Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

BABİL'İN DÜŞÜŞÜ
Vahiy 17:1-3 ve Vahiy 21:9-10'da sözü edilen iki kadından biri gelin, diğeri ise büyük fahişe olarak adlandırılır. Vahiy 17:1'de şöyle yazılıdır: "Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: “Gel!” dedi. “Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı göstereyim." Vahiy 21:9'da şöyle yazılıdır: "Son yedi belayla dolu yedi tası taşıyan yedi melekten biri gelip benimle konuştu. “Gel!” dedi, “Kuzu'ya eş olacak gelini sana göstereyim.” Vahiy 17:3'de şöyle yazılıdır: "Bundan sonra melek beni Ruh'un yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm." Vahiy 21:10'da şöyle yazılıdır: "Sonra melek beni Ruh'un yönetiminde büyük, yüksek bir dağa götürdü. Oradan bana gökten, Tanrı'nın yanından inen ve O'nun görkemiyle ışıldayan kutsal kenti, Yeruşalim'i gösterdi." Yazar, Kutsal Ruh'un esiniyle bu ayetleri kaleme alırken, daha açık bir izlenim edinmemiz için bu iki kadın arasında özellikle paralel bağlantı kurmuştur. İlk önce fahişeyle ilgili noktalara göz atalım. Vahiy 17. ve 18. bölümde sözü edilen fahişe, yaptıklarıyla Tanrı'yı tiksindiren Babil'dir. Onun yaptıkları Tanrı'yı niçin gücendirir? Babil neyi temsil eder? Babil ilkesi nedir? Tanrı niçin Babil'i halleder? Kuzu'nun eşinin ortaya çıkmasından önce niçin Babil'in yargılanmasına kadar beklemek gerekiyor? Dilerim ki, Tanrı gözlerimizi açar ve Kutsal Yazılar'a göre Babil'i gerçek yüzüyle görebiliriz. Babil adı "Babil kulesi"nden gelir. Kutsal Kitap'ta Babil kulesi ile ilgili anlatımı hepimiz hatırlarız. Babil ilkesi, insanların yerden göğe yükselen bir kule yapmayı amaçlamalarıdır. Bu kule tuğlalarla inşa edildi. Tuğla ile taşın arasında temel bir fark vardır. Tuğla insan yapımıdır, taş ise Tanrı tarafından yaratılmıştır. Tuğlalar insan icadıdır, insan ürünüdür. Babil'in anlamı, insanın kendi gücüyle ve çabasıyla göğe yükselen bir bina yapmasıyla ilgilidir. Babil insanın doğal yeteneğini temsil eder. Babil sahte bir Hristiyanlık'ı yani Kutsal Ruh'un yetki sahibi olmasına izin vermeyen bir Hristiyanlık'ı temsil eder. O, Kutsal Ruh'un yol göstericiliğine gerek duymaz ve her işi insan gücüyle yapar. Her şey insan ürünü olan tuğlalardan yapılmıştır, her şey insan hareketine dayanır. Bu ilkeyi benimseyenler kendi yetersizliklerini görmezler ve Rab'bin işini doğal yetenekleriyle yapmaya çalışırlar. Onlar, "Ya Rab, eğer bize lütfunu vermezsen, biz hiçbir şey yapamayız" diyecek durumda değildirler. Onlar insan yeteneğinin ruhsal işler için yeterli olduğunu sanırlar. Onların amaçları yeryüzünde kendi güçleriyle göğe erişen bir şeyler yapmaktır. Oysa Tanrı bunu asla kabul edemez. Bir kişi bazı yetenekleri olduğu için biraz ilahiyat okuduktan sonra vaaz verebileceğini sanır. Bu nedir? Tuğladır! Bir diğeri ise çok zekidir ve biraz bilgi sahibi olduktan sonra Hristiyan hizmetçi olur. Ya bu nedir? Tuğladır! Bir başkası iş bitirme konusunda beceriklidir, kendisinden kilisenin işleri yönetmesi istenir. Bu nedir? Tuğladır! Bütün bunlar insanın kendi çabasıyla, tuğla üstüne tuğla koyarak göğe erişecek bir kule yapmaya çalışmasıdır. Kilisede doğal insana ait hiçbir şeye yer olmadığını bir kez daha vurgulamak istiyorum. Göksel olan şeyler gökten gelir; yeryüzünden olan şeyler ise asla göğe çıkamaz. İnsanın zorluğu yargı altında olduğunu anlamakta zorluk çekmesi, topraktan yapılmış olduğunu görememesidir. İnsan gücüyle yüksek binalar yapılabilir ama gök insanın erişebileceğinden çok daha yüksektir. İnsanlar kuleleri ne kadar yüksek yaparlarsa yapsınlar, yine de göğe erişemezler. Gök daima insanın üzerindedir. Kişi yukarı çıkıp bina ederek -düşme olmuyor olsa bile, yine de- göğe dokunması mümkün değildir. Tanrı insanların yaptığı Babil kulesini yıkar. Bunun amacı insana ruhsal konularda hiçbir işe yaramadığını göstermektir. İnsan kendi başına hiçbir şey yapamaz. Eski Antlaşma'da bu ilkeyi açıkça ortaya koyan bir başka olay daha