Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî, Sultan Hamid olarak da bilinir. Sultan Abdülmecid ile Çerkes asıllı cariye Tîrimüjgân Kadınefendi'nin (öl. 1853) oğludur. Padişahlığının 1878-1908 arasındaki otuz yılı “İstibdat Devri” olarak anılır. Bu dönemde, dış sorunların ağırlığı gerekçesiyle baskıcı bir yönetim sürdürmüştür. (...) Amcası Abdülaziz'in Mısır (1863) ve Avrupa (1867) gezilerine katıldı. Şehzadeliği boyunca İstanbul'daki yaşamını, saray ortamlarından ve sefahatinden uzak geçirerek Maslak Köşkü'nde oturdu. Arada Tarabya'daki çiftliğine gider, fırsat buldukça yabancılarla görüşürdü. Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Türk aydınlarıyla da yakınlığı söz konusuydu. 1876'da, üç ay arayla iki padişahın tahttan indirilmesi, Abdülaziz'in intiharı, V. Murad'ın çıldırması olayları yaşandıktan sonra Abdülhamid, hiç beklemediği bir zamanda, ağabeyi V. Murad'ın yerine tahta çıktı. 31 Ağustos 1876'da Topkapı Sarayı'nda cülus, 7 Eylül günü Eyüpsultan'da kılıç kuşanma törenleri yapıldı. (...) II. Abdülhamid saltanatının ilk yılında devlet adamları ve ordu komutanlarıyla yemekli toplantılar düzenleyerek görüşler edindi, Kâğıthane mesiresine gidip halkın sempatisini topladı, kışlaları ziyaret etti, Bâbıâli'ye, Bab-ı Meşihat'a, Tersane'ye ve Tophane'ye giderek çalışmaları izledi. Deniz ve Boğaz gezileri yaptı. Bu başlangıç her kesimde, halka yakın demokrat düşünceli bir hükümdar olduğu kanısını uyandırdı. Sarayın eski düzeninde değişiklikler gerçekleştirdi. Haremin, bir kadınlar cenneti ve harem ağaları yuvası olduğu izlenimini silmeye çalıştı. Harem ağalarını devlet protokolünden çıkarttı. (...) Midhat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. İstanbul'da Tersane Konferansı'nın açıldığı 23 Aralık 1876 günü Meşrutiyet'i ilan etti. Meclis-i Meb'usan'ın oluşumundan önce 18 Ocak 1877'de Bâbıâli'de bir Meclis-i Fevkalâde toplandı. (...) Sadrazam Midhat Paşa, “Millet Askeri” adını verdiği, İstanbullu gönüllü gençlerden bir ordu kurma girişiminde bulundu. II. Abdülhamid, 5 Şubat 1877'de Midhat Paşa'yı sadaretten uzaklaştırdı. Paşa İstanbul'dan ayrılırken, “Beni gönderirseniz, Beşikler Körfezi'ndeki düşman donanması üç günde İstanbul'a gelir!” tehdidini savurmaktan çekinmedi. Meclis-i Meb'usan'ın açılış oturumu 18 Mart 1877'de Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu'nda yapıldı. (...) 21 Nisan 1877'de, Rusya'nın savaş ilan etmesi üzerine “93 Harbi” denilen, Osmanlı tarihinin büyük seferberlik süreçlerinden birine girildi. Tuna boyunda, Bulgaristan'da ve Doğudaki savaşlar, ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını alt üst etti. (...) Bu ortamda, halkın moralini yükseltmek için Plevne savunması ve doğu cephesindeki başarılar, büyük zaferler olarak duyuruldu. Bunlar için destanlar, türküler yazıldı. (...) II. Abdülhamid savaş koşullarını gerekçe göstererek 13 Şubat 1878'de Meclis çalışmalarını süresiz erteletti. Bu tarih, Abdülhamid'in istibdat yönetiminin başlangıcı kabul edilmiştir. (...) Rus ordusu, 3 Mart 1878'de Ayastafanos Antlaşması'nın imzalanması(nın) ardından çekil(di). (...) 20 Mayıs 1878'de V. Murad'ı tekrar padişah yapmak amacıyla Ali Suavi'nin düzenlediği Çırağan Olayı yaşandı. II. Abdülhamid, saltanatının ilk iki yılının şokunu atlattıktan sonra Berlin Antlaşması'nın getirdiği barış ortamında, baskıcı yönetimini uygulama olanağı buldu. Sık sık değiştirdiği sadrazam ve nazırları birer kukla gibi kullanarak devletin ve İstanbul'un en önemsiz sorunlarıyla bile doğrudan ilgilenmeye başladı. 