Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

148 syf.
7/10 puan verdi
Bireycilik, iç dünyamız, kadınlar ve Siddharta üzerinden Herman Hesse.
Siddharta'nın hayatı boyunca arayışının kısa bir öyküsü diyerek özetlenebilecek bu kitabı, yıllardır bekliyordum okumayı. Zamanını beklemiş, doğru zamanda kendini okutmuş bir kitap oldu yine benim için. Okurken başlarında huzur bulduğum, yaşamımın bu dönemlerinde duymak istediğim cümleleri bana söyleyen hoş bir kitap olarak başladı. Bitirdiğimde ise bazı açılardan biraz uzaklaştığım, birkaç soruyla beni başlardaki kadar olmasa da güzel bir hisle bırakan bir kitap oldu. Beni rahatsız eden, kafama takılan 2-3 şeyi biraz anlatmak istiyorum. 1) Her şeye çok bireyin gözünden, iç dünyasından yaklaşıp çözümlemiş, 2) Siddharta'nın bencilliği ve üstten bakıyor olmasına sebep olan kibri 3) Ve bu incelemeyi yazdıran 2-3 makale okumama, yazarın hayatını araştırmama sebep olan şey, kitapta kadınların yeri. Bu 3 maddeyi anlatmaya, kitabı eleştirmeye gelmeden önce sevdiğim birkaç noktadan bahsetmek istiyorum. Siddharta, buddhayla karşılaştığında o içindeki hep bir șeyler eksikmiș, yanlışmış ve bir arayış içerisindeymiş gibi olan o hisle nasil bas ettiğini soruyordu. Öğretin çok güzel, çok doğru, çok tutarlı ama nasıl yenebildin, nasıl gitti içindeki o arayış, o eksiklik hissi gibi bir şey soruyor aslında. Buddha ise bir şey diyemiyordu. Daha sonra Siddharta yollardayken bir anda fark ediyor o șeyi. O kișinin yalnızca arayış içerisindeyse bulup varabileceği, varan kimsenin anlayamayacağı, aktaramayacaği gerçeği. "Bilgelik bir başkasına anlatılamaz; bir bilgenin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik aptalca bir şey gibi gelir kulağa." (Sf.139) Diye bir cümleyle aslında sonradan bunu da açıklıyor. Çok uzun zamandır niyeyse ben de böyle hissediyorum, kimsenin, hiçbir ideolojinin ne kadar okusam, dinlesem de bana gerçeği hissettirebileceğini düşünmüyorum. Kişinin yolda olması, arıyor, öğrenmeye okumaya dinlemeye devam ediyor olması gerekiyor. Bana kalırsa doğruya, gerçeğe ya da aranılan şey her neyse ona ulaşmak için. ANCAK, burada dikkat edilmesi gereken bir şey var ki o da, kendi düşüncelerini temele ve merkeze alan bir yapıdan bahsetmiyorum. Biri size bir işi ne kadar anlatırsa anlatsın, sizin onu kendiniz uğraşıp, deneyerek yapmanız, hatalarla düşe kalka öğrenmenizin asla yerini tutamayacak. Gerçek, doğru, hakikat denen şey ya da aranılan şey de bana öyle geliyor ki bundan farksızdır. Kitapta diğer bir hoşuma giden kısım da, Siddharta aydınlandığı anların birinde kendi benliğinden fazlasıyla uzaklaştığı bir ruh hâline giriyor. Hep hayalini kurduğum, özlemini duyduğum şeyin benliğimi aşmak olduğunu düşünmüşümdür. Ama çok özel 1-2 an dışında o hissin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Neye benzediğini ise sadece tahmin edebiliyorum ve kitapta güzel tarif edilmişti. Ben de anladığım kadarıyla bir kenara kafamdan o an geçenleri not almıştım: "Kendini dünyadan ayırmamak. Bilincine rağmen değil o bilinçle bir ağaç, bir nehir, bir dağ, yerdeki bir taș gibi her şeyin parçası olduğunu hatırlamak hep. Budur insanın varabileceği en güzel mertebe. Budur arayarak bulunması gereken șey. Kendini, insan olușunu, egosunu yenebilmek. Benliğini aşmak, bir kenara bırakabilmek." Bahsettiğim o 3 maddeye gelince. Her birini ayrı ayrı değil, karışık bir şeklide kısaca anladığım ve okuduğum kadarıyla anlatmaya çalışacağım. Öncelikle kitapta kadınlar sadece "aşk ve sevgi" öğreneceğin kişiler olarak varlar. Hessenin bir seçimi mi bu acaba? diye düşünüyordum kitabı bitirince, ne de olsa milyonlarca insanın çok sevdiği, severek okuduğu bir yazar. Hayatını araştırmaya karar verdim. Hesse, dindar çevresi ve eğitimi dolayısıyla dini görüşleri baskın ve kolay benimseyebilecek bir karakterle yetişmişti. 