Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Sultan Murad-ı Hamis”, "Sultan Murad bin Abdülmecid Han” olarak da bilinir. Abdülmecid ile Çerkes asıllı cariye Şevkefza Kadınefendi'nin oğludur. Cülus töreni Topkapı Sarayı'nda yapılmadığı gibi cülus tahtına oturmamış, kılıç alayı düzenlenmemiş, Cuma selamlığına da bir kez çıkabilmiştir. (...) 1861'de babasının ölümü ve amcası Abdülaziz'in tahta çıkmasıyla “veliahd-ı saltanat” konumu kazanan Murad Efendi kendisine tahsis edilen Dolmabahçe Sarayı'nın veliahd dairesinde, Bebek sırtlarındaki Nisbetiye Kasrı'nda, Kurbağalıdere'deki çiftlik köşkünde yaşamaya başladı. Mason locasına yazıldığı, Jön Türkler'le ve özgürlükçü aydınlarla dostluklar kurduğu bu 15 yıllık dönemde, hazineden kendisine ayrılan ödenek yetmediği için Galata sarraflarına borçlandı. Bankerler, geleceğin padişahına borç vermeyi çıkarlarına uygun gördüklerinden, ellerinde günün birinde faiziyle nasıl ödeneceği bilinmeyen, “Mehmed Murad bin Abdülmecid Han” mühürlü yüzlerce senet birikti. Kendisini Avrupalı prenslerden farklı görmeyen ve Abdülaziz'in alaturkalığına inat alafranga yaşama biçimini seçen Murad Efendi, dairesinin ve köşklerinin konuklarla dolup taşmasını istediğinden, Abdülmecid'in şehzadeleri, kızları, bunların eşleri ve çocukları, Jön Türkler, aydınlar, Türkiye'ye gelen yabancılar veliahdı ziyaret ediyor; abartılı biçimde ağırlanıyorlardı. Murad Efendi'nin başkanlık ettiği oturum ve davetler, Avrupavari, aynı zamanda da her düşünce ve görüşe açık geçiyordu. Özellikle Kurbağalıdere'deki köşkünde yaz boyunca her akşam düzenlenen ziyafetlerde alafranga sofralar donatılıyor, özel eğitimli sofracılar (garsonlar) servis yapıyor, yemek müziği ya da muzıka çalınıyordu. (II.) Abdülhamid'in anılarında belirttiğine göre Murad'ı içki müptelası yapan, çok sık görüştüğü Namık Kemal'di. Veliahd, İstanbul içinde de özgürdü. Özellikle Boğaz'da zengin dostları vardı. Kızkardeşi Fatma Sultan'ın Baltalimanı'ndaki yalısına, Refia Sultan'ın Çamlıca'daki sarayına, Köçeoğlu'nun Arnavutköy'deki yalısına sıkça gidiyor; buralarda da içkili eğlenceler yapılıyordu. Kış boyunca kapandığı Dolmabahçe Sarayı'ndaki dairesinde ise kızkardeşi sultanlarla mektuplaşmakta, Monte Kristo okuyup piyano için besteler yapmaktaydı. Bu döneme ait mektuplarında, Osmanoğulları'nın saray yaşamına ilişkin olarak örneğin, Sultan İbrahim'in kışın kedilere kürk giydirmesi öyküsü, kış aylarında haremde fazla oturmasından dolayı kendisine, “bari başına hotoz koy!” denilmesi, yavrulayan kediler için lohusa şerbeti hazırlanıp kedi düğünü yapılması gibi pek çok ilginç bilgi vardır. Abdülaziz'in 1863'te Mısır'a, 1867'de Avrupa'ya yaptığı gezilere Murad Efendi de katıldı. Fransızcası ve nezaketiyle Avrupa hükümdarlarının takdirini kazanırken Abdülaziz bundan sıkılarak onu İstanbul'a geri göndermeyi tasarlamıştı. III. Napolèon, Victoria, Abdülaziz'den