aktarılır. İsrail halkı Kenan ülkesine girdiği zaman, ilk günah işleyen kişi Akan oldu. Akan'ın günahı neydi? "Ganimetin içinde Şinar[Babil] işi güzel bir kaftan, iki yüz şekel gümüş, elli şekel ağırlığında bir külçe altın görünce dayanamayıp aldım. En altta gümüş olmak üzere, tümünü çadırımın ortasında toprağa gömdüm.” (Yeşu 7:21) Babil yapımı bir giysi Akan'ın günaha girmesine neden olmuştu. Bu güzel giysi neyi simgeler? Güzel bir giysi, iyi görünmek için giyilir. Kişinin güzel bir giysi giymesi, güzel ve çekici görünme amacı güder. Akan'ın Babil işi kaftana tamah etmesi, onun güzel ve çekici görünme arzusunu ortaya koyar. Akan'ın günahı budur. Yeni Antlaşma'da kilise topluluğu kurduktan sonra ilk günah işleyenler kimlerdi? Kutsal Yazılar'a göre bu kişiler Hananya ve Safira'dır. Onların günahı neydi? Günahları Kutsal Ruh'a yalan söylemekti. Onlar Rab'bi fazla sevmiyorlardı, ama çok severmiş gibi görünmek istiyorlardı yani rol yapıyorlardı. Onlar sahip oldukları şeyleri Rab'be sevinçle sunmak istemediler. Oysa insanların önünde her şeylerini sunarmış gibi davrandılar. İşte bu Babil işi giysidir. O halde Babil ilkesi, ikiyüzlülük anlamına gelir. Kişilerin içinde gerçeğe dair hiçbir şey yoktur ama insanların övgüsünü kazanmak için varmış gibi davranırlar. Ruhsalmış gibi görünmek Tanrı'nın çocuklarının çok büyük bir tehlikesidir. Sahte davranışlarla dışa yansıtılan pek çok ruhsal davranış vardır. Kişi bunları gösterişli bir giysi gibi giyinir. Uzun duaların, dokunaklı niyazların bazıları yapmacıktır. İçlerinde gerçeklik yoktur ama gerçekmiş gibi gösterilir. Bu Babil ilkesidir. Gerçek durumumuza uymayan bir giysi giydiğimizde, Babil ilkesindeyiz. Tanrı'nın çocukları diğer insanların övgüsünü kazanmak için ne büyük bir sahtelik içinde olduklarının bazen farkında olmazlar. Oysa bu davranışları gelinin davranışının tam tersidir. Yalandan yapılan bir şey gelinin değil, fahişenin işidir. Tanrı'nın çocukların bu tür davranışlardan uzak durması hayati önem taşır. İnsandan gelecek övgü için sahte davranışlarda bulunmak Babil ilkesine sahip olmaktır. Kilisede eğer insanlardan gelecek övgü ve paye peşinde koşarsak, Babil işi giysinin ve Hananya ile Safira'nın günahlarına ortak oluyoruz demektir. Sahte adanmışlık ve sahte ruhsallık günahtır. Gerçek tapınma ruhta ve gerçekte yapılır. Dilerim Tanrı bizi gerçek insan yapar. Babil'e bir başka biçime Vahiy 18:7'de rastlarız: "Çünkü içinden diyor ki, ‘Tahtında oturan bir kraliçeyim, dul değilim." Kadın bir kraliçe gibi oturmaktadır. Bir dul olma özelliklerini artık tümüyle yitirmiştir. Bu kadın Rab İsa'nın çarmıhtaki ölümü karşısında tümüyle duygusuzdur. "Tahtında oturan bir kraliçeyim" demektedir. Bu kadın sadakatini ve doğru amacını yitirmiştir. Bu Babil ilkesidir ve yozlaşmış Hristiyanlıktır. Vahiy 18. bölümde Babil hakkında özellikle zevk aldığı lükse ait pek çok şey anlatılır. Günümüzde bilimsel gelişmenin sonucu olan teknolojik ürünlerden ihtiyaçlarımız nispetinde elbette yararlanabiliriz. Elçi Pavlus 1.Korintliler 7:31'de "dünyadan yararlanmaktan" söz eder. Bizim bu gibi ürünlere yönelme amacımız yalnızca onları kullanmak olmalıdır. Oysa lüksten zevk almak çok farklı bir konudur. Bazı Hristiyanlar vardır ki, her türlü lüksü ve bedensel zevklere hitap eden ürünleri reddederler. Ben burada bir takım şeyleri kullanmamalıyız demiyorum ama aşırıya kaçan her şey lükstür. Yiyecek, giysi ya da ev, ne olursa olsun eğer aşırıya kaçıyorsa ya da ihtiyacımızdan fazlaysa bu bir lükstür ve Babil ilkesini yansıtır. Tanrı, ihtiyacımız olan her şeye izin verir ama ihtiyaç duymadığımız şeylere izin vermez. Yaşantımızı ihtiyaçlarımıza göre düzenlemeliyiz. O takdirde Tanrı bizi bereketleyecektir. Eğer zevklerimizi tatmin etmek için yaşarsak, Babil ilkesini uygulamış oluruz. O takdirde Tanrı bizi bereketlemez. Babil ilkesinin insana ait unsurlarla Tanrı'nın Sözü'nü, bedensel olanla Ruh'tan olanı karıştırmak olduğunu böylece öğrenmiş bulunuyoruz. Bu, insandan olanı Tanrı'danmış gibi göstermeye çalışmaktır. İnsani tutkuların, insandan gelen övgü ve beğeniyle tatmin edilmesidir. Bu nedenle Babil, yozlaşmış ve karışmış bir Hristiyanlıktır. Babil konusunda tutumumuz nasıl olmalıdır? Vahiy 18:4'de şöyle yazılıdır: "Gökten başka bir ses işittim: “Ey halkım!” diyordu. “Onun günahlarına ortak olmamak, uğradığı belalara uğramamak için çık oradan!" 