Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Basım -Yayım Organlarının Kurulması Bu dönemde fundamentalist düşünceyi yayacak basım yayım ağı oluştu. Bir yandan kitap ve gazeteler çıkarılırken diğer yan­dan basım evleri kuruldu. Bu anlamda Moody'nin Colportage As­sociation adlı kuruluşu büyük hizmetler yaptı. John R. Rice'nin Tanrı'nın Kılıcı (The Sword of The Lord) ve Pazar Okulu Zamanla­rı (The Sunday School Times) adlı gazetelerin yanısıra fundamen­talist düşüncenin anlatılması bakımından büyük öneme sahip Moody Monthly adlı süreli yayın dönemin önemli yayımlarıydı. Teknolojinin imkanlarından yararlanmayı iyi bilen funda­mentalistler, radyo ve televizyonu da amaçları doğrultusunda kullandılar. Dönemin en meşhur radyo programı, Charles Ful­ler'in "Eski Moda İhya Saati" (Old-Fashioned Revival Hour) idi. 1934'de "Radyo İhya Saati" olarak başlayan Fuller'in büyük ilgi gören programında hem müzik hem de İncil vaazı mevcuttu. 1950'li yıllarda televizyon insanların hayatına girmeye başla­dığında Billy Graham, Rex Humbard, Oral Roberts gibi isimler kendilerini televizyon ekranı için hazırladılar. Bu isimler arasın­da özellikle Billy Graham'ın dönemin Protestan dirilişinde büyük katkısı oldu. Nitekim, 1949-1957 yılları arasında Los Angeles, Portland, Baston, Columbia, Güney Caroline ve New York'daki faaliyetleri sadece 'ruhları kazanmak'la kalmayıp ana-akım Ame­rikan kültüründe pre-millenarist evanjelik dünya görüşünü yeni­den güçlendirmede büyük başarı kazandı. ısa 1960'larda, televizyonun toplum hayatındaki öneminin iyice anlaşılmasıyla İncil Enstitüleri ve İhyacılann yerini televizyon va­izliği almaya başladı.ısı Nitekim, Billy Graham, Jimmy Swag­garts, Jerry Falwell ve Pat Robertson gibi televanjelistler kendil terinden önceki ihyacıların görevini üstlenerek toplumdaki dini uyanışı sağlamak üzere yeni stratejiler uygulamaya yöneldiler. Siyasete Yaklaşım Çabaları; 19.yy.'da ortodoksiyi korumak için mücadele eden muhafa­zakar evanjelikler, 20.yy.'da da modernizme karşı dini ve kültü­rel bir savaş içine girmişlerdi. Bazısı, ana denominasyonların dı­şında kendi hakimiyetlerini kurmaya yönelirken, bozulduğunu düşündükleri bir ortamdan ruhları kazanmak için mücadele etti. Kimileriyse evanjelik mücadelenin uyum ve işbirliği gerektirdiği­ne inandı ve zamanla fundamentalist ismini kullanmaktan kaçı­nır hale geldi. Bir üçüncü kısım ise hakikatin savunusu için en meşru yolun ayrılıkçılık olduğuna inandı. Fundamentalistlerin toplumdan dışlanması, politik ve kültü­rel radikalizmin kapısını açtı. Bu dönemde yükselen fundamen­talist sesler içinde Gerald Winrod, Carl Mclntyre ve Billy James gibi isimler dikkat çekti. Mclntyre, "Yirminci Yüzyıl Hristiyan Sa­ati" (Twentieth Century Christian Hour) adlı radyo programıyla binlerce insana ulaşarak liberallere karşı kendi öfke teolojisini anlattı. Gerald Winrod ve Gerald L. K. Smith tüm ülkeyi gezip, evrim karşıtı fundamentalist hareketi yaymaya çalıştılar. 1920'­lerde aktif bir hareketin içinde olan Gerald Winrod, hristiyanlığı tehdit eden tüm düşünce ve hareketlere karşı mücadele etmek üzere Kansas, Wichita'da Hristiyan İnancının Savunucuları (De­fenders of the Christian Faith) adlı grubu oluşturdu. 1930'lu yılla­rın politik ve ekonomik krizleri dinsel içerikle yorumlanıp son günlerin habercisi olarak görüldü. Diğer taraftan fundamentalistler, dünya siyasetine bigane kalmıyor, pre-millenarist görüşleri ışığında olup bitenlere yorum getiriyorlardı. Onlar için Birleşmiş Milletler, aynı Milletler cemi­yeti gibi olumsuz bir gelişmeye işaret ediyordu. Dünya barışı mümkün değildi; zira Kutsal Kitap bunu söylüyordu. 