride hatırlamıyorum, aklımda Bursa Ulu Camii'nin yirmi kubbesi var, bir de kendi içimin sahipsiz kalmış kubbeleri. 1997 yılında Konya halkı son kez kolları sıvayıp camiiye tadilat yapmış. Âh içim sızlıyor benim. Duvarlara bir sıva ve beyaz badana, basit kalem işleri ve artık ruhuma azap olan yeni yetme çini panoların ucuz görüntüsü. Tadilattan neden bunu anlıyoruz!? Üsküdar Mihrimah Sultan Camii yıllarca beyaz badananın eziyetini çektikten sonra henüz kavuştu gerçek yüzüne. Âh Edirne Muradiye Camii, mumyalanmış renkler ve kutsî çizgiler... Camilerin içini taklitten ibaret renkler ve çizgilerle dolduruyoruz, her rengin, her çizginin ruhu yok mu? İncitmiyor muyuz, incinmiyor muyuz? Caminin içindeki her dokunun bizi maverânın sınırlarına götürmesi gerekmiyor mu? Ben kalakaldım içeride, içimde mâverâî bir özlem ve hüzün... Bu asra çok uzak, zamanın ufkundan silinmiş bir yüzyılda, Vakt-i Garîbe Âlem-i Muhâl'in herhangi bir ânında, içimde yaşanmış yüzyılların hasreti, önümde gelecek zamanın boşluğu ve beyhûdeliği... Konya'ya vâsıl oluyorum... Şehri adımlamadan tanımak olmaz... Adımlamalıyım şehri...
··
427 görüntüleme
SİKLOPENTANOPERHİDROFENANTREN okurunun profil resmi
Abi buraya geldiysen ve seni görmeden gidersen çok üzülürüm
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.