2. Korintliler 6:17-18'de ise şöyle bildirilir: "Bu nedenle, “İmansızların arasından çıkıp ayrılın” diyor Rab. “Murdara dokunmayın, Ben de sizi kabul edeceğim.” Her Şeye Gücü Yeten Rab diyor ki, “Size Baba olacağım, Siz de oğullarım, kızlarım olacaksınız.” Tanrı'nın Sözü'ne göre, O'nun çocukları Babil'i çağrıştıran hiçbir şeyle ilgilenemezler. Tanrı'nın gücüyle insanın gücünün, Tanrı'nın işiyle insanın yeteneğinin ve Tanrı'nın Sözü'yle insanın düşüncesinin karıştırıldığı her durumdan uzak durmalıyız. Babil'in niteliklerine sahip hiçbir şeye ortak olamayız. Kendimizi bu tür şeylerden ayırmalıyız. Tanrı'nın çocukları ruhlarının içinde Babil'den uzak durmayı ve onun her işini yargılamayı öğrenmek zorundadır. Eğer böyle yaparsak, Babil ile birlikte mahkum edilmeyiz. Babil'in başlangıcı Babil kulesindendi. Babil günbegün büyümeye devam ediyor ama Tanrı en sonunda onu yargılayacaktır. Vahiy 19:1-4'de şöyle yazılıdır: "Bundan sonra gökte büyük bir kalabalığın sesini andıran yüksek bir ses işittim. “Haleluya!” diyorlardı. “Kurtarış, yücelik ve güç Tanrımız'a özgüdür. Çünkü O'nun yargıları doğru ve adildir. Yeryüzünü fuhşuyla yozlaştıran büyük fahişeyi yargılayıp kendi kullarının kanının öcünü aldı.” İkinci kez, “Haleluya! Onun dumanı sonsuzlara dek tütecek” dediler. Yirmi dört ihtiyarla dört yaratık yere kapanıp, “Amin! Haleluya!” diyerek tahtta oturan Tanrı'ya tapındılar." Tanrı fahişeyi yargılayıp işini bitirdiği zaman ve Tanrı onun olduğu her şeyi ve onu temsil eden ilkeyi attığı zaman gökten bir ses "Haleluya!" diyecektir. Yeni Antlaşma'da "Haleluya" sözcüğü fazla yer almaz ve hepsi de bu bölümde toplanmıştır. Çünkü Mesih'in Sözü'nü yozlaştıran Babil yargılanmıştır. Vahiy 18:2-8 ayetlerinde Babil'in düşüşünün ve yargılanmasının nedenleri açıklanır. Bu parçada Babil'in günahları ve yargılanmasının sonuçları anlatılır. Tanrı'nın düşüncesine sahip olan herkesin "Haleluya!" demesi gerekir. Çünkü Tanrı Babil'i yargılamıştır. Gerçek yargılama gelecekte Tanrı tarafından gerçekleştirilecek olsa da, ruhsal yargılama günümüzde bizim tarafımızdan gerçekleştirilmelidir. Tanrı'nın çocukları kiliseye ruhsal olmayan şeyler getirirlerse nasıl hissederiz? Hepimizin Tanrı'nın çocukları olmamız ve birbirimizi sevmemiz gerektiği gerçeği, Tanrı'nın yargısı karşısında "Haleluya!" demememiz için bir neden teşkil etmez. Öyle değil mi? Bunun sevgiyle değil, Tanrı'nın yüceliğiyle ilgili bir konu olduğunu fark etmeliyiz. Babil ilkesi karmaşa ve kirliliktir. Bu yüzden adı fahişedir. Tanrı'nın Vahiy kısmında Babil'i açıkladığı birkaç parça O'nun Babil'e karşı büyük nefretini ortaya koyar. Vahiy 11:18'de "yeryüzünü mahvedenler" , "yeryüzünü yozlaştıranlar" (19:2) bu kadından olmalıdır. Tanrı Babil ilkesinden her şeyden fazla nefret eder. O'nun önündeyken varlığımızın ne kadarının eksiksiz olmadığına dikkat etmek zorundayız. Eksiksizlikten uzak, yarım yamalak ve karışmış olan her şey Babil'dir. Tanrı'nın bizi aydınlatmasına muhtacız, öyle ki O'nun ışığında eksiksiz olmayan yönlerimizi fark edelim ve kendimizi yargılayalım. Yalnızca kendimizi yargıladığımız zaman Babil ilkesinden nefret ettiğimizi itiraf edebiliriz. Ya Rab hepimize lütfet, Mesih'in dışında onur ve yücelik arayışı içinde olmamıza izin verme! Rab Babil ilkesine göre yaşamamızı değil, eksiksiz olmak isteyen ve bundan sevinç duyan kullar olmamızı ister. Vahiy 19:5'de şöyle yazılıdır: "Sonra tahttan bir ses yükseldi: “Ey Tanrımız'ın bütün kulları! Küçük büyük, O'ndan korkan hepiniz, O'nu övün!” Vahiy kısmının en belirgin özelliklerinden biri de gökten yükselen bildirilerdir. Örneğin, "Gökte başka bir ses" (18:4) ve "tahttan yükselen bir ses" (19:5). Bunlar Tanrı'nın nerede, ne zaman konuştuğunu ve vurguladığı konuyu belirten göksel bildirilerdir. 