10 Mart 1879'da İstanbul'daki inşaat amelelerinin bir tür greve gitmeleri padişahı daha da ürküttü. Benzeri kıpırdanmaları önlemek için, hafiyelik ve jurnal örgütlerini kurdu. Dolmabahçe Sarayı'nı, kendisinden önceki iki padişahın burada tahttan indirilmiş olmaları yüzünden güvenlikli bulmuyordu. Çok iyi korumaya alınan, pavyonlar ve çalışma büroları eklenen Yıldız Kasrı'na çekildi. 1881'de, Abdülaziz'i öldürttükleri gerekçesiyle Midhat Paşa'yı ve öteki sanıkları burada yargılattı. Kendisini âdeta Yıldız'a hapseden II. Abdülhamid, dışarı çıkmıyor; yılda iki kez, bayram namazı için Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'ne iniyor, bir kez Ertuğrul istimbotuyla denizden Topkapı Sarayı'na Hırka-i Şerif ziyaretine gidiyor, Cuma selamlıkları ise sarayın önüne yaptırttığı Hamidiye Camii'nde düzenleniyordu. Buna karşın, İstanbul'un bütün köşe bucağını hafiyeleriyle gece gündüz denetim altında tutmaktaydı. Esnaftan, ileri gelenlerden kabadayılara kadar herkesin nerede ne yaptığını bilir, dış siyasal sorunlar kadar ekonomik ve askeri konulara da doğrudan müdahale eder ama her konuda gerektiğinde sorumlu tutacağı bir başkasının bulunmasına dikkat ederdi. Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerindeki borçlanmaların ödenmeyen 252 milyon altın tutarındaki bölümü için 1881'de kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi, padişahın denetimi dışındaki tek kuruluştu. II. Abdülhamid, istibdadının 1880-1895 arasındaki on beş yılında taşrayı, ya en güvendiği ya da varlığından çekindiği valiler ve mutasarrıflar aracılığıyla denetimde tutarken başta İstanbul olmak üzere kentlerin imarına, kentsel sorunların çözümüne de önem veriyordu. (...) Yangın alanlarının yerleşimlere açılması, altyapı hizmetlerine el atılması, Terkos su şebekesi ve Hamidiye içme suları tesisi, havagazının yaygınlaştırılması gibi birçok hizmet bu dönemde başarıldı. (...) Bu dönemde, kadınların çarşafla çarşı pazara, işlek caddelere çıkmaları yasaktı. Kapalıçarşı kapılarında, köprü başında polisler, ellerinde makas, çarşaf keserlerdi. Bunun nedeni, aranan kişilerin ve suikastçıların da çarşafla dolaşmaları olasılığıydı. (...) 1895 ve 1896'da iki “Ermeni patırtısı” yaşandı. Gerçekte bu olaylar, Ermeniler'in yoğun olduğu Doğu Anadolu yörelerindeki eylemlerin başkentteki yansımalarıydı. O zamana kadar “Millet-i Sadıka” sayılan Ermeniler'in, dış tahrikler sonucu ve gizli örgütler aracılığıyla harekete geçmeleri, Abdülhamid'i önlemlere yöneltti. Doğu Anadolu'daki Ermeniler'e karşı, Kürtler silahlandırılarak Hamidiye Alayları örgütlendi. Ermeniler de padişahı düşman ilan ettiler. İstanbul'daki ilk Ermeni olayı 30 Eylül 1895'te yaşandı. Patrik İzmirliyan'ın harekete geçirdiği Ermeni militanlar Kadırga'da üç gün gösterilerde bulunduktan sonra Sultanahmet'e kadar yürüyerek terör estirdiler. Abdülhamid, hafiyeleri aracılığıyla Ermeniler'e karşı Müslüman halkı, gençliği, polisi, jandarmayı eyleme yöneltti. 26 Ağustos 1896'da ise bir grup Ermeni, Galata'daki Osmanlı Bankası'nı basarak bomba attı. 21 Temmuz 1905'te ise doğrudan Abdülhamid'i hedef alan Bomba Olayı yaşandı. 