43 yaşında bu kitabı yazdığında ise geriye dönüp bakıldığında, bunalım dönemi olarak isimlendirilebilecek bir dönemdeyken yazıldığını görüyoruz. O dönemlerinden hemen önce psikanalitik tedavi görüyor ondan önce de 4-5 eseri tek var. Psikanaliz öncesi kadınlara, cinselliğe bakış açısı daha sert, daha muhafazakar iken. 30lu yaşlarında gördüğü psikanaliz sonrası, yayınlanan eserlerinde, cinsellikle barışmasını, cinselliği insanın bir parçası olarak görmesini, kadınlara bakışını biraz daha yumuşatmasından anlıyoruz çünkü bu dönemden sonra eserlerinde cinsellik daha önplana çeşitli biçimlerde, daha barışık bir şekilde çıkıyor. Hesse'nin kadınlara bakış açısını Siddharta kitabı üzerinden inceleyen ve internette araştırırken denk geldiğim bir tez çalışması ise çok daha radikal yorumlar ve eleştiriler getiriyor. Açıkçası yarısından fazlasına katılmıyor ve uç buluyorum bu makalenin ama yine de perspektif kazandırması açısından değerli buluyorum. Hatta bu makale, Hesse'nin Siddharta'da Kumala isimli seks işçisini aşağıda gösterdiğinden çok daha aşağıda görerek yorumlamış gibi geldi bana. Okumak isteyen olursa sonda linkini vereceğim. Ben aksine katılmıyorum buna. Hatta Kamala Siddharta'nın diğer yarısı, diğer benliğidir, onu tanımadan önce geçirdiği zamanlarda hiçbir şey elde edememiş, ruhunu huzura kavuşturamamıştır. Ancak şimdi ömrü boyunca peşinde koştuğu varlık birliğini duyumsamayı başarmıştır. Bu yüzden kilit bir rol dahi biçilmiş gibi geliyor bana. Başka bir noktada (eleştiri demeyi makul bulmuyorum ama okurken, benimserken dikkat edilmesi gereken bir şey olarak) eklemek gereken bir durum var: Fazlasıyla benmerkezci, bireyci ve pasifize edici bir yaklaşım sunmuş Hesse, Siddharta üzerinden. Çünkü Hesse bireyci ve iç dünyayı üstün gören bir kimliğe sahip (tabi ki ortalama bir avrupalı olarak). Buna dikkat etmek gerektiğini, bunun manipülatif, yanlış yönlere çekilmeye ya da yanlış anlaşılmaya çok müsait bir şey olduğunu unutmamak gerek. Dünya asla tek kişilik değildir ve sadace kendimizi düşünerek kurtuluşa eremeyiz. Aksine sosyal varlıklar olduğumuzu, örgütlü oluşumuzla evrimsel basamaklarda avantajlı kaldığımızı, tür içi çatışmalarda da örgütlü, toplumsal yapının bireyler için avantajlı olduğunu vs. unutmamak gerek. Burada gelenekçi bir toplumsal yapıyı da savunmuyorum ama insanın tanımasa, konuşmasa bile diğer insanlara ufak etkileşimlerde dahi ihtiyacı 'fizyolojik-biyolojik ve psikolojik' olarak var. Özetle, iç dünyamız masanın 2 ayağı ise, öbür 2 ayağı, diğer insanlar ama asla tamamı sadece iç dünyamızla ayakta kalamaz. Değinmek istediğim bir diğer husus da, kitaplara atfedilen o kutsal kusursuzluk hâli. Eninde sonunda kitabı da yazan bir insan ve kendi iç mücadeleleri, dönem dönem değişen fikirleri, zor zamanları, hataları, doğruları, inançları vs. ile her şeyiyle bizden farkı olmayan bir insan. Ki yukarıda da belirttiğim üzere Hesse bu kitabı bunalımlar içerisinde olduğu bir