19:5'deki bildirinin belirli nedenleri vardır. Bu bildiri bir yandan fahişe yargılandığı için yapılır, öte yandan da yaklaşmakta olan Kuzu'nun düğününün habercisi olma niteliğini taşır. Bu nedenle tahttan gelen sesle Tanrı'yı övmemiz buyrulur. Tanrı sonsuzluktan beri çalışmaktadır ve yaptığı işlerde büyük güçler etkindir, öyle ki övgüleri alabilsin. Efesliler kısmında Tanrı'nın kutsallardaki mirasından söz edilir. Tanrı'nın kutsallarda mirası nedir? İnsanın Tanrı'ya verebileceği bir tek şey vardır, o da övgüdür. Övgü, Tanrı'nın kutsallardaki mirasıdır. Gökten yükselen sesle Tanrı'nın bütün kullarının, Tanrı'ya ait olan büyük küçük herkesin O'nu övmesi gerektiği bildirilir. Tanrı'nın amacı gerçekleştirmeli ve bu yakındadır. Tanrı isteğinin yerine gelmesini ister, hepimiz O'nu övmeliyiz. Tahttan gelen sesin Tanrı'yı övmemizi buyurduğu zaman evrenin tamamında çok yankı vardır. 19:6'da şöyle yazılıdır: "Ardından büyük bir kalabalığın, gürül gürül akan suların, güçlü gök gürlemelerinin sesine benzer sesler işittim. “Haleluya!” diyorlardı. “Çünkü Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrımız Egemenlik sürüyor." Bir yanda tahttan yükselen bir ses vardı, öte yanda güçlü gök gürlemelerini andıran binlerce, on binlerce sesi buna verdiği karşılık vardı. Yuhanna dinlerken tek bir kişinin sesini işitmedi. O, çok büyük bir kalabalığın gürül gürül akan sularını ve güçlü gök gürlemelerini andıran sesi işitti. Çok büyük bir şelalenin ya da okyanustaki dalgaların sesini dinlediyseniz, bu sesin ne kadar güçlü olduğunu anlayabilirsiniz. Bir gök gürlemenin sesi büyüktür, güçlü gök gürlemelerinin sesi ne kadar büyüktür! Bu güçlü ve gürleyen sesler "Haleluya!" diyordu. Gökten yükselen bildiri, tüm evren verdiği yanıt ve her ses "Haleluya" diyordu. Çünkü çok özel bir olay olmaktaydı. Bu olay "Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrımız'ın egemenlik sürmesidir." Bu bildiriyi okuduğumuz zaman yüreğimizi nasıl bir duygu karşılar? Parçada bizim egemenlik süreceğimiz, bu yüzden sevinç duymamız gerektiği bildirilmiyor. Ayrıca bir taçla ödüllendirileceğimiz, bu yüzden Tanrı'yı övmemiz gerektiği de buyrulmuyor. Parçada Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrımız'ın egemenlik sürdürüldüğü bildiriliyor. Tanrı egemenlik sürmesi ve yetkisini kullanması gerektiğini düşünür. Tanrı egemenlik sürdüğü zaman, hakimiyet Mesih'indir. Vahiy 11:15'e tekrar bakalım: "Yedinci melek borazanını çaldı. Gökte yüksek sesler duyuldu: “Dünyanın egemenliği Rabbimiz'in ve Mesihi'nin oldu. O sonsuzlara dek egemenlik sürecek.” Bu ayette Tanrı'dan "Rabbimiz" diye söz edilir, "O'nun Mesih'i" ise Mesih'tir ama zamir olan "O" çok garip bir şekilde kullanılıyor. Bu parçada "Rabbimiz'in ve... O'nun Mesihi'nin" başladığından gelecek parça "Onlar sonsuzlara dek egemenlik sürüyor" olsaydı daha mantıklı olurdu. Bu dilbilgisi açısından da daha doğru olabilirdi ama cümle öyle kurulmamış. "Ve O sonsuzlara dek egemenlik sürecek." Bundan da Tanrı'nın egemenliğinin, Mesih'in egemenliği, Mesih'in egemenliğinin de Tanrı'nın egemenliği olduğunu anlıyoruz. Tanrı'nın egemenliği Mesih'in egemenliğidir. Yani Tanrı'nın egemenlik sürmesi, Mesih'in egemenlik sürmesidir. Tanrı ve Mesih egemenlik sürdüğü için herkes büyük bir coşkuyla "Haleluya!" diye bağırmaktadır. Vahiy 19:7 şöyle başlar: "Sevinelim, coşalım! O'nu yüceltelim!..." Tanrı'nın yüceltilme zamanıdır. Ayet şöyle devam eder: "...