Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

328 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Herkesin Kalbi
Kitap, 1887 yılında üçüncü sınıfa başlamak üzere olan Enrico'nun üçüncü sınıfta yaşadıklarını yazdığı bir günlük. Gerek ebeveynleri gerekse öğretmenleri onu çok bilinçli yetiştiriyor. Okurken sık sık: " Vay be! Kaldı mı böyle öğretmenler?" dedim. Ayrıca :" Acaba ben büyüdüğümde hayatıma girmiş olan onca öğretmenden kaçını veya hangilerini hatırlayıp onlardan saygıyla söz edeceğim?" diye de düşündüm. Öğretmenlik gerçekten ama gerçekten çok zor bir meslek . Bugün kaç öğretmen öğrencilerinin kalbine dokunup onların bu denli iyiliğini istiyor ki? Kaç öğretmen kitaptakiler kadar çok seviliyor, unutulmuyor? Hele Bay Crosetti? Aradan 48 yıl geçmesine rağmen,bir sürü öğrencisi olmasına rağmen Bay Bottini'yi yani 48 yıl önceki öğrencisini hatırladı. Geçenlerde bir ortaokul öğretmenimle karşılaşıp selam verdim ama beni tanımadı bile. Ben unutulacak insan mıyım Yaaa? Kalbim çıt gözyaşım pıt!:(( Kitabı okuyunca kitaptaki öğretmenler gibi bir öğretmen olasım geldi. :)) ... Okulda şöyle bir etkinlik de var : Her ayın bir hikâyesi oluyor,her hikâyeyi bir öğrenci temize çekiyor ve sınıfa okuyor. Hikâyelerin hepsi birbirinden güzel. Öğrencilere ; vatan sevgisini, dostluğun önemini, anne ,baba ve diğer büyüklere saygıyı, merhameti, iyiliği, şefkati çok güzel aşılıyor. O yaştaki çocukların kalbine dokunup onları vatanlarına hayırlı bir insan olmaları yönünde teşvik ediyor. Çocuklar büyüyünce ister öğretmen ister doktor ister avukat ister duvar ustası ister baca temizleyicisi ister demirci olsun hepsi vatansever oluyor. ... Kitapta görme engelli, konuşma engelli, duyma engelli ve raşitik çocuklara da yer verip onların hayatlarından bahsetmesi, sağlıklı kişileri şükretmeye davet etmesi de bir diğer alkışlanacak kısım. ... Kitapta tabiki en çok Garrone'yi sevdim.:)) Bunu da paylaşmadan edemeyeceğim. Sırf Garrone için bile okunmaya değer. İncelememi aylık hikâyelerden birini paylaşarak bitireceğim. Şimdiden iyi okumalar. Bu akşam Ferruccio’nun evi her zamankinden daha sakindi. Küçük bir tuhafiye dükkanını işleten babası mal satın almak için Forli’ye gitmişti. Karısıyla küçük kızları Luigina da onunla beraber gitmişlerdi. Küçüğün bir gözü hastaydı, onu doktora ameliyat ettireceklerdi. Şehre giden ana baba ertesi sabah döneceklerdi. Neredeyse gece yarısı olacaktı. Gündüz ev işlerine bakmak için gelen kadın güneş batarken gitmişti. Evde yalnız bacakları felçli büyükanneyle on üç yaşındaki Ferruccio kalmışlardı. Bu, büyük yolun kenarında, tek katlı bir evdi. Köye pek yakındı, Forli’den de pek uzak sayılmazdı. Yakınlarda da yalnız iki ay önce bir yangının yakıp yıktığı, üzerinde hala lokanta levhasının görüldüğü boş bir ev vardı. Küçük evin arkasında bir selvinin çevrelediği küçük bir bahçe vardı, bu bahçeye de küçük bir tahta kapı açılıyordu. Hem evin, hem de dükkanın girişi olarak