çok Murad Efendi'ye ilgi gösterdi. Veliahd için özel davetler ve geziler düzenlendi. Avrupa gezisi dönüşünde Abdülaziz, Murad'ın özgürlüklerini ve savurganlığını kısıtlamaya çalıştı. Borç almasını, özellikle de Tıngıroğlu Agop'la ilişkisini yasakladı. Önce üç gün, daha sonra bir yıl dairesinden çıkmamasını irade etti. 1870'e doğru Jön Türkler'le temaslarını artıran veliahd, Namık Kemal ve Ziya Bey (Paşa) ile özgürlük ve anayasa konularını tartışırken İstanbul'a gelen bir Fransız hukukçudan da hükümdar olduğu zaman yürürlüğe koyacağı bir anayasa hazırlamasını istedi. Giderek içkiye daha fazla düşkünlük göstermesi, müzik ve mimari tutkusuyla birlikte açığa çıkan melankolizmi ise ona güvenenleri umutsuzluğa sevk ediyordu. (II.) Abdülhamid anılarında, ağabeyi Murad'la, Namık Kemal'in sabahlara kadar içtiklerini, okuyup yazdıklarını, bu işret âlemleri yüzünden asabileştiğini açıklar. Namık Kemal ve diğerleri, Saray'ın baskısı ya da izlemesi nedeniyle Kurbağalıdere'ye gidemedikleri zamanlarda veliahdla ilişkilerini “Cibril” dedikleri baltacı Topal Süleyman aracılığıyla sürdürmekteydiler. Namık Kemal yazılarında, açıktan olmasa da ülkenin geleceğinin Murad'ın başa geçmesine bağlı olduğunu sık sık ima eder, örneğin “erbab-ı şebab (gençlik) milletin murâd-ı âtisidir” derdi. Murad da çevresindekilere padişah olursa köleliği ve kadınların tutsaklığını yasaklayacağını yineliyordu. Siyasi gündemli toplantılar çoklukla Mustafa Fazıl Paşa'nın bağında ya da konağında, Köçeoğlu'nun Üsküdar'daki bağında, Nisbetiye Kasrı'nda, Madam Flori'nin köşkünde yapılıyordu. Ancak Yeni Osmanlılar'ın Veliefendi Çayırı'ndaki ihtilal toplantısının öğrenilmesinden, Gedikpaşa Tiyatrosu'nda Vatan Yahud Silistre'nin oynandığı gece, tiyatrodan çıkanların Namık Kemal'in evine yürüyerek, “Muradınız nedir? Muradımız budur. Allah muradımızı versin!” sloganlarıyla gösteriler yapmalarından, Jön Türkler'in Avrupa'ya kaçmalarından sonra Murad Efendi'nin temasları da kısıtlandı. Comte de Keratry, Mourad V adlı eserinde İstanbul'a gelen yabancıların onunla görüşmelerindeki güçlükleri anlatırken 1871'de, asabi rahatsızlığı nedeniyle deniz banyosu salık verilen Murad Efendi'nin, İngiltere Büyükelçisi Sir Henry Elliot'un kiraladığı yalıdan denize girdiğine de değinir. Veliahdla görüşmesi için Elliot'un bile izin alamadığı bir gezginin, Galata'da bir işadamıyla buluşup Üsküdar'a geçmesi, uzun bir araba yolculuğundan sonra keçiyollarını izleyerek Kurbağalıdere'ye ulaşması, koltuk kapısından girerek köşkün bir pavyonunda Murad'la görüşebilmesi ilginçtir. 