20.yy.'daki felaketler aslında İsa'nın dönüşünün habercileriydi ve bunlardan etkilenecek olanlar inkarcılardı.186 1950'lerde bir grup fundamentalist lider, milliyetçi söylemle yoğrulmuş radikal antikomünizmin bayraktarlığını yaptı. ACCC'­nin kurucusu Cari Mclntire, bu konuya önem verdi ve soğuk sa· vaş döneminde endişeleri daha çok duyulur hale geldi. Kimi kili­se liderlerine karşı yaptığı suçlamalar, Senatör Joseph McCarty'­nin yardımcıları arasına katılmasını sağladı. Ruhban sınıfından komünizmi desteklediğini iddia ettiği kişilerin listesini çıkardı. ACCC'den Mclntire, Amerika Kilise Birliği (Church League of Ame­rica)'nden Edgar Bundy ve Hristiyan Mücadele (Christian Cru­sade)'den Billy James Hargis, 1950'lerin en tanınmış antikomü­nist savaşçılarıydı. Hargis ve Mclntire antikomünist mesajları­nı radyo aracılığıyla duyuruyorlardı. 1970 Sonrasında Fundamentalizmin Görünürlük Kazanması 1960'lar tüm dünyada ayaklanmaların, isyanların ve kitle ha­reketlerinin olduğu yıllardı. Bu dönemde siyahlar, kadınlar ve homoseksüeller için seslendirilen eşitlik talepleri Amerika'da yankılanıyor ve toplumu temelden sarsıyordu. Söz konusu talep­lere şiddetle karşı duran fundamentalistler, önceden siyasi bir duruş almaksızın kilise ve enstitülerde örgütlenmeyi tercih eder­ken; 1970'lerin sonuna doğru sosyal bir güç olduklarının farkına vardıklarında toplumsal görünürlüklerini yeniden kazanmak için harekete geçtiler.188 1979 yılında George Gallup'un ulusal anketi dikkat çekici sonuçlar vermişti. Buna göre soru sorulan her üç Amerikan yetişkininden biri, dini bir yeniden-doğuş (born-again) dönüşümü tecrübe etmiş, yaklaşık %50'si Kitab-ı Mukaddes'in yanılmazlığına inanırken %80'den fazlası İsa'yı kutsal bir figür olarak görüyordu. "Ayrıca anket, 130 milyon dinleyicisi olan ve 500 milyon dolardan milyar dolarlara ulaşan karlarıyla 1300 ka­dar evanjelik hristiyan radyo ve televizyon istasyonlarının etkin konumunu ortaya koyuyordu."189 Ayrıca 1960'dan beri ana akım denominasyonlardaki liberal üyelerin sayısı azalırken, evanjelik kiliselerin üye sayısı her geçen gün artıyordu.190 1960 ve 1970'ler boyunca gözlenen bu gelişmeye katkısı olan faktörlerden biri, güney devletlerinin gelişmesini takip eden ol­gulardı. 1960'lar boyunca hızla sanayileşmeye ve modernleşme­ye başlayan Güney devletleri, Kuzeyden büyük göçler alıyor; böylece liberal, modern düşünce ve yapılanmalara kapılarını açı­yordu. Şehirleşmenin hızla arttığı bu dönemde, kırsaldan kente gelen ve çocuklarını buradaki okullara gönderen aileler, inanç­sızlığın aşılandığı eğitimden dehşete düştüler. Tehlike karşısında fundamentalist kiliselere yöneldiler ve yeni televanjelistler, bu dönem boyunca kendi hakimiyetlerini kurdular. Pat Robertson, Virginia sahilinde Hristiyan Yayım Ağı (Christian Broadcasting Netı\!ork)'nı ve "700 klüp" (700 Club)'ü kurdu. Ardından Jerry Falwell, 1956'da televizyon vaizliğine başladı. Kuzey Caroline'de ise Jim ve Tammy Faye Bakker'ın fundamentalist faaliyetleri söz konusuydu.191 1970'lerde fundamentalist gelişmeye katkısı olan bir diğer faktör, devletin İkinci Dünya Savaşı sonrasında dini taleplere karşı tutumu oldu. Nitekim, okullarda bir ibadet programının devlet tarafından desteklenmesi anayasaya aykırı görülmüş, din ve siyaset ayrımının ihlali olarak telakki edilmişti. Böylece 1963 yılında Yüksek Mahkeme (Supreme Court) devlet okullarında İncil eğitimini yasaklamıştı. Her ne kadar mahkeme dine