Çünkü Kuzu'nun düğünü başlıyor, Gelini hazırlandı." (Ayetteki "gelini" sözcüğünün doğru çevirisi "karısı" ya da "eşi"dir. Buna rağmen bazı çevirilerde "gelin" olarak geçer.) Tanrı'nın yetkisi ve egemenliği başlamıştır. Ayrıca birleşmiş insana yani Tanrı'nın arzuladığı ebedi Havva'ya sahip olmuştur. Kuzu'nun düğünü başlamak üzeredir, O'nun karısı kendini hazırlamıştır. O'nu yüceltmemizin iki nedeni vardır. Birinci olarak, Tanrı egemenlik sürmektedir. Buna hep bir ağızdan "Haleluya" deriz. İkinci olarak, Tanrı sonsuz geçmişte belirlediği şeyi kazanmaktadır. Buna da hep bir ağızdan "Haleluya" deriz. Coşmalı ve büyük bir sevinç duymalıyız. Çünkü Tanrı bir gün kesinlikle arzusunu gerçekleştirecektir. Kuzu'nun düğünü geldiğinde, karısı kendisini hazırlamış olacaktır. Oysa kendimize baktığımız zaman, Mesih'in kilisesinin üzerinde leke, buruşukluk ya da buna benzer bir şey bulunmadan görkemli bir biçimde O'na sunulacağı günün gelmesi olanaksızmış gibi gelir ama o günün kesinlikle geleceğini biliyoruz. Bu nedenle yürekten "Haleluya" diyebiliriz. Geçmişte ve günümüzde pek çok zayıflıklarımız olmuş olsa da, Tanrı belirlediği amacını o gün geldiğinde gerçekleştirecektir. Şunu sakın unutmayalım ki, o gün geldiğinde eş hazırlanmış olacaktır. Bu nedenle "O'nu yüceltmeli ve "Haleluya" demeliyiz. Vahiy 19:7 ayetini tekrar okuyalım: "Sevinelim, coşalım! O'nu yüceltelim! Çünkü Kuzu'nun düğünü başlıyor, Gelini [eşi] hazırlandı." Burada Mesih'in gelininden değil, Mesih'in eşinden söz edildiğine dikkatinizi çekerim. Şimdi de Vahiy 21:1-2 ayetlerine bakalım: "Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gökle yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu artık. Kutsal kentin, yeni Yeruşalim'in gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm. Güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibiydi." 19. bölümde sözü edilen kendisini hazırlayan eşle ilgili olaylar ne zaman meydana gelir? Bu olaylar bin yıllık dönemin öncesinde meydana gelir. Pekiyi 21.bölümde sözü edilen gelinle ilgili olaylar ne zaman meydana gelir? Yeni Yeruşalim'in, Kuzu'nun gelini olmasından önce yeni bir yeryüzüyle yeni bir göğün olmasını beklemesi gerektiğine göre, Kuzu'nun eşinin bin yıllık dönemin öncesinde hazır olduğu niçin bildiriliyor? Unutmayın, Vahiy 19. bölümde Kuzu'nun düğünü anlatılmaz, sadece Kuzu'nun düğününün başladığı bildirilir. O zaman diliminden geriye doğru baktığımızda fahişenin düşmüş olduğunu, ileriye doğru baktığımızda ise, yeni bir yeryüzüyle yeni bir göğü görürüz. Bu yüzden "Kuzu'nun düğünü başlıyor" diye bildirilmektedir. Aslında arada bin yıllık bir dönem vardır. Ancak o bin yıl geçtikten sonra Kuzu'nun düğününün zamanı gelmiş olacaktır. Kadın aslında egemenlik süresi boyunca değil, yeni yeryüzüyle yeni bir gök ortaya çıktığı zaman Mesih'in eşidir. Dikkate almamız gereken bir husus daha vardır. Vahiy 12. bölümde kadından bir erkek çocuk ve birçok çocukla birlikte söz edilir. Oysa 19. bölümde yalnızca eş vardır. O halde erkek çocuk ve birçok çocuk neredeler? Onlar adeta ortadan yok olmuş gibidir. Hem kadın, hem erkek çocuk, hem de kadının diğer çocukları Kuzu'nun eşi nasıl olabilir? Bu konuyu anlayabilmek için erkek çocuk ilkesini ele almalıyız. Erkek çocuğun kilisenin tamamını temsil ederek yapılması gerekeni yerine getirdiğini daha önceki bölümlerde öğrenmiştik. Vahiy 19. bölümde eşin kendisini hazırladığı bildirisi galiplere bakılarak yapılır. Kilise bir bütün olarak Mesih'in gelini olmak için yeni yeryüzünün ve yeni göğün ortaya çıkışına dek beklemek zorundadır. Kilise o zamana kadar hazır olmayacaktır. Oysa bin yıllık dönemin öncesinde eşin kendisini hazırlamış olduğu bildirilir. Bu bildiri niçin yapılmıştır? Burada sözü edilen ne tür bir hazırlıktır? Bu bildiri galiplerin yalnızca galiplerin hazır olduğunu belirtir. Galipler hazır olduğu için, eşin kendisini hazırlamış olduğu bildirimi de yapılabilmiştir. Galiplerin başardığı işlerin yalnızca kendileri için değil, kilisenin tamamı için olduğunu unutmayalım. Tanrı'nın Sözü'nde " ...bir üye yüceltilirse, bütün üyeler birlikte sevinir" diye bildirilir. (1.Korintliler 12:26) Galipler, Beden'in tamamını temsilen Şeytan'la mücadele