Gönderi

İngiltere 2 Kasım 1916 tarihinde Balfour Deklarasyonu ile, aynı bölgede, Siyonistlere de mavi boncuk verdi. Filistin'de Yahudi devletinin kurulmasını destekleyeceğini bildirdi. Bu suretle son derece karmaşık olan Ortadoğu denklemine yeni bir oyuncu daha dâhil oldu. Sonuç itibariyle Şerif Hüseyin'e verileceği söylenen toprakların bir kısmı, başka bir gruba daha vaat edilmiş oluyordu... Ekim 1917 devrimiyle Rusya'da iktidara gelen Bolşevikler, çarlık döneminde yapılan bütün gizli antlaşmaları reddederek bunları dünya kamuoyuna duyurdular (8 Kasım 1917). Bu gelişme, Araplar için bir soğuk duş oldu ve İngiltere'nin bütün oyunlarını ortaya koydu... İngiliz başbakanı Rusya'nın çöküşüyle birlikte Yakındoğu'daki durumun tamamıyla değiştiğini ileri sürerek Ermenistan, Arabistan, Suriye ve Filistin'in farklı millî durumlarının tanınması gerektiğini açıkladı (5 Ocak 1918). Bu bağlamda kısaca “Arap İsyanı” üzerinde durmak gerekiyor. “Arap İsyanı” deyimi, bir genellemeyi ifade etmektedir. Hâlbuki bütün Araplar değil, Şerif Hüseyin ve onun bağlıları isyan etmiştir. Bunlar bütün Arap nüfusu düşünüldüğünde çoğunluğu değil azınlığı temsil ederler. Arapların büyük çoğunluğu, özellikle sıradan halk, bu isyana katılmamıştır. Hatta Arapların bir kısmı, Osmanlı ordusuyla birlikte düşmana karşı savaşmıştır. Günümüze kadar devam eden “Araplar bizi arkadan vurdu” söylemi hakikati ifade etmeyen bir genellemedir. Bunun yerine “Şerif Hüseyin ve adamları bizi arkadan vurdu” demek daha doğru olacaktır... Bu bağlamda Şerif Hüseyin'in eleştirilerini ve görüşlerini de değerlendirmek gerekir. Şerif Hüseyin, “neden Osmanlı'ya isyan ettiği” sorulduğunda, Osmanlı'ya değil İttihat Terakki yönetimine isyan ettiğini söylemiştir. Bu da tamamen doğru bir söylem değildir. Şerif Hüseyin'in ayrılıkçı eğilimleri, İttihat Terakki'den önce, Abdülhamit zamanında bile ortaya çıkmıştı. Bu yüzden Abdülhamit, Hüseyin'in İstanbul'dan uzaklaşmasına izin vermemişti... Abdülhamit sonrası dönemde, üzerindeki kontrol kaldırılınca Şerif Hüseyin Hicaz'a dönmüştür. Bu yeni dönemde ayrılıkçı eğilimi iyice gün yüzüne çıkmıştır. Esasında İttihat Terakki yönetimi de, özellikle 1. Dünya Savaşı sürecinde İttihad-ı İslam politikasının sıkı bir savunucusu olmuştu. Teşkilat-ı Mahsusa bu bağlamda, İslam dünyasının pek çok yerinde, birçok faaliyet yürütmüştür. Savaş boyunca İttihat Terakki ile birlikte çalışan Mehmet Akif'in, İslam dünyasına dönük çalışmalarını bu noktada hatırlatmak gerekir. Şerif Hüseyin ve adamlarının isyanı bağlamında, bütün İttihat Terakki yönetimini suçlamak yerine, Cemal Paşa'nın Suriye'deki bir takım eylemlerini gündeme getirmek daha doğru olacaktır. Suriye Valisi olarak atanan Cemal Paşa, Suriye Valisi değil de adeta Suriye Hükümdarı gibi davranmaya başlamıştı. Bölgede tam bir diktatörlük kurmuştu; astığı astık, kestiği kestik bir yönetim üslubu vardı... Cemal Paşa'nın Arap seçkinlere yönelik katı ve sert yönetimi Arap İsyanı'nın çıkışında katalizör rolü oynamıştır... Cemal Paşa'nın valiliği döneminde, 21 Ağustos 1915'te on bir Arap milliyetçi lideri, oluşturulan askerî mahkeme kararı ile idam edildi. Mayıs 1916'da yirmi bir lider daha idam edildi. Çok sayıda Arap önde geleni de sürgün edildi.
Sayfa 125Kitabı okudu
·
39 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.