karşı olunmadığını ve dinin özel alanda kalması gerektiğini söylese de fundamentalistler ve evanjelik hristiyanlar kendilerini dışlanmış ve baskı altında hissetmişlerdi. Devletin kişilerin hayatına müdahalesi bu kadarla sınırlı kal­madı. Aileye de müdahale edilerek kadının statüsünde yasal de­ğişikliklere gidiliyor, çocuklarla ilgili fiziksel cezalara sınırlar ge­tiriliyordu. Homoseksüellere verilen haklar ve kürtajın serbest bırakılması diğer meselelerdi. Oysa ki tüm bunlar Kutsal Kitap'ı önemsememek anlamına geliyordu. Tüm bu değişimleri endişey­le seyredenler, direnmeye karar verdiler. 1970'ler boyunca hiç olmadığı kadar aile, çocuklarını devlet okullarından alıp; hristi­yan değerlerinin tanıtıldığı, hristiyan rol modellerinin verildiği ve tüm öğretimin İncili bağlamda yapıldığı hristiyan kuruluşları­na verdi. 1965-1983 yılları arasında evanjelik okullarına kayıt al­tı kat arttı ve okulların sayısı on bine ulaştı. Buna ek olarak, yüz bin kadar fundamentalist çocuk evde eğitim gördü.192 Diğer ta­raftan, 1970'ler boyunca fundamentalist okullar kendi içlerinde örgütlenme yolunu seçtiler. 1990'a gelindiğinde Amerikan Hristi­yan Okulları Birliği (American Association of Christian Schools)'­nin 1360 üye okulu varken; Uluslararası Hristiyan Okullar Birliği (Association of Christian Schools International)'nin 1930 üye oku­lu vardı. Amaç hristiyan ruhuyla yoğrulmuş bir eğitim sistemi oluşturmak suretiyle seküler modernizme karşı militan hristiyan­lar yetiştirmekti.193 Ülke içinde siyah-beyaz ayrımının yasal açıdan ortadan kaldı­rılması da muhafazakar beyazları öfkelendiriyordu. Diğer taraftan Vietnam savaşı ülke içinde ciddi çalkantılara neden olmuş, neredeyse her şehirde savaş karşıtı gösteriler yapılmaktaydı. 1960 ve 70'lerdeki bu kaos ortamı, evanjelist çalışma için acele edilmesini teşvik ediyor ve söz konusu olaylar 'yükseliş'in yakın olduğunu ifade eden birer işaret olarak algılanıyordu.194 Bu durum karşısında toplumsal bir güç olarak yeni kurumlar ve organizasyonlar oluşturan fundamentalistler, hristiyanların ses­siz kalmaya devam etmeleri durumunda Amerika'nın çöküşünün kaçınılmaz olduğunu düşünüyorlardı. Elde etmeyi istedikleri organizasyonel güç için çaba sarfeden fundamentalistler, bu dönemde hastahaneler, üniversiteler, med­ya kuruluşları, basım evleri ve hatta eğlence merkezleri kurdu­lar. Bunlar arasında CBN Üniversitesi, Liberty Üniversitesi, Oral Roberts'ın Şehir İnanç Hastanesi (City of Faith Hospital) ve eğlen­ce merkezlerinin en meşhuru Heritage USA de bulunuyordu.195 Öyle görünüyor ki, fundamentalistler seküler yapıları kutsal bir içerikle doldurup topluma sunuyorlar, bu dünyada fakat onun olmuyorlardı.196 Ancak tüm bu çabalar hakim kültür tarafından görmezden gelinmeye devam ediyordu. Ekonomik ve kurumsal gücünü artı­ran fundamentalistler ise söz konusu dışlanmışlığa karşı çıkmak . üzere toplumsal değişim hareketini başlatma konusunda sabır­sızlanıyorlardı. Ahlaklı Çoğunluk (Moral Majority) Hareketi Başkan Jimmy Carter, devlet ve din ayrımına bağlı bir Bap­tistti ve kimi konularda fundamenatlistlerle benzer düşüncelere sahipti. Başlangıçta dinin Beyaz Saraya nihayet girdiği konusun­da heyecanlanan fundamenatlistler daha sonra aradıkları kişinin Carter olmadığının ve endişelerini taşıyacak siyasi hareketin henüz oluşmadığının farkına vardılar.197 Ancak aranan hareket, 1979'da ortaya çıktı. Bu, fundamentalizmin sembolü haline ge­len Jerry Falwell liderliğinde oluşturulan "Ahlaklı Çoğunluk" (Moral Majority) adlı dini-siyasi lobi hareketiydi.198 