1873'ten sonra Abdülaziz, Murad Efendi'ye bir ölçüde yeniden serbestlik tanıdı. Borçlarını Hazine-i Hassa'ya ödettiği gibi, 40.000 altınlık bir ek ödenek tahsis etti. Murad Efendi, savurganlığı için yeni bir kaynak bulmanın sevinciyle dadısının kocası Boşnak Mehmed Paşa'ya 400 altına Pariskâri bir araba, 500 altına da Orlof cinsi bir çift araba beygiri hediye etti. Paranın üçte birini de sürgündeki Namık Kemal'e gönderdi. Murad Efendi'nin tahta geçmesiyle sonuçlanacak ihtilal öncesindeki üç yılda (1873-1876) yaşanan yoğun iç ve dış olaylar sonunda İstanbul'da karışıklıklar başladı. 10 Mayıs 1876'daki gösteriler, bir söylentiye göre, Veliahd Murad Efendi'nin sarrafı Hıristaki ve Midhat Paşa'nın medrese öğrencilerine el altından para dağıtmalarıyla gerçekleşmiş, softalar da bu karışıklıktan yararlanma amacını gütmüşlerdi. Kalabalık, Bâb-ı Seraskerî'ye, oradan Abdülaziz'in o sırada oturduğu Yıldız Kasrı'na yürüyerek Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın istifasını istedi ve ertesi gün sadrazam azledilerek yerine Mütercim Rüşdî Paşa atandı. İhtilali gerçekleştirecek olanlardan Hüseyin Avni Paşa seraskerliğe, Hayrullah Efendi şeyhülislâmlığa, Midhat Paşa Mecâlis-i Âliye üyeliğine, Kayserili Ahmed Paşa Bahriye Nazırlığına atandı. Bunlar, Abdülaziz'in tahttan indirilmesi, Murad'ın cülusu için anlaşmışlardı. Abdülaziz, gelişmelerden tedirgin olarak Abdülmecid şehzadelerinin hareketlerini kısıtlamış, hepsini sayfiyelerden çağırttırmış, Dolmabahçe Sarayı'ndaki dairelerinde oturmalarını, Murad Efendi'nin dışarı çıkmamasını emretmişti. Sinirleri büsbütün bozulan veliahd, gecelerini içerek geçirmekteydi. “Hal' ü akd eshabı” (ihtilal komitesi) denen paşalarsa, askeri ve mali konuları görüşmek gibi bahanelerle hemen her akşam toplanıp ihtilalin ayrıntılarını konuşuyorlardı. 26 Mayıs 1876 gecesi Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın Paşalimanı'ndaki yalısında Murad'ın 31 Mayıs günü tahta oturtulması kararlaştırıldı. Ertesi gün de ihtilali gerçekleştirecek olan Mekteb-i Harbiye Nazırı Süleyman Paşa'yla görüşülüp Ziya Bey (Paşa) ve Dr. Kapoleon aracılığı ile de durum Murad Efendi'ye bildirildi. Fakat 29 Mayıs akşamı Abdülaziz'in, Hüseyin Avni Paşa'yı saraya çağırması komiteyi kaygılandırdığından, bir gün daha beklenmeksizin o gece harekete geçilmesi kararlaştırıldı. Saray, denizden gemilerle, karadan da Mekteb-i Harbiye talebeleri ve üç tabur askerle kuşatıldı. Sabaha doğru Hüseyin Avni Paşa Fındıklı İskelesi'ne çıkarken Kayserili Ahmed Paşa da Mesudiye gemisine geçti. Taburlara komuta eden Mekteb-i Harbiye Nazırı Süleyman Paşa, gün ışımaktayken şiddetli yağmur altında, Dolmabahçe Sarayı'nın Veliahd Dairesine girerek Murad'ı dışarıya davet etti. Murad Efendi, hareketin bir gün önceye alındığını bilmediği için henüz uykudaydı. Uyandırılıp hazırlandıktan sonra eski paltosunu giyinip çıktı. İlk korkuyu bu beklemediği andaki davet nedeniyle yaşadı. Süleyman Paşa'yla dış kapıya geldiğinde Mekteb-i Harbiye talebeleri kendisini selamladı. Buradan Hüseyin Avni Paşa'yla Dolmabahçe rıhtımına gidilerek kayığa binildi. Denizde kayık değiştirilmesi, sonra çatanaya