ederler. Onların kazandığı zafer Beden'in tamamına yarar sağlar. Bu nedenle Vahiy 19. bölümde sözü edilen "hazırlık" yaşam konusuyla ilgilidir. Galipler Mesih'in yaşamında daha fazla olgun olduklarından ötürü hazırdırlar. Galipler Tanrı'nın önünde hazır oldukları için, Tanrı onların hazır olmalarını tüm Beden'in hazır olması şeklinde değerlendirir. Bunun kıymetini kavrıyor muyuz? Bir şeyi unutmamalıyız: Tüm arayışlarımız ve tüm gelişmelerimiz Beden'in tamamı içindir. Her üyenin Tanrı'dan aldıkları, Beden'in tamamı içindir. Kulaklarınız bir şey işittiği zaman, işitmediğini söyleyemezsiniz. Çünkü kulaklarınız bedeninizin bir parçasıdır. Aynı şekilde galiplerin başarısı da bütün Beden'in başarısıdır. Rab İsa, kilisenin Başı olduğuna göre, O'nun çarmıh üzerinde yaptığı iş de kilisenin tamamına aittir. Aynı şekilde Baş'tan bereket aldığımız zaman, Beden'den de bereket almış oluruz. Rab'bin işine ortak olduğumuz zaman, diğer üyelerin başardığı işlere de ortak oluruz. Tanrı galiplerin hazır olduğunu gördüğü zaman, bu durumu kilisenin tamamının hazır olması şeklinde düşünür. Dolayısıyla eşin kendisini hazırlamış olduğu söylenebilir. Eşin hazır olma durumu özellikle onun giysileriyle yansıtılır. Vahiy 19:8'de şöyle yazılıdır: ""Giymesi için ona temiz ve parlak ince keten giysiler verildi.” İnce keten kutsalların adil işlerini simgeler." Kutsal Yazılar'da Hristiyanlar için iki çeşit giysiden söz edilir. Bunların biri Rab İsa'dır. Rab İsa giysimizdir. Diğeri ise 19:8'de sözü edilen, temiz ve parlak, ince keten giysilerdir. Tanrı'nın önüne geldiğimiz zaman, giysimiz Rab İsa'dır. Rab İsa bizim doğruluğumuzdur, Tanrı'ya yaklaşırken O'nu giyiniriz. Bu giysi olağan giysimizdir; her kutsal Tanrı'nın önünde bunu giyer, onlar asla çıplak bulunamaz. Öte yandan, Mesih'e sunulurken üzerimizde temiz ve parlak, ince keten giysiler olmak zorundadır. Bu kutsalların adil işleridir. "Adil işleri", özgün metinde çoğul olduğu için adil işlerin takip edilmesi anlamına gelir. "Adil işlerimiz" hep birlikte üzerimizdeki ince keten giysileri oluşturur. Rab İsa'ya iman edip kurtuluşu aldığımız zaman, giyinmek için ince keten giysileri yani kutsalların adil işlerini elde etmeye başlarız. Hristiyanlar'a özel bu iki tür giysiye Mezmur 45. bölümde de rastlarız. 13. ayette şöyle yazılıdır: "Kral kızı odasında ışıl ışıl parıldıyor, giysisi altınla dokunmuş." Giysinin kumaşı altından dokunmuştu. 14. ayette ise şöyle yazılır: "İşlemeli giysiler içinde kralın önüne çıkarılacak." Burada sözü edilen giysi, 13. ayetteki giysiden farklıdır. 13. ayetteki giysi altından dokunmuştur, 14. ayetteki giysi ise işlemelidir. Vahiy 19. bölümde sözü edilen ince keten giysiler altından değildir, işlemelidir. O halde altın nedir? Rab İsa altındır. O altındır. Çünkü tümüyle Tanrı'dandır. Rab İsa'nın bize sağladığı doğruluk yani kurtulduğumuz zaman üzerimize giydirdiği giysi altındandır. Bu altın giysinin yanı sıra kurtulduğumuz günden beri bir başka giysiyi de işlemekteyiz. Bu giysi kutsalların adil işleridir. Başka bir ifadeyle, altından olan giysi Tanrı tarafından Rab İsa aracılığıyla bize verilir. İşlemeli giysi ise İsa Mesih tarafından Kutsal Ruh aracılığıyla bize verilir. Rab'be iman ettiğimiz zaman, Tanrı, Rab İsa'nın aracılığıyla bize altından bir giysi verdi. Bu giysi Rab İsa'nın kendisidir ve kendi işlerimizle hiçbir alakası yoktur. Bu giysi O'nun tarafından yapılıp bize sağlanır. İşlemeli giysimiz ise yaptığımız işlerle ilişkilidir. Bu giysi Kutsal Ruh'un günbegün içimizde çalışmasının neticesinde tel tel dokunur. İşleme ne anlama gelir? Üzerinde hiçbir şey olmayan bir kumaş alırsınız. Sonra bu kumaşın üzerine iplikle bir şeyler işlersiniz. Böylece kumaş ve iplik birleşir. Bu şu anlama gelir: Tanrı'nın Ruhu içimizde çalıştığı zaman, adeta Mesih'i içimize işler. İşleme, işte budur! O takdirde yalnızca altından bir giysiye değil, Kutsal Ruh'un işlediği bir giysiye de sahip oluruz. Bu işlem aracılığıyla