Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

779 syf.
9/10 puan verdi
Bazen yalnızca çandan aşağı düşersiniz,
Uzun çok uzun bir inceleme olacaktı bu. Eğer içimdeki şevki erteleyip durmasaydım. İlk kısımda Prens Mışkin bir askeri savaşa göndermek ile onun idam cezasının okunması arasındaki dehşet farkını vurgulayarak bunun haksızlığından söz ediyordu bir sahnede. O kısımda daha önce üzerine düşünmeye hiç gerek duymadığım ölümün üzerine düşündüm ve hiçliğe karışmanın korkunçluğu yüzüme vurdu adeta. Normalde ölüm benim için yalnızca ölümdü ve işte o kadar derdim kendi kendime. Fakat burada idam cezasına infazından çok kısa bir süre önce af verilmiş olan bir adamın düşüncelerini ve duygularını okumak değişikti. Dostoyevski'ye bir açıdan katılıyor olsamda, evet birinde yaşama ihtimalin olsa da diğerinde mutlak ölümünün farkındalığıyla yaşıyorsun, bir yandan da katılmıyorum çünkü eğer o idam cezasını bir katile verirsek bu kısasa kısas bir durum olur ve o insan yok ettiği kişiye karşılık alabileceği tek cezayı alır fikrimce. Sonuç olarak ölüm için her birimizin düşünceleri ve hisleri farklı, bazılarımız bir dine inanıyor ve bu şekilde bir çıkar yol buluyorken bazılarımız başka şekilde yorumluyor bu bilinmezlik dünyasını. Hakkında hiç bilmediğimiz bir şeye gidiyor olmak, bilinmezlik. 4. Bölümün başında olması lazım, insanların sıradan ve sıradanlıktan kurtulmaya çalışan olarak ayırmıştı Dostoyevski. Burda da Gavrila örneği verilmişti. Açıkçası bu kısımda ta en başta Prens tarafından Gavrila'ya övgü açısından söylenmiş olan sen sıradansın lafının onun yüzünde nasıl da acı bir ifade yarattığını kendi içimde tekrardan hissettim. Çoğu zaman bu konuda Gavrila gibi hisseden bir insan olarak Varvara gibilere özeniyorum. Kabulleniş, zor bir olgu. Fakat bir kere başardığında sonrasında geriye bir şey kalmıyor. Orijinal olma isteği benim hayatımı yöneten bir şey diyebiliriz ve burda bunun sıradanlığın kendisi olduğunu gördüm, yani demeye çalıştığım şey şu ki orijinal olma isteği tüm herkeste olduğundan dolayı aslında orijinal olmayı kalan 7 milyar ile beraber istediğimiz için en sıradan şeyi istemiş oluyoruz. Bu çok acı, kalbi burkan bir farkındalık. Fakat belki benim de her insanın en azından bir yönden birbirine benzdiğini kabul etmem, bu kabullenişi yaşamam gerekiyordur. Ne kadar zor da olsa. Lebedev'in konuşmasına gelirsek: sarhoş ve üçkağıtçı bir adamın hayata dair bu tarz düşüncelere sahip olabilmesi bana göre eksantrink bir olay. Ve sonrasında da okumuş ve elit diye nitelendirebileceğimiz birisinüm hayır sen yanılıyorsun diye karşı çıkıyor olması daha da ilgi çekici. Bunu nasıl yorumlamalıyım bilmiyorum ve düşüncelerin ikisine de katılarak kaçak oynamayı tercih ediyorum. Her ne kadar Lebedev'e katılıp karnımız doyuyor ama ruhumuz susuzlukta kavruluyorken buğdaydan banane demek istesem de fiziksel açıdan yetersiz bir bedenin ruhun inceliklerini anlamaya yaklaşması da çok güç bana göre. İtidal diyerek Aristo'yu ortaya sürsem, o da olmayacak. Aslında olsa da insanlar tarafından sürdürebilir değil. Ve bence şu anki toplumun en büyük problemlerinden biri bu konu. Buğday mı beni doyurur yoksa şiir mi çıkmazı. İnsanlar şu anda buğdayı seçiyor olsa da toplumumuzda, ben C seçeneği Roman diyorum ve şiirle olan aramdaki husumeti gözler önüne sermeyi tercih ediyorum. Alıntıda da bahsettiğim kısım, asla kendimizi açıklayamıyoruz, asla tam olarak karşımızdaki bizi anlamıyor. (İppolit'in kendini mektupta anlatmasına dair söyledikleri: Şu anda anlattıklarımın boş şeyler