Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

MURAT BELGE =MİLİTARİST MODERNLEŞME
Murat Belge, Militarist Modernleşme'de Almanya, Türkiye ve Japonya'da yaşanan militarist modernleşme sürecini karşılaştırmalı örneklerle ele alıyor: Almanya örneğini İtalya, Japonya örneğini Hindistan ve Türkiye örneğini Yunanistan ile karşılaştırıyor. Belge, yalnızca orduların modernizasyonuyla sınırlı kalmayan, tüm toplumun askerî disiplin ve itaat yöntemleriyle "terbiye" edildiği farklı modernleşme deneyimlerinin tarihsel ve toplumsal yönlerine odaklanıyor. Militarist Modernleşme, farklı coğrafya ve tarihsel/siyasal deneyimler içinde biçimlenmiş ulus-devlet örnekleri arasında, hamasi vaazların, "kan ve demir"le gerçekleşeceği iddia edilen projelerin, disiplin ve itaatin, tarihi ve toplumu ancak "şiddet"le kavrayabilen bir dünya görüşünün nasıl hakimiyet kurabildiği sorusuna cevap arıyor. Ele alınan ülkelerin siyasal geçmiş ve deneyimlerini tarihsel bir analize tâbi tutarken "ideolojilerin militarizasyonu"nun nasıl gerçekleştiğini tartışıyor. Militarizmin tahakküm kuramadığı örneklerde, bunu engelleyen toplumsal, siyasal ya da kültürel reflekslerin nasıl işlediğini inceliyor. Eserde avrupa, amerika,ingiltere, fransa nın tarihsel gelişimi, burjuva ile proletarya tarihlerini karşılaştırarak işkemektedir. Eserde amerikanın 13 ülkeden oluşması, britanya ya karşı verdiği özgürlük savaşı, sonra savaşı kazanıp idare,yasama ve yürütme organlarının ve devletin yönetim şeklinşn nasıl olduğu ve bu sürecin nasıl işlendiği değinilmektedir      Eserde genelde almanya, britanya ve rusya toplumlarının tarihsel süreçleri ve siyasi  gelişimleri kronolojik sıralamaya höre işlenmektedir. Faşizmin doğuşunu, nazikeri ele almakta ve bu süreçte militarizm toplumun nasıl meydana geldiğini ve militarist toplumun nasıl hareket ettiği üzerinde durulmuştur. Özellikle modernleşmenin ordu öncülüğünde ve gözetiminde yapıldığı toplumlarda her zaman daha önce başkaları yaptığı için erişilmesi gereken hedefler vardır ve toplumsal dönüşümün önemli araçlarından biri yasal-bürokratik süreçtir. “Yukarıdan aşağıya dönüşüm” mantığı toplumun bütün kuramlarında yer etmiştir. “Planlı ilerlemek”, “düzenleyici devlet”, “merkezî koordinasyon” ve benzeri yapılanmalar, genel bir üslûp oluşturur ki, bunu militarist mantıkla bağdaştırmak hem kolaydır, hem de o mantık bu koşullarda yetişmiş kadrolara zaten ideal olarak görünür. Yöntem olarak, böyle bir düzen, katı ve ayrıntılı bir hiyerarşi gerektirir ki, zaten söylemiştik, her askerî düzenin temeli budur. Bu kitapta inceleme nesnesi olarak ele aldığımız üç toplum örneğinde de, kuram olarak ordu, toplumsal hiyerarşinin tepesinde yer alır ve toplumun kendisini de mümkün olan ölçüler çerçevesinde askerî hiyerarşinin yapılarını başka alanlarda da yeniden-üret-meye teşvik eder.      Hiyerarşinin etkili çalışabilmesi “disiplin”e bağlıdır. Gene askerî yapı içinde normal karşılanacak bu “ast-üst” temelli ilişki, bir “değer” olarak, benimsemesi ve taklit etmesi için, sivil topluma sunulur. Norbert Elias (1897-1990), Almanya’da, hem de Prusya’da doğmuş, Yahudi kökenli, önemli bir sosyologdur. 1933’te Hitler iktidar olduktan sonra Almanya’yı terk etti. En önemli eseri Über den Prozess der Zivilisation (Uygarlık Süreci) adını taşır (Elias, 1994 [1939]). Bu ve çeşidi kitaplan, 20. yüzyılın önde gelen düşünürleri arasına koyar onu. Savaşın bitiminden iki yıl sonra yayımlanan bu kitabın büyük bir öfkeyle yazıldığı anlaşılıyordu. Nazi iktidarı sırasında birçok akrabası kamplarda hayatını kaybeden Nor-bart Elias ise ölümünden bir yıl önce Almanlar üstüne bir kitap yayımladı, Onun da Taylor gibi bir öfkesi var idiyse bile, bu tarihe kadar öfke yerini bir “anlama” çabasına bırakmış olmalı; Elias, büyük bir kültür yaratmış, tartışılmaz erdemleri olan Alman toplumunun, bildiğimiz bu kepazelikleri nasıl olup da yapabildiğini, soğukkanlılıkla, anlamaya çalışır. Ne suçlar, ne savunur. Şimdi, Almanya’yı önce militarizm, sonra da Nazizmle buluşturan ideolojik yapılanmalan Elias’la birlikte izleyelim;      Birçok şeyi açıklayan bir alıntı-paragraf var Elias’ın kitabının başlarında. Erich Schmidt adında bir edebiyat profesörü ölmüş; büyük Alman gazetelerinden birinde hakkında bir “obitu-ary”, yani gazetenin yazdığı bir anma yazısı yayımlanmış. Şöyle