Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

584 syf.
8/10 puan verdi
·
15 günde okudu
Ahmet Ümit
Ahmet Ümit
Sultanı Öldürmek
Sultanı Öldürmek
‘’Biri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz ne yaparsınız?’’ sorusu sorulmuş kitabımızın arka kapağında. Tam da bu yüzden ‘’evet Ahmet Ümit yine yapmış yapacağını.’’ Diyerek aldım bu kitabı. Son okuduğum öykü kitabı Aşk Köpekliktir’den sonra yaşadığım hayal kırıklığı sebebiyle bir süre elime Ahmet Ümit alamamıştım ama yaşadığım Reading Slump (okuyamama) durumundan beni en iyi Başkomiser Nevzat kurtarır dedim, iyi de ettim :) Kitabımız, ünlü tarih profesörü Müştak Serhazin’in, 21 yıl önce kendisini terk eden ve bir daha asla onunla iletişime geçmeyen kadim aşkı Nüzhet’in bir gün ansızın ‘’Ben İstanbul’a geldim, bana akşam yemeğine gel.’’ demesi ve hocamızın füg krizine girmesiyle başlıyor. Müştak hocanın psikolojik bir rahatsızlığı var; Dissosiyatif füg. Füg rahatsızlığı kişinin kimlikleri veya diğer önemli otobiyografik bilgileriyle ilgili farkındalığı yitirdiği ve aynı zamanda beklenmedik bir şekilde seyahat etmeyi sürdürdüğü psikolojik bir durumdur. Aynı sorunu daha önce Nüzhet onu terk ettiğinde, babası vefat ettiğinde de yaşamış, bu üçüncü krizi oluyor. Nüzhet’in araması onu öyle heyecanlandırıyor ki tekrar füg atağı yaşıyor ve Nüzhet’in apartmanına gelene kadar yaşanan hiçbir şeyi hatırlamıyor. Bir anda uyanıp kendine geliyor, merdivenleri çıkıyor, kapı açık, Nüzhet’e sesleniyor, cevap yok, ilerliyor odada. Sonunda göz göze geliyor mis gibi menekşeler kokan sevdiği kadınla, koltukta oturmuş, başını ona çevirmiş ona bakıyor o kadın ama sanki bir fark var; sanki bu Nüzhet o Nüzhet değil. Güzel sevgilisinin boynuna, ikisinde de bulunan Fatih Sultan Mehmet’in tuğrasının bulunduğu mektup açacağı acımasızca saplanmış, sevdiği kadın oracıkta can vermiş. Hatırlamadığı saatlerinde 21 yılın intikamını böyle mi aldı Müştak Hoca? ”Şahane bir aşk, çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir.’’ demiş Ahmet Ümit kitaba başlarken. Siz ne dersiniz, harcanmış bir hayat için mantıklı bir intikam gibi duruyor. 21 yıllık işkencecisi artık yok ama belli ki yeni işkencelerle hayatında var olmaya devam edecek. Ahmet Ümit’in çok sevdiğim bir özelliği var, asla tek bir kitap yazmıyor. Bu kitapta psikoloji, sosyoloji, bolca da tarih var. Kendine en güzel dönem olan II. Mehmed’i seçmiş, kitap baba katilliği, babalar ve oğulları arasında ilişkiler üzerinden şekillendirilmiş. Dostoyevski ve Freud için birçok atıfta bulunulmuş. Açıkçası Ahmet Ümit’in bu konuya saplantılı olduğunu düşünüyorum çünkü son kitaplarından Kayıp Tanrılar Ülkesinde de Zeus, Uranos ve Kronos arasındaki iktidar ilişkisini, baba oğul çatışmalarını işlemişti. Zaten karakterimiz Müştak da babası tarafından hep ezilmiş, eksik görülmüş bir adam. Nüzhet ve Müştak tarih öğrencisiyken tanışmışlar, Müştak daha çok tarihine sahip çıkan bir tutum sergilerken Nüzhet hep Osmanlı’daki alengirli işleri ortaya çıkaran, bizim kabul edemeyeceğimiz ama diğer ülkelerin uğrunda paralar dökeceği çalışmalar ilerletmiş, bu yüzden kendi hocası da olan ünlü tarih profesörü Tahir Hakkı gibi pek çok akademisyen tarafından dışlanmış. Müştak, cinayetin kendisi tarafından işlenip işlenmediğinden emin olmak için Nüzhet’in evinde dolaşmaya başlıyor, o sırada masadaki çalışmalara, makalelere takılıyor. Sevdiği kadın ikisinin de takıntılı olduğu Fatih üzerine çalışıyor ama konu şok: Fatih, babası Murat’ın katili mi? Alın size yine Ahmet Ümit ve ‘’Babasını öldüremeyen erkek çocuklar hiçbir zaman büyüyemez.’’ Felsefesi. Müştak kimseye yakalanmamak için koşturarak evine dönüyor. Ertesi sabah ortalık çalkalanıyor Nüzhet’in ölümüyle. Müştak yaşadığı suçluluk duygusundan kurtulmak için potansiyel katiller arıyor, hocasından Nüzhet’in diğer asistanlarla araştırdığı sansasyonel konular yüzünden tartışma içinde olduğunu, sık sık kavgalar yaşandığını öğreniyor. Kitap Fatih dönemini, olayları, saray içi entrikaları çok güzel anlatmış. Kitabın sonunda Ahmet Ümit çok geniş bir kaynakça eklemiş, tarihimiz konusunda başucu olabilecek nitelikte çok güzel kitaplar var, bu engin araştırma kaç yıl sürdü bilmiyorum ama bu emeği gerçekten alkışlamak gerekiyor, sanki, o devri yaşamış biri gibi anlatıyor Ahmet Ümit olayları. Kurguladığı Fetih gezisi turu kısmıyla Tahir hocanın ağzından fetih sürecini, hazırlıkları bize de İstanbul’u gezdirerek anlatıyor, sanki kitabın içindesiniz ve siz de ünlü tarihçi Tahir hocayla geziyor gibi heyecanlanıyorsunuz. Müştak akademiden tanıdığı hocası ve asistanlarla çok fazla zaman geçirmeye başlıyor çünkü herkesin Nüzhet’i sevmemek için en az bir tane makul sebebi var, herkes katil olabilir. Anlaşılan bir tek Müştak sevmiş Nüzhet’i. “İnsan, tuhaf bir mahluk Müştak Bey... Kendisine değer verenden kaçar, eziyet edeni sever. (sayfa 423) Olay gününü bir türlü hatırlayamayan hocamız potansiyel katiller ediniyor kendine. E artık gerçek bir polis de girsin işin içine, Başkomiser Nevzat, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi atanıyor cinayeti araştırmaya. Ali’yle birlikte sorgulamalara başlıyorlar. Ben cinayet ve araştırma kısımlarını biraz sönük buldum diğer kitaplarındaki sürükleyicilik ve heyecandan pek eser yoktu. Ahmet Ümit tarihi bilgilerin olduğu kısmı çok iyi anlatmış, harbiden düşündüm bir an gerçekten Fatih babasını öldürmüş olabilir mi diye. Düşün, 12 yaşında bir cihan imparatoru oldun, tahta babanın emriyle oturdun, sonra Çandarlı Halil sana oyun yapıp otağına döndüğünde tahtta babanla seni karşıladı. (Yine baba-oğul çatışması) Rezil olup indin tahttan, ülkenin başka noktasına gönderildin, kinlisin, kızgınsın, adam yerine koyulmadın, tekrar tahta geçeceksin ve babanın da çok büyük hayali olan Konstantiniyye’yi fethedeceksin, babandan büyük olduğunu, tahtı hak ettiğini, Çandarlı’nın başarısız bir sadrazam olduğunu kanıtlamak zorundasın. Akrabaların değil seni izleyen, sınıf arkadaşların değil, Bizans. Hz. Muhammed’in müjdelediği o güzel asker, o güzel komutan olmalısın. İnsan bir ikileme düşüyor gerçekten Fatih artık benim sıram diye düşünmüş olabilir mi diye. Ben burada Ahmet Ümit’in ulusal bir eleştiri yaptığını da düşünüyorum, insanların bilmediklerinden nasıl korktuğunu, aydın kesimlerin bile duymak istemedikleri şeyleri gerçek olma ihtimali olsa bile nasıl da kolayca reddedebildiklerini çok iyi anlatmış. “Tarihini bilmeyen kendini bilmez. Kendini bilmek istiyorsan önce bu toprakların tarihini öğren. Çünkü kendini bilmeyen sorumluluklarını da