Gönderi

AKILCILIĞIN POSTULATLARI
Yukanda modemlerin "akılcı" (rationnelles) diye nitelen­ dirilen bir bilim ve bir felsefe adına her tür "sırrı" (mystère) dünyadan dışarı attıklarını ve dünyayı bu şekilde gördüklerini söylemiştik. Gerçekten de diyebiliriz ki, bir düşünce ne kadar dar çerçeve içine sınırlandırılırsa, o düşünceye o kadar "akılcı" denilebilir. Nitekim açıkça bilinmektedir ki, 18. yüzyılın "an- siklopedistler'inden itibaren, duyumlarüstü (suprasensible) her gerçeğin en azgın inkârcılan her konuda özellikle "akla" (la raison) başvurmayı ve kendilerini de "akılcı" olarak ilan etmeyi çok sevmektedirler. Bu basit, avamî "akılcılık"la, gerçekten fel­ sefî denilen "akılcılık" arasındaki fark ne olursa olsun gene de aradaki fark, sadece bir derece farkıdır; her ikisi de aynı eğilim­ lere tekabül etmektedir ve bu eğilimler modem çağlar boyunca hem aşırılaşarak hem de aynı zamanda "avamîleşerek" hızla ilerlemiştir. Daha önce başka eserlerimizde de çoğu kez "akılcı­ lık"dan söz etme firsatını bulmuştuk ve akılcılığın temel özel­ liklerini geniş geniş açıklamıştık; bu nedenle okuyucularımızı bu konuda daha önceki eserlerimizden bir kaçına göndermekle yetinebiliriz.00 Bununla birlikte, akılcılık niceliksel bir bilim düşüncesiyle öylesine bağlantılıdır ki burada en azından bir­ kaç kelime söylemeden edemeyeceğiz. Öncelikle, tam olarak rasyonalizm/akılcılık denilen şeyin Descartes'a kadar gittiğini hatırlatalım; ayrıca, başlangıcın­ dan itibaren, "mekanik" fizik fikriyle doğrudan doğruya birleş­ miş durumda olduğunu da "belirtmek" gerekir. Zaten Protes­ tanlık dinin içine, "serbest araştırm a ve inceleme" (libre exa­ men) fikriyle, bir tür akılcılık sokarak ona bir zemin hazırla- ımştı; gerçi o zamanlar henüz daha bu kelime mevcut değildi, çünkü o kelime, aynı eğilim felsefe alanında kendisini açıkça gösterdiği zaman icat edilmişti. Bütün biçimleriyle rasyona­ lizm temelde aklın üstünlüğüne inanma olarak tanımlanmak­ ta ve gerçek bir "dogma" olarak ilan edilmektedir; ayrıca, bire- yüstü düzene ait olan her şeyin, özellikle saf entellektüel sezgi­ nin inkân anlamına gelmektedir; bu ise, mantıksal olarak her tür metafiziksel bilginin dışlanması sonucunu doğurmaktadır. Aynı inkârın bir diğer sonucu da, bir başka alanda, her tür ma­ nevî otoriteyi reddetmesidir, oysa manevî otorite zorunlu ola­ rak "insanüstü" bir kaynaktan gelmektedir. Akılcılık ve birey­ cilik birbirine öylesine sıkı sıkıya bağlıdır ki, gerçekten de bazı yeni felsefî teoriler durumunun dışında, çoğu zaman birbirine karışmaktadır; bu yeni teoriler de rasyonalist/akılcı değilse bi­ le, salt bireycidir. Bu noktaya gelmişken, basitleştirmeye du­ yulan modern eğilimle bu akılcılığın ne denli uyuştuğunu da rahatlıkla görebiliriz. Doğal olarak her zaman nesneleri en alt öğelerine indirmek suretiyle ortaya çıkan bu basitleştirme eği­ limi, gerçekten de her şeyden önce bireyüstü alana ait her şeyi ortadan kaldırmakla kendini belli etmektedir, böylece geriye kalan ne varsa her şeyi, yani bireysel alana ait olan herşeyi, sa­ dece duyulabilen ya da cismanî (corporelle) kiplik içine gönder­ mek istemektedir; ve sonunda bizzat bu kipliği de niceliksel be­ lirlenimlerin basit bir kümesi (agrégat) haline indirmek iste­ mektedir. Bütün bunların birbirine sıkı sıkıya nasıl bağlandığı kolaylıkla görülmektedir; sanki bunlar, insanın kendisi hak­ kında ve dünya hakkında geliştirdiği düşüncelerin "bayağılaş- ması"nm adeta gerekli pek çok etaplarıymış gibi! Kartezyen akılcılığına bağlı olan bir başka basitleştirme türü daha var: Bu basitleştirme türü herşeyden önce ruhun bü­ tün mahiyetini "düşünce'ye (pensée), bedenin bütün mahiyeti­ ni de "uzam"a (étendue) indirgemek suretiyle ortaya çıkmakta­ dır. Bu son ilgi içinde, bedenin mahiyetinin uzama indirgenme­ si, daha önce de gördüğümüz gibi, "mekanikçi" fiziğin temelini teşkil etmektedir, hatta tamamen niceliksel bir bilim fikrinin hareket noktası olmuştur da diyebiliriz51. Fakat hepsi bu kadar da değil: "Düşünce'yle ilgili olarak, bir başka gereksiz ve aşırı basitleştirme de