Grubun ilha­mı, üç profesyonel sağ-kanat organizatöründen geldi. Richard Vigneria, Howard Phillips ve Paul Weyrich, Cumhuriyetçi Partiy­le bozuşup, Ronald Reagan'la yollarını ayırdıktan sonra ahlaki ve sosyal liberalizme karşı çıkan yeni bir muhafazakar çoğunluk oluşturmak istemişlerdi. Tam bu sırada modern kapitalist top­lumun dinamiklerini çok iyi tanımış ve dolayısıyla onunla eşit bir mücadeleye girişebilecek bir isim olarak ön plana çıkan Jerry Falwell'in tecrübesi ve çalışmaları istenen amaçla denk düşmüş ve Ahlaklı Çoğunluk böyle bir ittifak sonucu ortaya çıkarılmış­tı. 199 Zira Falwell, 1980'lerde seküler gücü kıracak kimse için et­rafa bakınıldığında görülen en etkili isimdi. Vaizliğe ilk olarak 1956'da atıl durumdaki bir soda fabrikasında başlayan Falwell'in Virginia Lynchburg'da kurduğu istasyonu 1960 ve 70'lerde Ame­rika'daki her on evden dördünde dinleniyordu.200 Ve programla­rı, 392 TV ve 600 radyo istasyonundan yayınlanıyordu. Lyberty Baptist Kolejini kuran Falwell, bunların dışında alkolikler için bir klinik ve hemşire kliniği de açtı. Diğer üyeler arasında Florida'dan Presbiteryen James Ken­nedy, Indianapolis'den bağımsız Baptist Greg Dixon, California'­dan muhafazakar ideolog Tim LaHaye, Atlanta'dan Güneyli Bap­tist Charles Stanley gibi isimler bulunuyordu. Ahlaklı Çoğunluk dışında Hristiyan Sesi (Christian Voice), Dindar Yuvarlakmasa (Religious Rountable) ve Geleneksel Değerler için Amerikan Koalisyonu (The American Coalition for Traditional Values) gibi başka muhafazakar dini politik gruplar da oluşturuldu ancak sembolle­şen ve politik anlamda en çok umut veren hareket fundamenta­İist vaiz Jerry Falwell'in yönettiği söz konusu hareketti.202 Ahlaklı Çoğunluk, evanjelik destek üzerine inşa edilmişti ve ülke düzeyinde liderlerinin neredeyse tümü bağımsız Baptist din adamlarından oluşuyordu. Başarısı benzerleriyle kıyas edileme­yecek düzeydeydi, çünkü önceden var olan iletişim ağlarına ha­kimdi ve yerel düzeyde din adamlarının yüksek organizasyonel yeteneklerinden yararlanıyordu.203 Ahlaklı Çoğunluk'un mesajı açıktı: Değerleri ayaklar altına alınan Amerika'yı İncil çizgisine getirerek güzel günlere kavuş­mak. Kendisini fundamentalist olarak tanımlamaktan çekinme­yen ve günahkar dünyadan uzak durma gayretindeki bir ayrılıkçı olduğunu söyleyen Falwell'e göre204, ülkeyi seküler bir elit olan 'ahlaklı olmayan bir azınlık' (an immoral minority) yönetiyordu ve buna karşı çıkan muhafazakarlar 'ahlaklı çoğunluğu' ifade ediyordu.205 1980'lerde politikaya aktif olarak katılan ve sağda (NCR-New Christian Right) yer alan fundamentalistler, kendi birimlerini ve kampanyalarını oluşturdular. Birbirleriyle bağlantılı iki amaçla­rından biri, muhafazakar düşünceyi harekete geçirmek; ikincisi ise bu düşünceyi siyasi platforma taşımaktı.206 Böylece üyelerini oy kullanma konusunda bilinçlendirdiler, daha katılımcı olmak için yüreklendirdiler, lobi faaliyetlerine teşvik ettiler. Kongrede görüşmeler yapıyorlar, muhafazakarları görev almaya teşvik edi­yorlardı. Katılım açısından hiç bir çaba küçük görülmüyordu. Kongreye mektuplar yazıyor, geçmesini istedikleri yasalarla ilgili lobi çalışması yapıyorlardı.207 Bir diğer amaçları medyayı etkile­mekti. Böylece kurumlar etki altına alınırken, her geçen gün ku­rallarını biraz daha iyi öğrendikleri ve uyum sağladıkları siyaset sahnesinde fundamentalistler, daha da görünür hale geliyorlar­dı. Nitekim l 988'da Pat Robertson, başkan olmak için bir giri­şimde bile bulundu. 