Mesih içimize işlenir ve bizden açıkça görünür. İşlemeli giysi, kutsalların adil işleridir. Bu giysi bir kerede tamamlanıp, bitirilmez. Tanrı hazır oldu diyinceye kadar her gün işlenmeye tekrar tekrar edilir. Belki birkaç insan adil işlerin neler olduğunu sorabilir. Müjdeler'de pek çok adil işten söz edilir. Örneğin, Meryem'in Rab'be olan sevgisini O'nu hoş kokulu yağla mesh ederek göstermesi. Meryem'in buradaki adil işi, ince keten giysinin tek bir ipliğini oluşturmuştu. Örneğin, Kuza'nın karısı Yohana ve onun gibi daha birçoklarının Rab'be olan sevgilerinden ötürü O'nun ve öğrencilerinin fiziksel ihtiyaçlarını karşılaması. Bunlar da adil işlerdir. Yüreğimiz Rab sevgisiyle hislenir ve sevgimizi davranışımızla dışa vururuz. Bu adil işimizdir, ince keten giysimize bugünkü yapılan işlemedir. Rab sevgisinden ötürü ve Kutsal Ruh'un aracılığıyla yapılan her işimiz, bu işlemenin binlerce ilmiğinden sadece biridir. Kutsal Kitap'ta sırada kişilerden birine bir soğuk su bile içirenin ödülsüz kalmayacağı bildirilir. Bu, Rab'be olan sevgimizden dolayı yapılan adil bir iştir. Rab'be olan sevgimizi bir şekilde gösterdiğimiz veya hareket ettiğimiz zaman, bu adil işimiz olur. Vahiy 7:9'da bu giysinin beyaz bir kaftan olduğu belirtilir. Bu beyazlık Kuzu'nun kanıyla yıkanıp sağlanmıştır. Aklanmamız için günahlarımızdan kan aracılığıyla arınmamız gerektiğini daima hatırlayalım. Sadece günahlarımızdan değil, iyi davranışlarımızdan da arındırılmamız gerekir. Onlarda kanla yıkanarak beyazlatılabilir. Bir Hristiyan'ın hiç bir adil işi ilk başta beyaz değildir. Bir doğruluğumuz varsa bile saf değildir, karışıktır. Kişi bazen diğerlerine içinden gelmediği halde iyi davranır. Kişi bazen diğerlerine sabırla katlanır ama eve gittiğinde halinden yakınmaya başlar. Bu nedenle adil işlerimizin sonrasında da kanın arındırmasına muhtacız. İşlediğimiz günahlardan olduğu gibi, adil işlerimizden arındırılmak için de Rab İsa'nın kanına muhtacız. Hiçbir Hristiyan kendisi için bembeyaz bir giysi yapamaz. Bu giysinin %99'u beyaz olsa bile %1'i karışıktır. Hiç kimse Tanrı'nın önünde tamamen lekesiz değildir. Rab'be olan sevgimizden ötürü yapılan adil işlerimiz bile kanın arındırmasına muhtaçtır. Çok ruhsal olan bir kişi günah yüzünden döktüğü gözyaşlarının bile kanın arındırmasına muhtaç olduğunu söylemişti. Tövbe gözyaşlarının bile kan aracılığıyla arındırılması gerekir! Bu yüzden Vahiy 7:4 ayetinde kaftanın Kuzu'nun kanıyla beyazlatılmış olduğu belirtilir. Övünecek hiçbir şeyimiz yoktur. Dışımızdan içimize, hiçbir yanımız saf değildir. Kendimizi daha iyi tanıdıkça, ne kadar kirli olduğumuzu daha çok fark ederiz. En adil işlerimize ve en doğru amaçlarımıza bile kir bulaşmıştır. Kanın arındırması olmaksızın, beyaz olmak mümkün değildir. Giysinin sadece beyaz değil, ışıltılı ve parlak olduğu da bildirilir (19:8). Parlak olmasının anlamı ışıltılı olmasıdır. Beyaz renk zamanla donuklaşır, parlaklığını kaybeder ama bu kaftan sadece beyaz değildir, aynı zamanda parlaktır. Havva günaha girmeden önce beyazdı ama hiçbir suretle parlak değildi. Havva düşüşten önce günahsızdı ve masumdu ama kutsal değildi. Tanrı ise sadece beyaz değildir. Aynı zamanda parlak olmamızı gerekli görür. Beyazlık pasif ve durağan bir niteliktir, oysa parlaklık etkin ve olumlu bir niteliktir. Dolayısıyla zorluklardan korkmamalıyız. Amacımız dümdüz bir yolda gitmek olmamalıdır. Çünkü bizi parlak yapan zor günlerdir. Bazı Hristiyanlar'a baktığımızda ne günahlarını, ne de hatalı bir davranışlarını göremezsiniz. Aksine onların her yönden iyi olduğunu düşünürsünüz ama yine de onlarda bir parlaklık göremezsiniz. İyilikleri sıradandır. Onlar beyazdır ama parlamazlar. Bazı Hristiyanlar vardır ki, çoğunlukla denemelerle karşılaşırlar ve sıkıntı çekerler. Onlar zorluklarla sarsılmış, hatta neredeyse düşecekmiş gibi görünürseler bile ayakta kalmayı sürdürürler. Böyleleri belli bir zaman sonra parlak bir görünüm kazanırlar. Onlar