geçilmesi, Hüseyin Avni Paşa'nın kendisine tabancasını uzatması gibi nedenlerle Murad'ın sinirleri büsbütün bozuldu. Sirkeci'de arabaya binilerek Beyazıt'a Bâb-ı Seraskerî'ye çıkıldı. Burada bekleyen Sadrazam Mütercim Rüşdî Paşa, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi ve Midhat Paşa, yeni padişahı karşılayıp Daire-i Hümayun'a götürdüler ve biat ettiler. Haber ulaştırılabilen vezirler de birer-ikişer gelip biat görevini yerine getirdiler. İstanbul'un muhtelif semtlerinden ve Boğaz'daki Donanma gemilerinden cülus topları da atılmaya başladı. Sabahın erken saatlerinde İstanbul halkı, “Sultan Murad padişah olmuş!” haberiyle uyanıp sokaklara döküldü. Bekçiler her yerde cülusu ilan etmekteydi. Beyazıt Meydanı, Bâbıâli ve Sirkeci kalabalıklarla doldu. Abdülaziz'in ailesinin Dolmabahçe Sarayı'ndan tamamen çıkarıldığı haberi geldikten sonra, V. Murad arabayla Sirkeci'ye indirilip saltanat kayığıyla Dolmabahçe Sarayı'na götürüldü. Görenler yeni padişahın dudaklarındaki irili ufaklı uçukları fark etmişti. Donanma tarafından selamlanan V. Murad sarayın Hünkâr sofasına çıkarak yaldızlı bir koltuğa oturdu. Biraderleri, damad paşalar, sarayda biat ettiler. Bu sırada, her nasılsa orada olan mukallit Vehbi Molla'nın bir hareketi, yeni padişahın gülme krizine tutulmasına neden oldu. Cülusu geç öğrenen ve Dolmabahçe'ye gelmeye başlayan vezirler, devlet erkânı, cemaat temsilcileri bir süre aşağıda bekletildi. Yusuf Kâmil Paşa, karşılaştığı sadrazama ağır sözler söyledi. Mekke Emiri Abdülmuttalib Efendi de hal' ve cülus gerekçelerini (fetvayı) doğru bulmayarak sadrazamla tartıştı. Cevdet Paşa'nın Tezâkir'de anlattığına göre sarayda toplananlar gruplar halinde huzura çıkartılıp biat ettirildi. Topkapı Sarayı'ndan cülus tahtı getirilmediği gibi, cülus geleneklerine de uyulmadı. Padişah yorulmasın diye, siyah giysili gayrimüslim ruhban zümresinin topluca biata yürümeleri de V. Murad'ı bir daha korkuttu. (...) V. Murad'ın cülusunu izleyen ilk iki gün içinde sarayda bir yağma olayı yaşandı. Abdülaziz'in annesine, eşlerine ve cariyelerine ait değerli mücevherat, “Erkân-ı Erbaa” (Dörtler) denen paşalarca müsadere edilip yeni padişahın sarraf Hıristaki'ye olan bir milyon liralık borcuna karşılık verildi. Diğer ele geçenleri Valide Şevkefza Sultan ile Damad Nuri Paşa aldı. Cülusu izleyen Cuma günü (2 Haziran 1876) ata binerek ilk Cuma selamlığına çıkan ve Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Saadet dairesini ziyaret edip Bağdat Köşkü'nde, kardeşlerinin ödeneklerinin artırılmasını irade eden padişah, Dolmabahçe Sarayı'nda kendisi için hazırlanan dairelerden başka, kız kardeşleri Fatma ve Seniha sultanlar için de birer daire hazırlanmasını emretti. O gün akşam Nisbetiye Olayı diye tarihe geçen asılsız bir suikast dedikodusu doğdu. Padişahın rahatsız olduğuna ilişkin söylentilere son vermek üzere Şevkefza