1988 seçimlerinde George Bush, beyaz evanjelik veya fundamentalist oyun %8l'ini aldı. İleriki dönem­de de fundamentalist desteği almaya devam eden Cumhuriyetçi Parti l 994'de kendini "yeniden doğmuş hristiyan" olarak tanım­layan beyaz evanjeliklerin %78'inin oyunu aldı.208 Ahlaklı Çoğunluk şemsiyesi altında fundamentalistlerin ilgi­lendikleri konular, uyuşturucudan pornografiye, evrimden okul­larda dua meselesine hatta silah kontrolüne kadar oldukça geniş bir yelpaze oluşturuyordu. Seküler hümanizm, bir din olarak ni-. telendiriliyor ve her alanda mücadele ediliyordu. Merkeze aldık­ları konu ise toplumun yapıtaşı olan aileydi. Buna bağlı olarak, eşcinsel haklarına, pornografiye, Eşit Haklar bildirisine, kadın ve çocukların istismarını önleyecek yasalara karşı çıkan fundamen­talistler, güçlü bir ulus için erkeğin güçlü olduğu ve çocuk disip­lininin önemsendiği aile yapısını öngörüyorlardı. Kürtaj, aileyi tehdit eden fiillerin başında değerlendiriliyor ve sadece şahıslar değil, doktorlar, hükümet yetkilileri ve hatta kürtajı yasal kabul eden mahkemeler suçlanıyordu.209 Nitekim, kürtaj fundamenta­list aktivizmin sınırlarını test eden önemli bir konuydu. 1988'de Operation Rescue adlı bir grup, kürtaja karşı bir hareket başlattı. Kürtaj kliniklerinin önünde toplanan ve kadınların içeri girmesi­ni engelleyen grup, her ne kadar görevlilerce engellense de vaz geçmedi ve · üyelerin çoğu hapse girdi. Jerry Falwell, kendini grubun amigosu (cheerleader) olarak niteledi.210 Ahlaklı Çoğunluk hareketi, kendini sadece fundamentalistlere hapsetmedi, zira önemli değişimler yapabilmek için farklı inanç ve düşüncelere sahip gruplarla ittifak yapmaya ihtiyaç vardı. Za­ten, nüfusun ancak %15-20'i evanjelik protestandı. Bu amaçla çeşitli konularda Mormonlar, Roman Katolikler, Pentekostallar, Yahudiler ve hatta seküleristlerle bir araya gelinmeliydi. 211 Kato­liklerle kürtaja karşı mücadelede, Feministlerle pornografiye karşı mücadelede, Yahudilerle İsrail konusunda işbirliğine gidil­di.212 Falwell, işbirliğinin gerekliliğini savunuyor, Ahlaklı Çoğun­luk'un çoğulcu bir hareket olduğunu söylüyordu. Görülen o ki Amerika'da Protestan fundamentalizm, tarihinde ilk defa ayrılık­çı düşüncelerini bir kenara bırakarak modern hayatın kurallarına uyup çoğulculuk ilkesini kabul ediyordu. Ancak söz konusu ço­ğulculuk kimi fundamentalistleri öfkelendiriyordu. Zira her ne kadar Falwell ve Robertson gibi fundamentalistler pratik sebep­lerden ötürü bu ittifakı kabul etseler de sonuçta şeytan ve şeyta­ni güç kabul edilen kimselerle iş birliği söz konusuydu ki bu son derece tehlikeliydi. Nitekim Bob Jones, Falwell'i inanmayanlarla işbirliği yaptığı için "Amerika'nın en tehlikeli adamı" olara nite­lendiriyordu. Şüphesiz bu anlaşılır bir tepkiydi zira, o güne dek fundamentalistler ayrılıkçı bir yapı içinde organize olmuşlar ve hayatlarını idame ettirmişlerdi. İçkiyi, dansı, kumarı veya sigara­yı reddetmişlerdi. Hatta Lüteryen (Lutherans) ve Episkopalyan (Episcopalian)'larla işbirliği yaptığı için Billy Graham'ı suçlamış­lardı. Oysa ki şimdi Katoliklerle, Mormonlarla birlikte hareket etme gündemdeydi. Yükselişe katılmanın temel koşulu doğru inanç, evanjelizm ve doğru yaşam iken şimdi nereye gittikleri belli de­ğildi. Bu durumda Falwell'in yapması gereken şey, yeni edinilen yöntem konusunda fundamentalistleri ikna etmekti. Bu anlamda negatif düşüncelerin bir kenara bırakılarak İncilin müjdesinin herkese ulaştırılması gerektiğine vurgu yapan Falwell, yalnızca ruhların kazanılması değil, bütün Amerikan ulusunun kurtarıl­ması gerektiğini ve seçilmiş