bilmez.” (sayfa 337) Tam olarak söylenebilir mi bilmiyorum, Dostoyevski örneğine de çok yer verdiği için ben Ahmet Ümit’in Raskolnikov ve Müştak arasında benzerlik kurmaya çalıştığını düşündüm, Raskolnikov bir katil olarak sayfalarca vicdan azabı çekip sürünmüştü, Müştak da sayfalarca katil olduğu şüphesiyle hafızasıyla savaş verip süründü. Raskolnikov da polislerle birlikte birçok sorgulamaya katılmıştı, Müştak ve Nevzat’ın da birçok iş birliği oldu. Ümit’in Raskolnikov’un azabına yer verdiği küçük bir cümlesi de var ister istemez aradaki benzerlik göze çarpıyor. Aşırı öznel bir düşüncem tabi ki :) Bu kitap çok sapmıştı polisiyeden, daha çok tarihi bilgiler ağırlıktaydı. 600 sayfanın 400 sayfasını Fatih’le geçirdim, açıkçası hiç de sıkılmadım insanın kanı bir farklı akmaya başlıyor o dönemleri okurken. Bazı yerlerde beni şaşırttı Ahmet Ümit ancak beklediğim köşe vuruşlarına denk gelemedim maalesef. Çok güzel bir birikimle başlanıp bitsin artık diyerekten bitirilmiş bir kitap gibiydi sanki. O beklediğim ‘’Hadi ya gerçekten mi?’’ cümlesi çıkmadı ağzımdan. Tabi ben bu eleştiriyi birçok polisiye kitap okumuş birisi olarak yapıyorum, beklentim çok farklı olabilir, belki sizi etkileyen bir sürü nokta olacaktır kitapta. Ben daha çok tarihimizi de anlatan, güzel iğnelemeler yapan ama daha iyi olabilecek bir polisiye romanı olarak gördüm bu kitabı. Kötü bir kitap diyemem çünkü harcanan emek ortada. Ne yazarsa yazsın Ahmet Ümit her zaman okunmaya değer, umarım daha çok kitaplar yazar bize. Sevdiğim alıntılarla son vermek istiyorum, herkese iyi okumalar :) “Çünkü kadınlar, kendilerine yapılan saygısızlıkları asla unutmaz.” (sayfa 379) “Bir memlekette namuslu insanlar en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memleket için kurtuluş yoktur.” (sayfa 280) “... insanoğlu öyle acayip bir mahluktur ki, onun öncelik sıralamasında ekmekle din sık sık yer değiştirir. Karnı açsa, onun için en kutsal mekan midesidir. Ancak bedeninin ihtiyaçlarını giderince, yani dünyalığını kurtarınca, öteki dünya aklına gelir.”(sayfa 328) ‘’Sadece hastaneler hakkında mı? Tarihçiler hakkıda da korkunç şeyler duyuyorduk, politikacılar hakkında da, askerler hakkında da, hatta mimarlar hakkında da… Bu ülkede hakkında kötü şeyler duymadığımız hiçbir meslek grubu, vatandaş kümesi, sosyal sınıf kalmamıştı ki. O halde yapmamız gereken katlanmaktı. Katlanmayı mümkün kılan bir tek etken vardı: İyimserlik. Bir de felsefesi vardı bu saçmalığın: İyi düşünürsen iyi olur. Yahu, ölmüş sevgilim ben iyi düşününce canlanıyor mu? Aç insanların karnı mı doyuyor? Yeryüzündeki acılar sona mı eriyor? Ama inanıyor buna insanlar… Üstelik işe de yarıyor. Herkes kendini mutlu hissediyor.’’ (sayfa 222)
Sultanı Öldürmek
Sultanı ÖldürmekAhmet Ümit · Yapı Kredi Yayınları · 202120,5bin okunma
·
472 görüntüleme
Sude okurunun profil resmi
Müştakçığımızın Raskolnikov ile olan benzerliği konusunda size katılıyorum, zaten kitabın birçok yerinde Dostoyevski'ye atıfta bulunulmuş. İncelemenize bayıldım, sizinle çoğunlukla aynı fikirdeyim, ben de bugün bitirdim kitabı. Emeğinize sağlık.
Esin Nur Evgin okurunun profil resmi
Aynı bakış açısına sizin de sahip olmanıza çok sevindim, yorumunuz için teşekkürler :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.