Valide Sultan'ın uygun gördüğü tarzda, Abdülmecid'in şehzadeleri Nisbetiye Kasrı'na akşam yemeğine davet edilmişti. Ancak, kuruntusuyla ünlü (II.) Abdülhamid'e, adamlarından biri, bunun, ihtilal komitesinin, bir komplosu olduğunu, şehzadelerin o ıssız kasra öldürülmek kastıyla çağrılmış olabileceklerini söyleyince Abdülhamid Nisbetiye'ye gidemeyeceğini bildirmişti. Bu yüzden davetin yeri değiştirildi ve şehzadeler Dolmabahçe Sarayı'na çağrıldı. Abdülhamid saraya da gelmedi. V. Murad'ın diğer kardeşleri (V. Mehmed) Reşad, Süleyman, Kemaleddin, Nureddin ve (VI. Mehmed) Vahideddin için ortaya bir masa getirilip yemek servisi yapıldı. Daha sonra şehzadeler huzura çıktı. V. Murad, fesi elinde ve bitkin bir vaziyetteydi. Kardeşlerine “halim pek fena!” diyebildi. Abdülhamid de ertesi gün huzuruna çıktığında V. Murad'ı kuyruklu setre giymiş, tebrike gelecek sarrafları beklerken buldu. Yine rahatsız görünüyordu. Ağzının çevresi uçuklarla doluydu, gözbebekleri küçülmüştü. Abdülhamid'e de “birader halime bak!” diyerek başının ağrıdığını işaret etti. İstanbul'da cülus şenlikleri sürerken ihtilalciler arasında da uzlaşmazlıklar ve umutsuzluk doğmaktaydı. Midhat Paşa Kanun-ı Esasî'nin ilanını istiyordu. Oysa Mütercim Rüşdî Paşa ile padişah adına bütün yetkileri elinde tutan Serasker Hüseyin Avni Paşa buna yanaşmamaktaydı. Bu nedenle cülus hatt-ı hümayununda meşrutiyetten söz edilerek bu konu geçiştirildi. Hüseyin Avni Paşa, V. Murad'ın mabeyincilerini seçmesine bile izin vermedi. Güvendiği kişileri, başkâtiplik ve mabeyincilik görevlerine getirdi. Damad Nuri Paşa da mabeyin müşiri oldu. Bu arada V. Murad, amcası Abdülaziz'in Topkapı'dan başka bir sarayda kalmak isteğini olumlu karşılayıp eski padişahın tezkiresini Midhat Paşa'nın kaleminden bir hatt-ı hümayunla yanıtlayarak Ortaköy'deki Fer'iyye Sarayına taşınmasına izin verdi. Abdülaziz'in, buraya gelişinin ikinci günü intihar etmesi, V. Murad'ı büsbütün çileden çıkarttı, olayı kahvaltı sofrasında öğrendiğinde elindeki çatalı fırlatarak “eyvah, millet bunu benden bilir!” deyip bayıldı. Tedavisi için gelen tabip Salih Efendi ile Türk Emin Paşa padişahın Yıldız Kasrı'nda oturmasını salık verdiler. Orada, delilik denebilecek davranışları günden güne sıklaştı. Bahçede gezerken havuza atladı, huzuruna giren nazırları öpüp kucakladı. Bu yüzden de kılıç alayı düzenlenemedi; padişahın sırtında çıban çıktığı için bu törenin ertelendiği açıklandı. 14 Haziran günü Mütercim Rüşdî Paşa, Yıldız'da huzuruna girdiğinde, gecelik entarisiyle karyoladan fırlayıp, “Paşa ben iyiyim!” demesi ve arkasından baş ağrısından şikâyetçi olması, sadrazamı da kaygılandırdı. 15 Haziran akşamı, Çerkes Hasan Olayı'nda Hüseyin Avni Paşa öldürülünce hal' erkânının en güçlü kişisi aradan çıkmış oldu. Hükümet V. Murad'ın tedavisi çarelerini araştırmaya yöneldi. Deniz havası önerildiğinden bir vapurla Marmara'da gezdirildi. Viyana'dan getirilen Dr. Leidesdorf, hükümdar sıfatı bulunmaksızın bir klinikte üç ay tedavi edilmesi gerektiğini önerdi. Fakat sadrazamla Midhat Paşa, buna yanaşmadılar. 