bir millet olması bakımından Ameri­ka'nın İncil mesajının iletilmesinde baş aktör olduğunu sa.vundu. Ancak Falwell'in tüm çabalarına rağmen inançlar-arası ilişkiye aşina olmayan güneyli beyaz fundamentalistlerin ağırlıkta oldu­ğu hareket ayrılıkçı olmayı sürdürdü. Falwell'in Ahlaklı Çoğunluk hareketi ve benzeri çabalar 1980'­lerin başında evanjeliklerin sivil toplumla ilgili kendi potan­siyellerinin farkına varmaları hususunda iki noktada etkili oldu. Birincisi, söz konusu hareket hristiyanların hristiyan olarak ka­musal hayata katılabileceklerine olan inancı güçlendirdi ve bu anlamda Protestan fundamentalistlerin apolitik duruşlarını de­ğiştirdi. Ahlaklı Çoğunluk'un başardığı ikinci nokta ise muhafa­zakar hristiyanların marjinal olmadığını göstermesi oldu. Nite­kim, Ronald Reagan gibi muhafazakar siyasetçiler hristiyan li­derleri dinliyor, bu da ülkeyi siyasi faaliyetle etkileyebileceklerini gösteriyordu. Siyasi platforma bakıldığında ise 1970'lerde Falwell'in başlat­tığı politikaya katılım hareketinin fundamentalistler arasında ka­bul gördüğü ve çoğunlukla Cumhuriyetçi Parti içinde etkili olan muhafazakar hristiyanların oluşturduğu Yeni Hristiyan Sağ (New Christian Right) liderleri içinde Pat Robertson, Gary Bauer, Be­verly La Haye, James Dobson gibi isimlerin yer aldığı farkedilir. Öte yandan, katı muhafazakar söylemin başarı getirmediğini farkeden muhafazakar Protestanlar bu dönemde daha uzlaşmacı bir söylem kullanmaya yönelmişlerdir.215 1980'lerde bazı fundamentalistler pre-millenarist kötümser­likten post-millenarist iyimserliğe doğru kaydılar. Henüz pre-mil­lenarist görüşleri bırakmaya hazır olmamakla beraber eskatolojik düşüncelerin siyasi tavır alışlarında önemli olmadığını söyleme eğilimdeydiler. Yine de dünya kötü durumdaydı ancak hristiyan­lar, dünyayı evanjelize etmekle ve olabildiğince fazla insana ulaşmakla sorumluydular. 1980 yılında Falwell, 'Old Time Gos­pel' adlı programında "Ülkemiz için umut var mı?" sorusuna şöy­le cevap vermişti: "İnanıyorum ki eğer Tanrı'ya güvenir ve dua edersek, kürtajı yasaklamak için mücadele eder, pornografiye karşı savaşır, uyuşturucu ticaretine karşı durur, geleneksel Ame­rikan ailesinin bozulmasına direnir, homoseksüel evliliklerini en­gellersek bu ülke ayakta kalır ve çocuklarımız Amerika'yı bizim bildiğimiz gibi bilirler. İnanıyorum ki Tanrı'nın Amerika'yı bir kez daha kutsamasında ümit vardır."216 Dini Çevrede Mücadeleler 1980'lerde Kutsal Kitap'ın yanılmazlığı gibi dini savun ular aynıydı fakat stratejiler bu kez oldukça farklıydı. Bu dönemde Lutheran Kilisesinde, Missouri Kilise meclisinde (Synod) ve Gü­neyli Baptist Kongresi (South Baptist Covention)'nde fundamen­talist zaferler elde edildi. Güneyli Baptist Kongresi, 1970'lerden itibaren organize olmaya başladı. Güçlü dispensasyonel pre-mil­lenarizmin yanısıra Kitab-ı Mukaddes yanılmazlığına vurgu yapı­yorlardı. Yarım yüzyıl önceki Kuzeyli benzerleri gibi yanılmaz olan Kutsal Kitap'ın tüm diğer inançların temelini oluşturduğuna inanıyorlardı. Güney, Kuzey'den daha sonra, ancak hızlı bir şekilde şehir­leşmeye, geleneği yitirmeye, Kuzey'den gelen yeniliklerden etkilenmeye başladı. Böylece fundamentalist bir hareketin ortaya çıkmasına neden olacak şartlar yerine gelmiş oluyordu. Gelenek­lerini korumak için çaba içinde olan Güneyliler, gelir düzeyinin yükselmesi ve şehirleşme nedeniyle harekete geçecek maddi im­kanlara da sahip oldular. Güneyli Baptistlerin organizasyon bilincine sahip olmasında Texas'lı yargıç Paul Pressler'in büyük katkısı oldu. Pressler, onla­ra