olduğundan, beni 'güneşin doğuşu' üzerine kompozisyon yazan bir küçük sınıf öğrencisi sanacaklarından veya bir şeyler anlatmaya çalıştığımı, ama beceremediğimi söyleyeceklerinden kuşkum yok. Ancak şunu da ekleyeyim: bir insanın kafasında doğan dahice veya yeni her düşüncede, hatta ciddi her düşüncede, onu anlatmak için ciltlerce kitap yazsa, otuz beş yıl sözlü olarak anlatmaya çalışsa yine de kafasından bir türlü dışarı çıkmayan, ömür boyu içinde kalacak, başkalarına anlatamayacağı bir şeyler her zaman vardır. Böylece belki de en önemli düşüncelerini, düşüncelerinin o bölümlerini hiç kimseye tam olarak anlatamadan ölür.) İletişimde verdiğimiz mesajın 9 farklı anlamı var. O sebeple gerçekten kafamızdaki şekilde anlaşılıyor olmamız imkansıza yakın. Belki de o sebeple bize yakın olan insanları bizi daha çok anladığımı düşündüğümüz kişilerden seçiyoruz. Ne de olsa bu kadar zor olan bir şeyi karşınızdakinin başarıyor oluşu değerli bir şey. Bir kısımda Kolomb'un Amerika'yı bulması değil güzel olan, tayfasını oralara yelken açtırabiliyor oluşu demişti. Bu kısmın örnekleri gerçekten güzeldi. Fakat buraya çok değinmeyeceğim. Sonuç mu süreç mi önemlidir konusunda kararsızlık konusunda Fredkin paradoksuna taş çıkartacak biri olarak ne demeliyim bilemiyorum. İhtiyar genaralin hayatın satrancında 25 hamle önden gidiyor oluşu ise duygusallığı saçmalık ve iyilik yapmayı enayilik olarak gören ruhsuz Z kuşağı bana gerçekleri tekrar ve tekrar göstermiş oldu. Acı çekiyor olmanın ruhsal ızdıraptan uzaklaştırıyor oluşu ise mantıklı bir bakış açısı. Fikirlere olan bakış açılarımı belirttikten sonra gel gelelim biraz kitaba. Kitapta en çok etkilendiğim sahnelerden biri İppolit'in mektubunu okuduktan sonra insanların asla onu anlamamış olması oldu sanırsam. Anlık bir şok geçirdim. Nasıl olur diyerek kaldım öylece. Ve sonra acı gerçek yüzüme vurdu. Ne yaparsınız?.. Prens Mışkin'i Dostoyevski ne olarak yazdı bilmiyorum ama ben hep İsa olarak okudum onu. Rogojin içinse diyebileceğim neredeyse hiçbir şey yok nedense. Sadece haç değiştirme sahneleri etkileyici geldi, sonrasında da bıçak sahnesi. Aglaya'dan en başından beri nefret eden biri olarak hak ettiğini bulduğunu düşünüyorum. İşte o kadar. Hak etse etse Gavrila'yı hak eder o sadece. Fakat bence kendisi Nastasya'dan çok daha üzerine konuşulabilecek ve bu kız neden bunu yaptı denilecek bir karakter. Nastasya'ya gelirsek, kendi kendini bitirdi kadıncağız. Üzülmedim kendisine. Bu kitapta üzüldüğüm tek kişi Lizaveta'ydı sanırsam. Madam Bovary benzetmesine de diyebileceğim tek şey şu olur ki Bovary, Nastasya'dan daha onurlu ve insan bence. Nastasya hiç yokken saçmaladı. Bovary en azından günahkardı. İpppolit ve Yevgeniy sevdiğim karakterler. Lebedev ise düşmanımın bile karşısına çıkmasın diyeceğim biri. Çok fazla yorum yapmak istemiyorum ama fark ettiğiniz üzere. Budala üzerine bulduğun yaklaşık 10 makale var onları inceleyeceğim ve de hakkında 2-3 konferans dinleyeceğim. O zaman kitap hakkında daha derinlemesine konuşabilecek durumda olabileceğimi düşünüyorum. Şimdilik toy fikirlerimle şöyle böyle demek çok mantıklı değil. Ama şunu söylemeliyim ki kadar okuduğum en iyi Dostoyevski kitabıydı, Suç ve Ceza da neymiş? Parmaklarını sizin için çakmak ateşine tutacak bir kavalye bulmanız dileğiyle. Keyifli okumalar. Belki yeterli araştırmayı yaptıktan sonra tekrar bir inceleme yazarım ek olarak.
Budala
BudalaFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201225bin okunma
·
79 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.