Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

101 syf.
6/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Yağız’a mektuplar, Caner Kara’nın yeğeni Yağız’a yazdığı mektupların bir derlemesi. Hayatla ilgili fikirlerini, sade bir üslupla, bir çocuğa anlatır gibi yazmış. Siyasetten sosyolojiye, tarihten felsefeye kadar birçok noktada, detaya girmeden temel tespitlerde bulunmuş. Caner Kara, Türkçü camia içinde ırkçılığı herhangi bir geri adım atmadan, uzun yıllardır savunan birisi. Tahmin ediyorum karşılaştığı birçok eleştiriden en çok duyduğu, yaptığının bir genelleme olduğu ve bireyleri genelleme yaparak yargılayamayacağı olmuştur. Buna bir cevap olması amacıyla yazılmış olmasa bile, ortaya bırakılmış bir cevap olduğu kesin şu satırları yazmış: “Montaigne "bütün genellemeler çürük ve tehlikelidir" diye bir genelleme yapmış. Kendisinin yaptığı bu genellemeyi çürük görmüş olacak ki Alexander Dumas "bütün genellemeler tehlikelidir; bu da öyle" diyerek durumu toparlamaya çalışmış. Genellemeler hakkında atıp tutarken bile genelleme yapmak zorunda olduklarını fark etmiş olacak, Friedrich Nietzsche biraz daha toplamaya çalışmış: "Bu dahil bütün genellemeler yanlıştır." demiş. İnsanlar hakkında genelleme yapmadan sosyoloji mümkün mü? "Türkler İstanbul'u aldı" diye yazan bir tarihçiye, "bütün Türkler mi?" diye sorulur mu?” How I Met Your Mother dizisinde, Barney karakteri bir kere “Ne kadar efsanevi bir hayat yaşarsanız yaşayın, eğer bunu anlatacak arkadaşlarınız yoksa, o efsanevi bir hayat değildir.” demişti. Bunu da hiç unutmadım. Caner Kara’nın mektuplarından birinde Bertrand Russell’dan yaptığı “Seyircisi olmayan oyuncu, oyuna devam etmez.” alıntısı da bana bunu hatırlattı. Eylemlerimize ne kılıf uydurursak uyduralım, nasıl idealist ve ulu amaçlar öne sürersek sürelim, eğer başka insanlar bizi izlemiyorsa ve yaptıklarımız görülmüyorsa, eylemlerimizi sonlandırırız. Şu cümleyi sürekli kurarım: “İnsana Dünya’yı vermişler, Ay çok güzel demiş.” Buna benzer bir alıntı da bu kitapta şöyle karşımıza çıkıyor: “Bak iyi dinle; Çölde yaşayan insanlar için cennet, içinde bahçeler olan bir şeydir.” Bir din eleştirisi olarak da alınabilecek bu cümle, ondan ziyade, biz insanların elimizde olmayanı değerli görme hastalığımızdan dem vuruyor. Belki bağlantılı bir örnek de Külkedisi masalı ile veriliyor: “Külkedisi, kendisine yardım etmek için gelen periden her şeyi isteyebilirdi ama onun dert ettiği, üvey kardeşlerinin gittiği baloya gidebilmekti.” Bazen insanlar, çok daha iyiye sahip olabilecekken, kıskançlıktan, hasetten ya da vizyonsuzluktan, bazen de belki korkudan, çevresinin sahip olduklarını istiyor, oraya tıkılı kalıyor. O çevreye ait hissetmek, içinde bulunduğu sosyal normlara uyum sağlayabilmek adına, daha iyi seçenekleri göz ardı edebiliyor. İyi niyetin, çok çalışmanın ya da fedakarlığın her zaman bir yarar getirmediğini de bir başka masal ile örneklendiriyor: “Pamuk Prenses, hepsi de erkek olan 7 cücenin evine sığınıyor. Yedisinin yatağına tek başına kuruluyor. Yedisinden de çok yiyor. Bu cüceler eşek gibi madenlerde çalışırken, Pamuk Prenses şarkılar söyleyerek gününü gün ediyor. Yedi cüce bir kadını doyuramamış gibi, cadının elmasını da ısırınca uykuya dalıyor. Yedi cüce kendilerini yırtsa da uyanmıyor ama tesadüfen oralardan geçmekte olan bir prens, nedeni bilinmez bir şekilde bunu öpünce, hemen uyanıyor. Prensin sarayına gidip mutlu mutlu yaşamaya koyuluyorlar. Bütün insanlığı cüceler yapıyor ama bu hikâyede ne kazandıkları belli değil.” Game Of Thrones’da, Baelish karakteri, kaosu anlatırken: “Kaos bir merdivendir.” diyordu. Arkasındaki ima, her bir krizden bir fırsat çıkarılabileceği fikridir. Caner Kara’nın şu alıntısı da bunu anlatır: “Kaos kaçınılmazdır ve onu kullanan başarılı olur. Yarılan duvara üzülmek de mümkündür ama duvarın yarığında yuva yapma fırsatı gören kuş da bir canlıdır. Çatlayan asfalta bakıp bir sorun olarak görmek de mümkün ama orada çiçek açan tohum için böyle bir ihtimal yok. Hayat, eline geçenler hakkında ne düşündüğünle değil; onlarla ne yapabildiğinle ilgili bir şey.” Önümüze çıkan engelleri, karşılaştığımız felaketleri hiçbir zaman ümitsizlikle karşılamamalı, hızlıca kabullenmeli ve duvardaki çatlakları aramalıyız. Başarı böyle gelir. Devleti, vatanı kutsal yapan şeyler, ona verdiklerimizdir diyor Yazar: “Devlet ve vatan, verdikleriyle değil; aldıklarıyla kıymet kazanan şeylerdir.” İlişkiler ile ilgili şöyle bir gerçek var: “Ne kadar yatırım yaparsan, o ilişkiye o kadar bağlanırsın.” Yazarın bu alıntısı da bana bunu hatırlattı. Vatan bizden sürekli ister, ister ki yatırımlarımızla kendine bağlasın bizi. “Vergimi verdim, kolumu, bacağımı verdim, oğlumu verdim, zamanımı verdim…” Ne kadar verirsek, o kadar kendimizi ona bağlarız. Bu yüzden devlet bizden hep ister, hep ister. Bir Milliyetçinin de, milletine rağmen savaştığını, savaşması gerektiğini şu cümlelerle anlatıyor: “Millet, seni sürekli aldatmaya çalışan sevgili gibidir. Ferhat'ın aşkı için dağları deldiği sırada, sarayında yayılarak keyfine bakan Şirin gibidir. Çiçeğe, böceğe kanar. Bazen Çinlinin ipeğine, bazen Yahudi'nin parasına, bazen İngiliz altınına, bazen Amerikalının rahatına kanar; ışığa giden sinekler gibi kendini atacak bir ateş bulur. Millet, milliyetçinin sadakatini değil; sabrını sınayan şeydir.” Kendimizi kimlerin yanında mutlu ve rahat hissettiğimizden, ya da hayatımızı kimlerle geçirmek istediğimizden emin olmadığımız zamanlarda, yazar şu soruyu sormamızı tavsiye ediyor: “Başka bir gezegen bulunursa, kimlerle gitmek istediğini, kimlerle orada yaşamak isteyeceğini düşün. Zor gelirse, kimlerin oraya gitmesini isteyeceğini, aynı dünyada yaşamak istemediğini düşün.”
Yağız'a Mektuplar
Yağız'a MektuplarCaner Kara · Maysa Yayınları · 018 okunma
·
302 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.