siyaset dersi verdi. Din adamlarını ve sıradan insanları bir ara­ya toplayıp, aralarından muhafazakar bir başkan seçmeye ikna etti. Böylece, 1979'da Houston'da Adrian Rogers seçildi. Nihayet fundamentalistler, ulusun en geniş Protestan denominasyonunu ele geçirdi Skandallar ve Yeni Fundamentalist Aktörler (1979-1999) 1984'de yapılan bir kamuoyu araştırması Amerikalıların dine yaklaşımı konusunda ilgi çekici veriler ortaya koydu. Buna göre, toplumun %43'ü kendini liberal olarak nitelerken, %4l'i muha­fazakar olduğunu söylemektedir ve çoğunluk öteki hakkında olumsuz düşünceler beslemektedir. Diğer taraftan her ne kadar . anketler, Amerikalıların sadece %9'unun kendilerini fundamen­talist olarak nitelediğini gösterse de Protestan fundamentalizmi­nin önemli inanç esasları daha geniş bir kitle tarafından benim­senmektedir. Örneğin; nüfusun %44'ü kurtuluşun sadece İsa Me­sih tarafından geleceğine inanırken %30 kendini 'yeniden doğ­muş' kabul eder. Yine %28 Kitab-ı Mukaddes'in her kelimesinin literal okunması gerektiğine inanırken, %27 Kutsal Kitap'ın bi­limsel ve tarihi yanlışlıklar ihtiva ettiğine i'nanmaz.218 1980'lerin fundamentalizminin simgesi olan Falwell, Ahlaklı Çoğunluk'tan sonra 1986 yılında "Özgürlük Federasyonu" (the Liberty Federation)'nu kurdu.219 Ancak SO'li yılların ikinci yarı­sında yaşanan olumsuz hadiseler diğer televanjelistlerle beraber Falwell'in de kariyerinde düşüşe neden oldu. Zira fundamenta­list önderlerin bu dönemde yaşadıkları skandallar toplumun gö­zünde inandırıcılıklarının yok olmasına neden oluyordu. Örne­ğin, Jim ve Tainmy Faye Baker'ın inananlara israf etmemeyi ve paralarını ihtiyaç sahiplerine vermelerini öğütlerken kendilerinin şaşaalı bir hayat sürmeleri eleştiriliyordu. Dahası 1987'de ortaya çıkan skandal Bakker'ların itibarı üzerine büyük darbe indirdi. Charlotte Observer adlı yayının iddiasına göre Jim Bakker, Long Island'dan bir kilise sekreteri olan Jessica Hahn'a tecavüz etmiş, ardından sessiz kalması için 250 bin dolar vermişti. Diğer yan­dan Tammy Faye, şarkıcı Gary Paxton'a aşık olunca evliliğini sonlandırmıştı. Tüm bunların sonucunda Kuzey Caroline'deki PTL (Praise The Lord and People That Love) ağından ayrılmak zorunda kalan Jim Bakker, geçici olarak Falwell'in kendi yerine geçmesini talep etti. Ardından Bakker skandalını ortaya çıkaran bir diğer televanjelist Jimmy Swaggart'a yöneldi ve Swaggart'ı PTL'i ele geçirmek için komplo kurmakla suçladı. Ancak diğer taraftan Swaggart da Luisiana Batan Rouge'da bir kadını zaman zaman ziyaret ediyordu. Görülen o ki, bu dö­nemde fundamentalistler bir yandan insanlara ısrarla anlattıkları inanç esaslarına aykırı davranışlarda bulunurken; diğer yandan birbirlerine kinle saldırmaya devam ediyorlardı. Nitekim bu du­ruma bir diğer örnek Falwell ile ona PTL'i emanet eden Bakker arasında yaşandı. Bakker, Falwell'i kuruluşunu ele geçirmeye ça­lışmakla suçladığında Falwell, bir toplantı düzenleyerek Bakker'­la seksüel ilişkisi olduğunu iddia eden adamların yeminli beyan­larını açığa çıkardı. Tüm bu yıkıcı olayların ardından Falwell, Ahlaklı Çoğunluk hareketinden geri çekildi ve özel İncil derslerine döndü. Aynı dö­nemde 'Eski Zaman İncil Saati' (Old Time Gospel Hour) adlı radyo programının gelirleri de önemli ölçüde düştü. Yeni Patron: Pat Robertson Falwell'in ardından 700 klüp'ün (700 Club) ve Hristiyan Ya­yım Ağz'nın patronu Pat Robertson Hristiyan Sağ'ın yeni kahra­manı oldu. Her ne kadar kendini bir "karizmatik" olarak tanım­lasa da fundamentalistlerin sözcüsü olarak