2 Temmuz 1876'da Sırbistan ve Karadağ'la savaş durumu doğunca hasta padişahı gizlemek büsbütün zorlaştı. Dr. Akif Paşa ile Kapoleon'un 1 Ağustos 1876'da verdikleri raporda ise iyileşmesi olasılığının azlığından söz edilmekteydi. Leidesdorf'un üç ay süreyle odasında gözlemde tutulması önerisini içeren 13 Ağustos tarihli raporu da kabul edilmedi. Halk arasında ise V. Murad'ın çıldırdığı konuşuluyor; “Mütercim Rüşdî Paşa, devleti padişahsız yönetmek istiyormuş” deniliyordu. Asabi buhranlar geçiren, yemek yemeyen, hayaller gören V. Murad'ın tahttan indirilmesinden başka çözüm kalmayınca Midhat Paşa, Veliahd Abdülhamid'le temasa geçti. Veliahd, Kanun-ı Esasî'yi ilan edeceğine söz verdikten sonra Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, “İmamü'l-müslimin cünûn-ı mutbık ile mecnûn olmağla imametden maksûd fevt olsa uhdesinden akd-i imamet münhall' olur mu? Beyan buyurula, el-cevab, Allahü âlem olur” diye fetva verdi. Fetvaya “cünûn-ı mutbık” (daimi delilik) terimini, V. Murad'ın ileride tahta döndürülmesi olasılığını önlemek için Abdülhamid'in koydurduğu iddia edilmiştir, 30 Ağustos 1876'da Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı'nda toplanan Heyet-i Vükelâ'da bu fetva okundu ve hal' kararlaştırıldı. O gün ve gece, İstanbul'da ve saraylarda sıkı güvenlik önlemleri alındıktan sonra gece Topkapı Sarayı'na gelen Abdülhamid, 31 Ağustos sabahı Bâbüssaade önünde kurulan tahta oturdu ve geleneksel cülus töreni yapıldı. Bu sırada bir heyet de V. Murad'ın annesi Şevkefza Valide Sultan'a durumu tebliğ etti. V. Murad, kapalı bir arabaya bindirilip Çırağan Sarayı'na götürüldü. (...) Eski padişahın tedavisine daha bir süre devam edildi. Annesi de okuyucu hocalar buldurttu, çamaşırlarını tütsületti, muskalar yazdırttı. Murad'ın dostları Doni adlı bir hekimi saraya sokarak bir süre kalıp tedavi etmesini sağladılar. Eski padişahı kaçırmak için de 5 Aralık 1876'da bir girişim oldu. Kadın kıyafetinde saraya girmeyi başaran Hüsnü ve Mehmed adlı iki kâtiple İstavridi adlı Rum'un ve Jüli adlı Lehli'nin amaçları, Murad'la oğlu Selahaddin Efendi'yi Avrupa'ya kaçırmaktı. Bu kişiler yakalandı. İkinci kaçırma girişimi 1878'de Mason komitesinden geldi. Cleante Scalieri ile Aziz Bey, Murad'ı kaçırıp yeniden tahta geçirme işini planladılar. Scalieri ile komite üyesi Ali Şefkati Bey, suyollarından gizlice Çırağan Sarayı'na girerek Murad'la ve Şevkefza Valide Sultan'la görüştü. Artık tamamen iyileşmiş olan eski padişah, “Benim zincirlerimi kırmak millete düşen bir vazifedir” dedi. (...) Komite, Murad'ı Şubat 1878'de kaçırmayı, Fatih Camii'ne götürüp padişah ilan etmeyi tasarlamışken, bu karar ertelendi. 