kullanılan kapı büyük sokağa açılıyordu. Bütün çevrede de ıssız kırlar, ekilmiş geniş tarlalar, büyük dut bahçeleri uzanıyordu.Neredeyse gece yarısı olacaktı, yağmur yağıyor, rüzgar esiyordu. Ferruccio’yla büyükanne daha uyumamışlar, yemek odasında oturuyorlardı. Bu odayla küçük bahçe arasında eski eşyaları koydukları küçük bir odacık vardı. Ferruccio epey yol teptikten sonra gece saat on birde eve dönmüştü. Büyükanne gözünü kırpmadan, endişe içinde onun dönüşünü beklemişti. Kollu, geniş bir sandalye de oturuyordu. Bütün gününü hatta bazen de bütün geceyi burada geçiriyordu, çünkü çektiği nefes darlığı, yatmasına engel oluyordu. Yağmur yağıyordu ve hızla esen rüzgar yağmuru camlara çarpıyordu. Gece çok karanlıktı. Ferruccio yorgun, çamur içinde dönmüştü. Ceketi parçalanmış, atılan bir taş alnını yaralamıştı. Arkadaşlarıyla birbirlerini taş yağmuruna tutmuşlar, her zaman yaptıkları gibi de sonunda dövüşmüşlerdi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi oyun oynamış, bütün parasını kaybetmiş, beresini de bir hendekte unutmuştu.Odayı yalnız, büyükannenin sandalyesinin yanına, masanın bir köşesine yerleştirilen küçük bir yağ kandili aydınlatıyordu ama, büyükanne hemen torununun acıklı halini görmüş, başına gelenlerin çoğunu da tahmin etmişti. Bu çocuğu bütün kalbiyle severdi. Bütün olanları öğrenince, ağlamaya başladı. Uzun bir sessizlikten sonra da: – “Ah! Hayır, hayır, sen şu zavallı büyükannene hiç acımıyorsun. Annenin, babanın yokluğundan yararlanıp beni böyle üzdüğüne göre sen çok kalpsiz bir çocuksun. Bütün gün beni tek başıma bıraktın! Bana birazcık olsun acımadın. Dikkat et, Ferruccio! Seni acıklı bir sona ulaştıracak olan kötü yolda yürüyorsun. Senin gibi davranmaya başlayan ve sonu fena biten pek çok kişi gördüm. Daha şimdiden evden kaçmaya, arkadaşlarınla kavga etmeye, paranı kaybetmeye başlarsan; sonra, yavaş yavaş taş darbelerinden bıçak darbelerine, oyundan diğer kötülüklere, diğer kötülüklerden de... hırsızlığa geçersin,” dedi.Ferruccio büyükannesinin yakınında, dimdik oturmuş, yemek dolabına dayanmış, çenesi göğsüne dayalı, kaşları çatık, dövüşün yarattığı öfkeden kıpkırmızı, duruyordu. Kestane rengi saçları alnına düşmüştü, mavi gözleri de hiç kımıldamıyordu. Büyükanne ağlayarak: – “Oyundan hırsızlığa” diye tekrarlıyordu. “Düşün Ferrucio. Bir zamanlar memleketimizde yaşayan talihsiz Vito Mozzoni’yi düşün, şimdi şehirde serserilik ediyor. Daha yirmi dört yaşında ama, iki defa hapiste yattı, annesinin kalp sektesinden ölümüne sebep oldu, annesini yakından tanırdım, babası da ümitsizliğe kapıldı ve İsviçre’ye kaçtı. Babasının bile selam vermeye utandığı o talihsiz halini düşün. Hep kendisinden daha adi arkadaşlarla geziyor, kürek cezasına çarpılıncaya kadar da böyle yaşayacak. Ben onun çocukluğunu bilirim, o da senin gibi başladı. Düşün ki davranışlarını değiştirmezsen annenle babanı aynı sona sürükleyeceksin.Ferruccio susuyordu. O hiç de kalpsiz bir çocuk değildi, kim