öne çıkan Robert­son oldukça geniş ve başarılı bir televizyon ağını (Christian Broadcasting Network) oluşturmuş, televizyon programlarında düzenli olarak yer almış, Regent University adlı fundamentalist üniversiteyi kurmuş ve dünya üzerindeki evanjeliklerle iletişimi artırmak için faaliyetlerde bulunmuştu. Bunların dışında siyaset­le de yakından ilgilenen Robertson, Başkanlık için Cumhuriyetçi­lerin adayı olma girişiminde bulunmuş ancak istediği sonucu alamamıştı. Ahlaklı Çoğunluk'ta yer almayan ancak muhafazakar bir evan­jelik olarak faaliyetlerde bulunan Robertson'un amacı Hristiyan Sağ'ı ayrılıkçı olmayan bir hareket haline dönüştürmekti. 1981'­de Özgürlük Konseyi (Freedom Council)'ni kurduğunda amacının "inananların hakları için savaşmak ve özellikle evanjelik hristi­yanlara ve ayrıca Ortodoks Yahudilere ve Roman Katoliklere si­yasi süreçte nasıl etkili olunabileceğini öğretmek" olduğunu söy­lemişti. Robertson'un yönettiği hareket dindar muhafazakarla­rı harekete geçirmede oldukça başarılı oldu. Falwell'in Ahlaklı. Çoğunluk'u, Amerikan evanjelikalizminin fundamentalist kısmını hareketlendirmeyi başarmışken, Robertson apolitik Pentekostalları ve Karizmatik hristiyanları yüreklendirdi ve bu anlamda ken­di adaylığ� da faydalı oldu.224 Halen Amerikan Fundamentalizminin önemli bir aktörü olan Robertson, yeni Hristiyan Fundamentalizmini oluşturan çeşitli görünümleri kendi içinde barındıran bir şahsiyettir. Eğitimli, or­ta sınıftan güneyli bir Baptist olan Robertson, politik ve sosyal açıdan muhafazakardır, karizmatik (veya neo-Pentekostal)'tir, yeniden doğuş tecrübesi yaşamıştır, İncili literalisttir, pre­millenarist dispensasyonalisttir. Robertson, hristiyanların İncil normlarına uygun bir toplum inşa edecek gücü kazanmaları gerektiğine inanır. Virginia Beach'deki üniversitenin ismini Vekil Üniversitesi (Regent Univer­sity) olarak değiştirmiştir. Zira vekil, egemen olmadığında yöne­ten kişidir ve üniversitenin asıl amacı öğrencilerini İsa'nın krallı­ğı vakti geldiğinde yönetime hazırlamaktır. 1989 yılında Robertson, Hristiyan Koalisyonu'nu kurarak ha­reketin idaresini Ralph Reed'e bıraktı. Reed, 1989-1997 arasında Hristiyan Koalisyonu bünyesindeki faaliyetleriyle Hristiyan sağın taleplerini günün söylemine daha uygun bir şekilde ortaya koy­du. Aileler üzerindeki vergi yükünün azaltılması, pornografiye karşı sıkı kontrollerin uygulanması, dinin serbestçe ifade edilme­si ve kamusal alanda ibadet özgürlüğü gibi hususlarda talepler dile getirilmeye devam edildi. Bu dönemde muhafazakar protestanların Cumhuriyetçi Partiye yönelimleri daha da netlik kazandı. 1980 sonrası seçimlere katılım oranları gözlendiğinde özellikle 1988 seçimleri muhafazakarların Cumhuriyetçi Parti'ye rağbetini göz önüne serdi.228 Diğer taraftan fundamentalizm farklı şekillerde tezahür et­meye devam etti. Kasım 1987'de 'yeniden doğuşçu' hristiyan olan Randall Terry, New Jersey'deki Cherry Hill'de bulunan bir kürtaj kliniğini 300 kurtarıcıyla beraber boykot etti. Yaklaşık 11 saat boyunca dua edip, ilahiler söyleyerek ve kliniğe kadınların girişini engelleyerek gösteri yapan gruptan günün sonunda 211 kişi tutuklandı fakat Terry başarısını "hiç bebek ölmedi" diyerek ilan etti. Bundan sonra 1988'de Atlanta'da Demokratik Kongre sırasında yine Terry'nin önderliğinde başlatılan gösteride 1300' -den fazla eylemci şehrin kürtaj kliniklerini kapattıkları için tu­tuklandı. Sonrasında, Kanada ve Amerika' da benzer pek çok ey­lem düzenlendi.
·
424 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.