20 Mayıs 1878'de ise Ali Suavi'nin başını çektiği Çırağan Olayı meydana geldi. Olaydan sonra sarayın temizlenmesi ve soruşturma için Murad, Malta Köşkü'ne çıkarıldı. Burada kaldığı günlerde piyano için bir beste yaptı. Tekrar Çırağan'a döndüğünde asıl saraya değil Fer'iyye Dairesi'ne yerleşti. Annesi ile başkadını, saraydaki dairelerinde kaldılar. Murad da her gün düzenli olarak saraya geçip orta kattaki köşe odada oturmaya, çocukları ve torunlarıyla ilgilenmeye başladı. Akşam yemekten sonra da kendi dairesinde eşleri ve çocuklarıyla müzik ve dansla vakit geçirmekte, saray kadınları da temsiller vermekteydiler. Çırağan Olayı soruşturmaları sürerken Mason locasının kaçırma girişimi de ortaya çıktı ve yakalananlar sürgüne gönderildi. Yıldız Mahkemesi'nde Şevkefza Valide Sultan defalarca sorguya çekildiği halde “cinnete mübtelâ” denilerek Murad sorgulanmadı. Bütün bu olaylardan sonra II. Abdülhamid, Çırağan'ı âdeta yasak bölge durumuna sokup kuş uçurtmamaya çalıştı. Denizden ya da karadan, Çırağan'ın önünde durmak, oyalanmak, buradan sık sık geçmek kuşku uyandırır, hafiyelerin izlemesi başlardı. V. Murad, hekim kontrolünden yoksun, zehirlenme korkusu yüzünden ilaç da almayarak hastalıklara direnmeye çalıştı. Annesi Şevkefza 1889'de öldü ve Yeni Cami Havatin Türbesi'ne gömüldü. Bu kayıp ve II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'na aldırtarak evlendirdiği kızları Hadice ve Fehime sultanların mutlu olmamaları, Murad'ı üzüntülere boğdu. Kızı Hadice Sultan'ın yalı komşusu ve II. Abdülhamid'in damadı Kemaleddin Paşa'yla olan aşk macerası, eski padişahı büsbütün yıktığı gibi şeker hastalığı da arttı. 1904'te durumu ağırlaştığı halde oğlu Selâheddin Efendi bundan II. Abdülhamid'i bilgilendirmeyerek kendisi için aldığı ilaçlarla babasını tedaviye çalıştı, Murad'ın durumu büsbütün ciddileşince padişaha bilgi verildi. II. Abdülhamid, Ali Rıza Paşa ile İbrahim Paşa'yı muayene için gönderdiğinde yapılabilecek bir şey kalmamıştı. V. Murad, 29 Ağustos 1904'te öldü. Çırağan'a gelen bir tabipler heyeti muayene sonucunda, “Hakan-ı sâbık Sultan Murad Han hazretlerinin bir hayli vakitden beri tebevvül-i sükkeri ve tasallüb-i şiryan ile muztarib olduğundan eyyam-ı âhirede bunlara munzam olarak nezf-i miaî mûzik ve felci lisânî ve bülûmî hastalıklarına mübtelâ olduğunu" belirten raporlarında, deliliğine ilişkin hiçbir bulguya yer vermediler. Başkadını Mevhibe ve oğlu Selâheddin Efendi, V. Murad'ın Yahya Efendi Türbesi'ne gömülmeyi vasiyet ettiğini bildirdilerse de II. Abdülhamid buna izin vermedi ve Yıldız hademesine kaldırttığı cenazeyi Yenicami Türbesinde annesinin yanına gömdürttü. Topkapı Sarayı'nda yıkanıp kefenlenen Murad'ın namazı Bahçekapı'daki Hidayet Camii'nde kılındı ve cenaze alayı düzenlenmedi.
Sayfa 515 - 33- Sultan V. MuradKitabı okudu
·
368 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.