Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

227 syf.
9/10 puan verdi
·
5 günde okudu
İlksöz: Hayatlar hep eksik, hep yarım. Hiçbir zaman tam olmayacak da. Avukat Yusuf'un kapısı gecenin bir saatinde çalar. Gelen, 25 yıldır ne arayan ne de soran babasıdır. Önce annesini terketmiş, 15 yaşındayken de onunla tüm iletişimini kesmiştir. Gecenin bu vaktinde kapısında gördüğü babasının şaşkınlığı ile onu içeri davet eder Yusuf. Babası, yolu Kırşehir'e düşmüşken annesinin kabrine uğramıştır önce, sonra da 15 yaşında bıraktığı oğlunu görmek istemiştir. Yılların araya girerek oluşturduğu soğuklukla kısa bir muhabbetten sonra yatarlar. Zaten babası sabah Kars'a gidecektir, Yusuf'un da sabahtan davası vardır. 25 yıldır kapkara olan bir zamanı, gecenin bir yarısında bulutların arasından bir anlığına öylece görünüveren ay mı aydınlatacaktır zaten. Sabah erkenden kalkan Yusuf evden çıkarken babasının cüzdanına biraz para koyar. Cebini karıştırırken bulduğu bir tahlil sonucu, dün gece aniden karşısına çıkan babasının halini de aklına getirince, kafasında şüpheler oluşurur Yusuf'un. Sonuçların fotoğrafını çekip bir doktor arkadaşına gönderir. Duruşma sonrası arkadaşının telefonu ile babasının hastalığını öğrenir. O andan itibaren başka bir Yusuf olur artık. Otobüs'e yetişir, babasını alır ve birlikte Kars yolculuğu başlar. Kısaca giriş yaptığım kitap, yol boyunca bir yüzleşme, 25 yılın ortaya döküldüğü bir hesaplaşmadır aslında. 25 yıl boyunca söylenemeyenler söylenir, sorular sorulur cevapları olmayan, Baba oğlunu tanır 15 yaşında bıraktığı, Oğul babasını bulur 25 yıldır aradığı. Yolculuk ara ara ayrılık sapaklarına savrulsa da o görünmez baba-oğul bağı hep çekip kavuşturur birbirinden uzağa savrulanları. Her yol biter. Ama mesele yolu bitirmek değil yola çıkmak değil midir? Yolculuk sonrası yol aynıdır, değişmez ama yolcu aynı mıdır artık? Yusuf da yolculuğun başındaki Yusuf değildir de hayat her zaman her şeyi aynı anda elimize tutuşturmuyor ki. Ya elimizde tuttuğumuzun, elini tuttuğumuzun değerini tam anlayamıyoruz, kıymetini tam bilemiyoruz çoğu kez, ya da değeri, kıymeti iyice anladığımızda elimizi tutan bizi bırakmış oluyor, boş elle kalıveriyoruz ortada. Yusuf'un da geç bulup tez kaybettiği gibi. . Ucunda Ölüm Var'da Ağıtçı Kadın'ı bırakıp giden Heves Ali'nin sadece Ağıtçı Kadın'ı değil Yusuf ile birlikte birçok kişiyi geride bıraktığını öğreniyoruz bu kitapta. Yine bir "son yolculuk" hikâyesi. Okudukça, Hasan Ali Toptaş'ın Kuşlar Yasına Gider'i akla geliyor. Ama buradaki baba oğul ilişkisi daha sorunlu, oğul yılların birikimi, hadi diyeyim öfkesi, kini ile dolu. Konu ilerledikçe de "bunu nasıl yaparsın şimdi Yusuf" dediğimiz her noktada aslında Kemal Varol Yusuf'un o kinini gösteriyor bize, 25 yıl hiç aramayan babaya duyulan buz gibi duygularla. Ama onun yanında şunu da gösteriyor aynı incelikle Varol: yol boyunca karşısına çıkan her kadınla yakınlaşmayı o ortamda bile düşünebilen Yusuf'un aslında babasının oğlu olduğunu. . Kitabı okuduktan sonra şunu düşündüm: kitap okumayı bu kadar çok sevmemiz, sadece edebi keyif mi, sadece hikâyenin güzelliği mi? Bence değil. Bunlardan daha fazlası, okuduğumuz kitaplarda, hikâyedeki olaylarla, hikâyedeki kişilerle kendi yaşamımızdan kesişimler bulup çıkarmak. Hem babamın hastalığında hem de annemin son bir yıl yaşadıklarında o kadar çok benzerlikler vardı ki hikâyeyle. Dolayısıyla yıpratıcı bir okuma oldu benim için, özellikle son bölümler. Belki bunu acıyla beslenmek olarak yorumlayabilirsiniz ama değil. Ben özellikle Yusuf'un hastane sürecinde yaşadıklarında kendimi daha çok buldum. Özellikle son bir yıldır "acaba" ve "keşke"lerle duvarlarını ördüğüm kuyumda Yusuf'u da gördüm çünkü. Annem için, şimdi "acaba" diye yargıladığım o anki kararlarımı tek tek Yusuf'ta buldum. Yusuf'la birlikte o kuyudan çıktım mı bilemem ama o kuyuda Yusuf'un da olduğunu biliyorum en azından. Belki de gerçek hayatta da birçok Özcan ve Yusuf var o kuyuda. Bunun farkına varmak acıyı azaltmıyor-ki zaten öyle bir amacım yok artık- ama bunu hayatın bir aşaması olarak görüp kabullenebilmek ve bu kabullenmeyle çoğu kişinin yüzleştiğini görmek... . Geçen gün filmini de izledim: Kıvanç Tatlıtuğ kızgın Yusuf'u, Settar Tanrıöven de pişman ama "ben buyum" babayı iyi oynamışlar. Kitabı okumasam muhteşem de derdim. Ama kitap başka. Her satırında yoğun bir aktarım olan romanı iki saatlik filme indirgemek zor tabi (Hadsizce 3-4 bölümlük mini dizi mi yapsalardı acaba da dedi bu fakir). Kitapta okuyarak yaşanan birçok duygu filmde yetersiz kalıyor (Belki de o nedenle bu duygular iyice anlaşılsın diye kitapta olmayan eklemeler olmuş filme). Ayrıca filmde bahsedilmeyen bir sırrı da biliyor kitabı okuyanlar. Uzun lafın kısası filmi seyrettim kitabı okumayayım demeyin, kitabı da okuyun. . Uzattım ama öyle olması gerekti demek ki. Hikâyenin devamı "Babamın Bavulu"nu ne zaman okurum bilemem. Bavuldan çıkan zaten sarsmışken bir de devamına hazır değilim şu aralar. Kemal Varol okuyun, çoğu kişi biliyordur ama Aşıklar Bayramı'ndan önce de Ucunda Ölüm Var'ı okuyun. Her ikisi de kesinlikle tavsiyemdir. Kitapla. Sağlıcakla. . Sonsöz: Yüzünde acı çektiğine dair bir işaret yoktu ama bir yanım ona işkence çektirdiğimi düşünüp kendimi suçluyor, onu tıpkı doktorun dediği gibi yoğun bakım servisine almamız gerektiğini söylüyordu. Yapamıyordum. Razı değildim. Ölüme giderken, etrafında melekler uçuşurken, ecel ondan can talep ederken babamın yanında olmak istiyordum. .
Aşıklar Bayramı
Aşıklar BayramıKemal Varol · İletişim Yayınları · 20192,891 okunma
·
123 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.