demiş. Haşarılığı aşırı canlılığından ileri geliyordu. Bu konuda babası onu uyarmış, istese çok iyi kalpli bir çocuk olabileceğini söylemişti. Babası ona güveniyor, bir gün doğru yola geçeceğine inanıyordu. Yaptıklarından üzüntü duymuyordu ama, iyi bir çocuktu. Çok inatçı olduğundan, yaptıklarına pişman olduğu zaman bile, bağışlanmasını sağlayacak o iyi, güzel sözleri; “Evet, kabahatliyim, bir daha yapmayacağım, söz veriyorum, beni affet”, dememek için kendini zorluyordu. Bazen yaptıklarına öyle üzülüyordu ki, yüreği sızlıyordu ama, gururu buna engel oluyordu. Onun böyle sustuğunu gören büyükanne: – “Ah! Ferruccio, bana pişman olduğunu anlatan tek kelime bile söylemiyorsun! Bak beni ne hale soktun, ölebilirim de. Beni bu kadar üzecek kadar kötü kalpli olma, böylesine yaşlı, son günlerini yaşayan annenin annesine karşı böyle davranman doğru mu? Seni her zaman sevmiş olan sevgili büyükannen: Sen daha birkaç aylık bir bebekken ben geceler ve geceler boyunca senin beşiğini sallardım, senieğlendirebilmek için yemek bile yemezdim, sen bunları bilmiyorsun! Her zaman: ‘Bu çocuk benim tek avuntum olacak!’ derdim. Halbuki şimdi sen beni üzüntünden öldürüyorsun! Eskiden, seninle beraber dolaştığımız günlerdeki gibi uysal, iyi bir çocuk olabilmen için gerekirse geri kalan şu son günlerimi de vermeye hazırım. Hatırlıyor musun o günleri, Ferruccio? Seninle kırlarda dolaşırken ceplerini ufak taşlar, kuru otlarla doldururdun, seni kollarımda uyumuş olarak eve getirirdim. O zamanlar zavallı büyükanneni severdin. Felç gelip bir köşeye oturduğumdan beri, ciğerlerime dolan hava gibi senin sevgine ihtiyacım olduğu halde benden kaçıyorsun. Biliyorsun ki dünyada senden başka kimsem yok, ben yarı ölü, zavallı bir kadınım, ah Tanrım!..”Büyükannenin bu sözleri Ferruccio’yu öyle üzmüş, kalbini öyle yumuşatmıştı ki sevinçle büyükannesine atılmaya hazırlanıyordu. Tam bu sırada bahçeye açılan bitişik odadan gelen hafif bir gıcırtı, bir çıtırtı duyduğunu sandı; ama, bu sesi şiddetle esen rüzgar mı çıkarmıştı yoksa bir başkası mı anlayamadı. Kulak kabarttı. Yağmur daha da artmıştı. Bitişik odandan gelen gıcırtı tekrarlandı. Büyükanne de bu sesi duydu. Heyecanlanan büyükanne biraz sonra sordu: – “N’oluyor?” Çocuk: – “Yağmur” diye mırıldandı. İhtiyar kadıncağız yaşlı gözlerini kurulayarak: – “Bundan böyle, Ferruccio, iyi bir çocuk olacağına ve zavallı büyükanneni bir daha ağlatmayacağına söz ver...” Tekrarlanan hafif bir gıcırtı sözlerini yarıda kesti. Büyükanne, sarararak:– “İyi ama, bu pek yağmur sesine benzemiyor!.. git bak bakalım!” dedi, sonra hemen ekledi: “Yok, yok burada kal!” ve Ferruccio’nun elini yakaladı. İkisi de nefeslerini kesip beklemeye koyuldular. Yalnız su sesi duyuluyordu. Sonra ikisi birden ürperdiler. İkisi de bitişik odadan gelen birtakım ayak sesleri duydular. Korkudan nefes nefese olan çocuk: – “Kim var orada?” diye sordu. Kimse karşılık vermedi. Korkudan taş kesilen Ferruccio bir daha sordu: – “Kim var orada?” Ama, bu sözler henüz ağzından dökülmüştü ki, ikisi de bir dehşet çığlığı attılar. Odanın içine fırtına gibi iki adam girmişti; biri çocuğu yakaladı ve eliyle ağzını kapadı; öbürü de ihtiyarın boğazını sıktı. Birincisi: – “Ölmek istemiyorsan sus!” dedi. İkincisi de: – “Susun!” dedi ve bıçağını çekti.Adamların ikisi de yüzlerine birer maske geçirmişlerdi, yalnız göz kısımlarında iki delik vardı. Bir an yalnız dört kişinin heyecanlı soluğuyla, şakır şakır yağan yağmurun sesi duyuldu. İhtiyar kadıncağız hırıldıyordu, gözleri yerinden fırlamıştı. Çocuğu yakalamış olan onun kulağına doğru eğildi ve: – “Baban parasını nerede saklıyor?” diye sordu. Çocuk belli belirsiz duyulan bir sesle, korkudan dişleri birbirine çarparak: – “Orada... dolapta” dedi. Adam: – “Gel benimle” dedi. Çocuğu boğazından sıkı sıkı tutarak bitişik odaya sürükledi. Orada, yerde soluk bir lamba yanıyordu. – “Dolap nerede?” diye sordu. Soluk soluğa olan çocuk dolabı işaret etti. Çocuğu iyicene kontrolü altında alabilmek için adam onu diz üstü yere itti, dolabın önüne sürükledi ve bacaklarıyla onu boğazından yakaladı, böylece bağıracak olursa çocuğu hemen boğazlayabilirdi.Bıçağını dişlerinin arasına sıkıştırdı, bir eline lambayı aldı öbür eline de ucunda sivri bir demir parçasını, demir parçasını deliğe soktu, kilidi zorladı, kırdı, dolabın kapılarını açtı, aceleyle her şeye bir göz attı, ceplerini doldurdu, tekrar dolabı kapadı, gitti kapıyı açtı, işini bitirdikten sonra çocuğu gene boğazından yakaladı ve onu öbür odaya götürdü. Öbür odada ikinci adam hala yaşlı kadıncağızı boğazından yakalamış duruyordu. İhtiyarın nefesi kesilmiş, başı arkaya düşmüş, ağzı açılmıştı. İhtiyarın yanındaki adam alçak sesle: – “Buldun mu?” diye sordu. Arkadaşı karşılık verdi: – “Buldum,” ve ekledi “Git kapıya bak.” Büyükannenin boğazını sıkan adam bahçe kapısına koştu, kimse var mı diye baktı ve bitişik odadan, ıslık gibi çıkan bir sesle: – “Gel!” diye seslendi. Odadan bulunan adam, daha Ferruccio’yu bırakmamıştı, gözlerini açmaya başlayan ihtiyara ve çocuğa bıçağını göstererek: – “En ufak bir ses duyarsam geri döner, sizi temizlerim!” dedi.Bir süre gözlerini kırpmadan ikisine de baktı. Tam bu sırada, yoldan geçen kalabalığın söylediği uzaktan gelen bir şarkı duyuldu. Hırsız başını hızla kapıya doğru çevirdi ve bu hızlı hareketin sonunda yüzündeki maske düştü. İhtiyar bir çığlık attı: – “Mozzoni!” Tanınan hırsız: – “Uğursuz ihtiyar, öleceksin!” diye kükredi. Bıçağını çekti ve birden bayılan büyükannenin üstüne yürüdü. Katil bıçağını uzattı. Ama, ani bir hareketle, ümitsiz bir çığlık atarak Ferruccio büyükannesinin üstüne atıldı ve onu kendi vücuduyla sardı. Katil masaya çarparak kaçtı ve sönen lambayı devirdi. Çocuk yavaş yavaş büyükannesinin üstünden çekildi, dizlerinin üstüne düştü, başı büyükannenin göğsüne dayalı, kolları onun beline sarılı bir halde böyle kaldı.Aradan biraz zaman geçti. Etraf zifiri karanlıktı. Köylülerin