Descartes'ın aklı ele alış tarzından dolayı ya­ pılmaktadır. Descartes akla "sağduyu'da demektedir; (ki, bu durum, eğer bu terimin bugün kullanılmakta olan anlamı dü­ şünülecek olursa, özellikle vasat bir seviyeye ait bir kavramı çağrıştırmaktadır). Ayrıca "aklın dünyada en iyi şekilde payla­ şılan bir şey" olduğunu ileri sürmektedir Descartes; dolayısıyle bu da, hemen bir nevi "eşitlikçi" bir düşünceyi akla getirmekte­ dir ki, böyle bir şey tamamıyla yanlıştır. Bütün bunlarda Des- cartes safça ve basitçe "fiil halindeki" aklı (raison "en acte") "aklîlik”le (rationalité) karıştırmaktadır; öyle ki aklilik insa­ noğlunun tam anlamıyla özel bir karakteridir/niteliğidir.52 Kuşkusuz insan tabiatı her bireyde tam bir bütündür, fakat bi­ reylere ait olan özel niteliklere göre, bireylerde çok çeşitli tarz­ larda tezahür eder. Bu nitelikler her bireyde o bireyin özel tabi­ atıyla birleşmiş durumdadır; öyle ki obireyin özünün bütünlü­ ğünü onlar oluştururlar. Bu konuyu başka türlü düşünmek de­ mek, insan bireylerinin hepsinin kendi aralarında benzer ol­ duklarını ve sadece sayısal olarak (solo numéro) birbirinden farklı olduklarını düşünmek demektir. İşte "insan ruhunun birliği" konusundaki bütün değerlendirmeler doğrudan doğru­ ya bu şekilde düşünmekten kaynaklanmaktadır. Modernler her şeyi, «psikoloji» alanına ait olmayan şeyleri bile, açıklamak için durmadan bu yola başvurmaktadırlar; örneğin, aynı gele­ neksel sembollerin her zaman ve her yerde bulunabileceği ger­ çeği gibi. Burada onlar için gerçekten "ruh'un (esprit) değil de, sadece "zihinsel olan"ın söz konusu edildiği gerçeği bir yana, aynca burada olsa olsa ancak sahte bir birlik olabilir, çünkü ha­ kikî birlik bireysel alana ait olamaz; kaldı ki, bu şekilde konu­ şanların ve ayrıca daha genel olarak, "insan ruhu'ndan söz edebildiklerini sanan herkesin düşündüğü tek alan bu bireysel alandır. Sanki ruh özel bir karakterle şekillendirilebilirmiş gi­ bi! Her halükarda, tür içinde bireylerin tabiatının topluluğu ancak çok genel bir tarzda birtakım tezahürlere sahip olabilir; ve aksine çok ince ayrıntılarla ilgili olan benzerlikleri (similitu­ des) hesaba katmaktan da tamamen âcizdir. Fakat bütün gele­ neklerin temel birliğinin ancak o geleneklerdeki «insan-üstü» öğeyle açıklanabileceğini bu modemlere nasıl anlatmalı? Öte yandan, bugün gerçekten tamamen İnsanî olan şeylere döne­ cek olursak, modem psikolojinin kurucusu olan Locke açıkça kartezyen düşünceden esinlenerek şunları ileri sürmüştür: Vaktiyle Yunanlıların ve Romalıların ne düşündüklerini öğ­ renmek için, (çünkü onun ufku öylesine dardı ki "klasik" Batı antikitesinden daha ileriye geçemiyordu) bugün Ingilizlerin ve Fransızların neler düşündüklerini araştırmak gerekir; çünkü "insan her yerde ve her zaman aynıdır." Hiçbir şey bundan da­ ha fazla hatalı olamaz, fakat bugünkü psikologlar hep bu nok­ tada kalmışlar ve daha öteye geçememişlerdir; çünkü söyledik­ lerinin büyük bir bölümü gerçekte ancak modern Avrupalıya uygun gelmektedir, oysa ki onlar genelde insandan söz ettikle­ rini düşünmektedirler. Bugün bütün insan bireylerine gerçek­ ten empoze etmeye çâlıştıkları tekbiçimciliğin burada çoktan gerçekleşmiş olduğuna inanılacak gibi değil mi? Şu bir gerçek­ tir ki, bu yönde girişilen çabalardan dolayı, insanlar arasındaki farklar gittikçe daha azalmakta ve böylece psikologların varsa­ yımı da bugün Locke'un zamanında olduğundan daha çok ge­ çerli olmaktadır (kuşkusuz, gene de, burada, onun yaptığı gibi, geçmiş zamanlara bunu uygulamaya kalkışmaktan büyük öl­ çüde sakınmak şartıyla). Fakat her şeye rağmen, yukarıda da söylediğimiz gibi, limite, uç noktaya hiçbir zaman ulaşılama­ yacaktır; ayrıca, bu dünya devam ettiği müddetçe, mutlaka ön­ lenemez farklılıklar olacaktır. Ve nihayet, bütün bunlara ilave olarak, ancak "insan-altı" (infra-humain) olarak nitelendirile- bilen bir "ideal"i insan tabiatına en uygun tip sanmak... Acaba insan tabiatını gerçekten tanıma yolu bu mudur? Bunlan söyledikten sonra rasyonalizmin, tama
·
74 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.