süreçte yazıyor. Uzun yıllar süren mutsuz evliliği bitiyor, eski karısı akıl hastanesinde, 3 çocuğunu etrafa dağılmış bir hâlde bırakıp kaçıyor oradan 1919 yılında. Bazı politik nedenlerden ötürü Hesse Alman halkı için zaman zaman sevilmemiş, hatta bir dönem fazlasıyla tepki çekip eserleri okunmaz, ilgi görmez olunca Almanyaya küsmüş, uyruğunu değiştirip İsviçre vatandaşlığına geçmiştir. (Bence burada tekrar Hessenin benmerkzci, ilgi bekleyen, üstten bakan, kabarık egosunun görüyoruz) Yani bu kitap da Hesse'nin yaşamında bir basamak yalnızca, nihai bir durak. Tamamlanmış, arayışını tamamlamış bir insanın son sözleri değil. Kaldı ki, Hesse Siddharta'da ortaya koyduğu kendine özgü inancı geliştirme düşüncesini, kendi dininin sınırlarını aşma fikri yerini, son büyük eseri 'Das Glasperlenspiel'de bütün dinlere saygı duyan ve hepsine eşit uzaklıkta duran hümanistik bir düşünceye bırakıyor. Yani Hesse'ye de soracak olsak, Siddharta'nın yolculuğu da tamamlanmış, eksiksiz ve hatasız bir yol değil. Siddharta'yı yazdığı dönemde düşündüğünden çok daha fazla yanlışı, kusuru olduğunu söyler muhtemelen. Das Glasperlenspiel'i okumadım ama Hesse ile ilgili yazılmış ve bu incelememi mümkün kılan, bir doktora tezinde (sonda kaynak linki vereceğim) yazıldığı kadarıyla ırklar ve mlletler üstü bir yaklaşımla bütün insanlarda ortak olan 'kolektif bilinçdışı'(aslında örgütlülük, toplum, kültür vs. derken birkaç paragraf önce anlatmaya çalıştığım şey buydu.) düşüncesini barındıran bir eser olduğu belirtilmiş. Yazdığı, sözleriyle çoğu yerde belittiği düşüncelerini, başına buyruk olmayı dolayısıyla içinden geldiği gibi yaşayabilmeyi en değerli erdem olarak görme fikrini, ancak 50'li yaşlarından sonra, olgunluk döneminde yaşayabiliyor. Tüm bunlar karşısında kitabı tek başına değerlendirince 8-9 puan verilebilecek, alabildiğine etkileyici, dolu ve yoğun duygularla bezeli bir kitap gibi duruyor. Ancak Hesse'nin yaşamı, perspektifi, eleştiriler açısından yaklaşınca ise 1-2 puan kırılabilir ama yine de okunması gereken bir eser olarak kaldı bende. Not: Cinsiyet tartışmasında bir iki kendime not düşmek istiyorum. Emin olamadığım tartışmaya açık konulara olarak dursun burada. Kitaplarda yazarlar belli bir cinsiyeti seçmek zorundalar sanırım, yani zorunda değilseler bile konuya bağlı mecbur kalıyorlardır. Hesse de bir erkek olduğundan ötürü bu aydınlanmayı bir erkek üzerinden elbette daha kolay anlatabilecektir. Bu açıdan neden kadın başkarakterler aydınlanma, peygamberlik gibi vasıflara sahip olamıyor gibi eleştiriler tartışmaya açık. Ancak manipülatif, yanlı ideolojiler, düşünceler, kötü niyet içeren amaçlarla yazılmış eserler ayrı. Bir ara bunu çözümlemek gerek, pek bilgim yok doğrusu bu konular hakkında. Yazarken faydalandığım kaynaklar: 1) elibrary.tucl.edu.np/bitstream/12345... Nepalde bir üniversite kütüphanesinde yayınlanmış bir çalışma. Aşırı uç, radikal ve duygusal tepkilerle bezeli. Makaleyi yazan kişinin başka bir çalışması yoktu üniversitenin sitesinde, başka bilgi bulamadım. Yine de dediğim gibi, perspektif katması açısından değerli buluyorum. 2)acikerisim.sakarya.edu.tr/bitstream/handl... Ayşe Demirel isimli araştırmacının doktora tezi. Başarılı, kapsamlı bir çalışmanın ürünü. Ellerine sağlık.
Siddhartha
SiddharthaHermann Hesse · Can Yayınları · 202037,9bin okunma
·
203 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.