şarkısı gittikçe kırlara doğru uzaklaşıyordu. İhtiyar yavaş yavaş kendine geliyordu. Dişleri çarparak, soluk gibi çıkan inceci bir sesle: – “Ferruccio!” diye seslendi. Çocuk: – “Büyükanne” diye karşılık verdi. İhtiyar kadıncağız konuşabilmek için çaba harcadı; ama korkudan dili tutulmuştu. Bir süre hiç konuşamadı, tir tir titriyordu. Sonra: – “Gittiler mi?” diye sorabildi. – “Evet” Heyecanın kestiği, cansız bir sesle, ihtiyar: – “Beni öldürmediler” diye mırıldandı. Ferruccio boğuk bir sesle: – “Hayır... hayattasınız” dedi. “Yaşıyorsunuz, sevgili büyükanne. Yalnız parayı aldılar. Zaten babam... Paranın büyük bir kısmını yanına almıştı.” Büyükanne derin bir soluk aldı. Ferruccio, diz üstü, büyükannesini belinden tutarak:– “Büyükanne, sevgili büyükanneciğim... Beni seviyor sunuz, değil mi?” dedi. Büyükanne ellerini torununun başına koyarak, karşılık verdi: – “Ah! Ferruccio! Zavallı çocuğum benim! Kim bilir ne kadar korkmuşsundur! Ah tanrım! Sen bize acı! Lambayı yakıver... Hayır, hayır, karanlıkta oturalım, daha hala korkuyorum.” Çoc uk: – “Büyükanne” diye sözüne devam etti. “Şimdiye dek ben sizi hep üzdüm...” – “Hayır, Ferruccio, hayır, böyle şeyler söyleme. Artık ben bunları düşünmüyorum bile, her şeyi unuttum, seni öyle çok seviyorum ki!” Ferruccio, sesi titreyerek, zorlukla devam etti: – “Şimdiye dek hep sizi üzdüm... Ama, sizi daima sevdim. Beni bağışlıyor musunuz? Beni bağışlayın, büyükanne” – “Evet, çocuğum, evet, seni bağışlıyorum, seni bütün kalbimle bağışlıyorum. Seni nasıl bağışlamam. Ayağa kalk, çocuğum. Artık seni hiç azarlamayacağım. Sen iyi bir çocuksun, çok iyi bir çocuksun! Lambayı yakalım. Biraz cesaretimizi toplayalım. Kalk Ferruccio.”Çocuk, sesi gittikçe daha da zayıflayarak: – “Teşekkür ederim, büyükanne” dedi. “Şimdi artık... mutluyum. Beni hatırlayacaksınız, büyükanne... değil mi? Beni her zaman hatırlayacaksınız... Ferruccio’nuzu...” Büyükanne şaşkın, endişeli, ellerini torununun omzuna koyup, yüzüne bakmak istermiş gibi başını eğerek: – “Benim sevgili Ferruccio’m!” diye haykırdı. Zayıf bir soluk gibi çıkan cansız bir sesle çocuk bir kere daha: – “Beni unutmayın” diye mırıldandı. “Annemi, babamı, Luigina’yı benim tarafımdan öpün... Elveda, büyükanne...” İhtiyar kadıncağız çocuğun dizleri üstüne düşen başını titreyen elleriyle yoklayarak; – “Tanrı aşkına, neyin var, n’oluyor!” diye haykırdı. Sonra, boğazında düğümlenen boğuk bir sesle: “Ferruccio! Ferruccio! Ferruccio! Benim sevgili çocuğum! Bir tanem! Meleğim benim, bana yardım edin” diye bağırdı.Ama, Ferruccio artık karşılık vermiyordu. Küçük kahraman, anneannesinin kurtarıcısı, sırtından aldığı derin bir bıçak darbesiyle güzel, korkusuz ruhunu Tanrıya yollamıştı.
Çocuk Kalbi
Çocuk KalbiEdmondo De Amicis · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202117,4bin okunma
·
390 görüntüleme
Fatma Sude ALTUN okurunun profil resmi
En uzun incelemem :))
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.