anlatılıyor:      Görünüşü muhteşemdi, onun için kadınlar ona tapmıyordu. Olağanüstü bir gücü vardı, onun için erkekler onu çok seviyordu. Halinde tavrında o eski profesör tipini hatırlatacak hiçbir şey yoktu; gerçekten yepyeni bir üp yaratmıştı. Onu ilk kez gören herhangi biri, sivil giyinmiş bir subay sanabilirdi. Şimşek gibi bir Ari ruhu onu sarıp sarmalamıştı; her zaman güneşli bir hali ve bakışının coşturucu bir sıcaklığı vardı (Elias, 1998). Bu satırlarda askerlik mesleğinin dünyanın her yerinde saygıdeğer olarak kabul edilen “profesörlük” ten de daha yüce bir konuma yerleştirildiği açık biçimde görülüyor. Yalnız mesleğin kendisi değil, mesleğin insanlara kazandırdığı düşünülen özellikler de göklere çıkarılıyor. Bu paragrafta “Ari ruhu” gibi ırkçı motifler de eksik olmamakla birlikte, büyük övgü askerliğe. Bunun “militarist ideoloji” olduğunu ve o ideolojinin nasıl bir şey olduğunu çok net bir biçimde açıkladığını rahatça söyleyebiliriz. 19. yüzyılın ikinci yarısında Alman toplumunda eğitim ve diploma çok önemli görülürdü. Kapitalist bir sistem yaratmayan toplumlarda böyle olması normaldir. Bu gibi toplumlarda toprak sahibi bir aristokrasi egemen sınıf haline gelmiş olabilir ya da Çin’in Mandarinleri gibi bir sınıf, “bilgi” sahibi olarak, devlet sınıfını meydana getirebilir. Böyle yapılanmalarda, soydan gelen soyluluğu bir yana bırakacak olursak, bilgi sahibi olmak para sahibi olmaktan daha şerefli kabul edilen bir statüdür. Sonraki bölümlerde, klasik Japonya’da tüccar sınıfının toplumsal hiyerarşinin en alt basamağında yer aldığını göreceğiz. Almanya’da da durum bundan çok farklı değildi. En tepede subaylar yer alıyordu (Prusya’nın Junker’leri zaten hem subay hem de toprak sahibi soylu olarak rakipsiz bir statüye sahiptiler). Onlara en fazla yaklaşabilenler, yüksek memurlardı. Buıjuvazi, değer skalasında, hemen onlann arkasına takılamazdı. Okumuş modem kentli tabakaların, örneğin mimar ve mühendislerin, doktorların, avukatların prestiji daha yüksekti. Hele diplomasız bir burjuva, ne kadar zengin olursa olsun, toplumsal hiyerarşinin epey aşağısında görülürdü. Almanya’da bugün de “Herr Doktor” teşrifatına ne kadar önem verildiğini gözlemlemeye çoğumuz fırsat bulmuştur. “Para kazanmak” dünyanın en şerefli etkinliği sayılmaz ve pek çok toplumda para kazananlar hor görülür. Ama paranın tartışılmaz gücü düşünüldüğünde, bu horlamanın büyük ölçüde haset ürünü olduğu ve kâğıt üzerindeki resmî “statü”lere rağmen fiilî düzeyde paranın sahibine çok ayrıcalık sağladığı anlaşılır. Gene de, o “kâğıt üstü” sınıflandırmasının bir önemi vardır. Bu gibi toplumlarda kâğıt üzerindeki bu ikincillik, üçüncüllük konumunu düzeltecek kolektif gücü bulamayan burjuvaziler, parasal varlıklarının itibardan yoksunlukla dengelenmesine alışmayı öğrenerek yaşamak zorunda kalırlar. Toparlayacak olursak, yaşadığımız dünyada “eşitsiz gelişme” diye bir kural varsa, elbette bu akıntıya karşı kürek çekmeye kararlı olanlar da çıkacak. Birileri, başka yöntemler kullanarak yarışta öne geçmeye çalışacak. Bu kitapta kapitalizm içinde kalan yöntemler arasmda bir kıyaslama yapıyorum (kapitalizmin dışına çıkan bir durum görmediğimizi varsayıyorum) ve dolayısıyla kapitalizmin doğal türevleri olan “yanşma”, “öne geçme” gibi eğilimlerin kendilerini tartışmaya açmıyorum. Burada, “liberal” kapitalizmin kendisi de ne kadar “doğal” ki, ona benzemediği için “güdümlü” ya da “yukarıdan aşağıya” kapitalizmi yerelim? Ama, son analizde, bütün bu örneklerde karşımıza “uluslararası hegemonya özlemi”, “kitleleri ezerek, ezme pahasına kalkınma”, “otoriter/totaliter” siyasî rejim gibi birçok tanıdık çıkacaktır. Bu tanıdıkların çoğunluğu da modellerin “yukarıdan aşağıya” olanından gelecektir. “Güdümlü” her zaman bir “zor” dozu içerir; “zor”, her zaman “hiyerarşi”yi “disiplin”i gerekli kılar vb. Bu dediklerimin elenmesiyle elbette sorun bitmiyor, ama nasıl olsa hepimiz ölümlüyüz deyip de bir tarafından çıkan ura baktırmama karan, çok da akılcı bir karar olamaz.Eserin içeriği genel itibariyle Almanya, japonya, Hindistan, İtalya, ingiltere ve osmanlı toplumu ve devletlerinin gelişimi, kronolojik olayları sırasıyla işleyip incelenmektedir, eserde toplumların siyasi, kültürel ve ekonomik olaylar işlenilmektedir.
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.