karakterleriyle ve erdemleriyle parlarlar. Onlar sıradan değildir, çevrelerine ışık saçarlar. Onlar yalnızca beyaz değildir, parlaktırlar. Tanrı sürekli olarak üzerimizde çalışmaktadır. Tanrı hem beyaz, hem de parlak olmamız için büyük gayret sarf etmektedir. O bizim parlamamızı ister. Bunun için büyük bir bedel ödemek zorundayız. Her türlü zorlukla karşılaşmaya hazır ve istekli olmalıyız. Aksi takdirde asla parlak olamayız. Sırf beyaz olmak yeterli değildir. Tanrı bizde göze çarpan bir parlaklığın olmasını ister. Zorluklardan korkmak ve engebesiz bir yolda yürümek, sıkıntısız bir yaşam sürmek arzusu parlaklığımızı kaybetmemize neden olacaktır. Daha fazla zorluk ve acılarla karşılaştıkça, daha fazla parlarız. Yaşamlarını sıradan ve rahat bir şekilde sürdürenler beyaz olabilirler ama asla parlayamazlar. Giysi ince ketenden yapılmıştır. Kutsal Yazılar'a göre yün ve keten farklı anlamlar taşır. Yün Rab İsa'nın yaptığı işi, ince ketense Kutsal Ruh'un işini belirtir. Rab İsa, Yeşaya 53:7'de kırkıcıların önünde sessizce duran koyun olarak tasvir edilir. Dolayısıyla yünün kefaretin niteliğini taşıdığını anlarız. Oysa ince keten kefaretin niteliğini taşımaz. Keten bir bitkiden elde edilir ve kanla hiçbir ilişkisi yoktur. İnce keten, insanın içinde Kutsal Ruh'un işinin ürünüdür. Tanrı kişinin hem O'nun doğruluğuna sahip olması, hem de adil işler yapması gerektiğini ince ketenden giysilerle bize açıklar. Tanrı'nın amacı sadece O'nun doğruluğuna sahip olmamız değildir, aynı zamanda da adil işlerimize sahip olmamızdır. "Giymesi için ona temiz ve parlak ince keten giysiler verildi" (Vahiy 19:8) Bütün adil işlerimiz ve dıştan görünen doğruluğumuz Tanrı'nın lütfundan kaynaklanır. "Giymesi için ona...verildi." Kişi doğal haliyle adil işler yapamaz, onlar Kutsal Ruh'un kişide etkin olmasının sonucudur. Rab'den bize lütuf vermesini dilemeliyiz. Bu giysi lütuf aracılığıyla bize verildiği için çok iyidir! Giysiyi bir anlamda kendimi yaparız ve işlerimizle ortaya çıkarırız. Öte yandan bu giysi Tanrı tarafından bize verilir. Çünkü kendi gücümüze güvendiğimiz zaman hiçbir şey üretemeyiz. Tanrı, Kutsal Ruh aracılığıyla bu işi gerçekleştirir. Bazen yükümüzün çok ağır olduğunu düşünürüz. Bu yükten kurtulmak ister ve Rab'be "Ya Rab, beni kurtar!" diye dua ederiz. Oysa duamızı değiştirmemiz ve Rab'den şöyle dilenmemiz gerekir, "Ya Rab, bu yükü taşımamı sağla. Ya Rab, bu yükün altında dimdik durmamı sağla. Ya Rab, beni beyazlat ve parlak giysilerle donat." Vahiy 19:9'da şöyle yazılıdır: "Sonra melek bana, “Yaz!” dedi. Tanrı, Yuhanna'ya söylediklerini yazmasını buyurur. Yuhanna ne yazar? “Ne mutlu Kuzu'nun düğün şölenine çağrılmış olanlara!” Melek şunu ekler: “Bunlar gerçek sözlerdir, Tanrı'nın sözleridir.” Kuzu'nun düğününe çağrılmaktan daha büyük üstün bir ayrıcalık ve daha yüce bir mevkii yoktur. "Bunlar gerçek sözlerdir, Tanrı'nın sözleridir." Tanrı bunların kendi sözleri olduğunu özellikle belirtiyor. Bu sözleri kabul etmeli, kulak vermeli ve daima hatırlamalıyız. Düğün şölenine çağrılanlarla, Kuzu'nun gelini arasındaki fark nedir? Gelin, seçilmiş bir topluluk olan yeni bir insandır. Şölene davet edilenlerse, galiplerden oluşan insanlardır. Kuzu'nun düğün şöleni egemenlik çağını belirtir. Şölene davet edilenler Rab'le o ana dek hiç tatmadıkları çok özel ve eşsiz bir paydaşlık ayrıcalığına sahip olacaktır. Rab meleği aracılığıyla şöyle bildirir: "Ne mutlu Kuzu'nun düğün şölenine çağrılmış olanlara!" Bunlar gerçek sözlerdir, Tanrı'nın sözleridir." Tanrı'nın bize lütfetmesini ve O'nunla bu eşsiz şöleni paylaşmamızı sağlamasını dileyelim. Tanrı'nın bizleri, O'nun yüreğinin arzusunu tatmin etmeyi isteyen alçak gönüllü kişiler yapmasını dileriz. Öyle ki, kilise uğruna yaşam veren hizmetkarlar olmayı arzulayalım. Öyle ki, O'nun egemenliği uğruna galip olanlardan olalım.
Sayfa 102 - AKARSU YAYINLARIKitabı okudu
·
310 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.