1389'daki Murad Hüdavendigâr suikastinden sonra bir padişaha karşı düzenlenen en ciddi ve korkunç tek suikast girişimi olan bu olayı planlayan Ermeni komitacı-anarşistlerin amacı, Abdülhamid'i ve onunla birlikte erkândan pek çok kimseyi öldürmek, hemen ardından Galata Köprüsü'nü, Tünel'i, Osmanlı Bankası'nı kimi elçilikleri havaya uçurmak, kentte önlenmesi olanaksız panik yaratmaktı. (...) Plana göre, Abdülhamid, camiden çıkıp arabasıyla hareket ettiği an, Saat Kulesi'nin dibindeki bombalı fayton infilak edecekti. Fakat Abdülhamid, camiden çıkınca, merdiven başında bir iki dakika birileriyle konuştuğu için arabasına binmekte gecikti ve saatli bomba da patladı. İnsan ve hayvan cesetleri havaya savruldu. Ortalığı, kan ve barut kokusu, dumanlar, bağrışmalar doldurdu. Herkesin korkuya kapıldığı o an, tek korkmayan padişahtı! Çevresindekilere “Korkmayın! Korkmayın!” diyerek soğukkanlılıkla saltanat arabasına bindi; dizginleri eline alarak hızla Yıldız Sarayı'na döndü. 26 asker ve sivilin öldüğü, 98 kişinin yaralandığı, 20 atın parçalandığı bu suikast, Osmanlı tarihinde tektir. II. Abdülhamid, bir soruşturma yaptırttıktan sonra, büyük devletlerin baskıları sonucu, suçluları bağışladı. (...) Jurnaller sıklaştı, sansür önlemleri yoğunlaştırıldı. Bununla birlikte Beşiktaş sırtlarındaki Yıldız korusu içinde, yaşam düzenini bozmayan padişah, yüksek duvarlarla çevrili ve karakollarla korunmaya alınmış bu bölgeyi küçük bir kasaba gibi örgütlemişti. Hükümet neredeyse bütün yetkilerini saraya bırakmış bulunuyordu. Sadrazam ve nazırlar, önemli ya da önemsiz her konu ve karar için Yıldız Sarayı Mabeyin Dairesi'ne geliyorlar, burada çalışmak, saatlerce beklemek zorunda kalıyorlardı. Dünya kamuoyuna karşı kişisel saygınlığını korumaya dikkat eden Sultan, 1897'de Yunan Savaşı'nın kazanılmasından sonra dış propagandaya daha çok önem verdi. Cülus ve doğum yıldönümleri için törenler, kutlamalar düzenletti. İstanbul'un hatta Yıldız'ın dışına çıkmadığı halde birçok hükümdar, prens ve devlet adamı kendisini ziyarete geldi. (...) II. Abdülhamid'in son on yıllık saltanatı iç ve dış olaylarla doludur. 1889'da kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin uzun bir hazırlıktan sonra ilkin Rumeli'nde başlattığı eylemlerin İstanbul'a yansıması sonucu 24 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve Abdülhamid, otuz yıllık kişisel yönetimini noktalamak zorunda kalmıştır. Hafiyeliğin ve jurnalciliğin yasaklanmasıysa sanki bir kâbustan uyanış olmuştur. (...) Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin 6 Nisan 1909'da öldürülmesi tansiyonu daha da yükseltti. Otuz Bir Mart Olayı (13 Nisan 1909) bundan bir hafta sonradır. Gerici eylemleri, Hareket Ordusu'nun İstanbul'a gelişine değin (24 Nisan) sürdü. Meclis-i Mebusan, Meclis-i Millî adıyla çalışmalarını Yeşilköy'de devam ettirmek zorunda kaldı. Meclisin 27 Nisan günkü oturumunda II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi kararlaştırıldı. Hal' kararı aynı gün, Meclis-i Meb'usan'dan bir heyetçe Yıldız Sarayı'nda kendisine bildirilen Abdülhamid'in İstanbul'dan uzaklaştırılması gerekli görüldüğünden ailesiyle özel bir trenle Selanik'e gönderildi. Tahttan indirildikten sonra İstanbul dışına çıkarılan tek padişah II. Abdülhamid'dir. Balkan Savaşı öncesine değin Selânik'te kaldı, 1 Kasım 1912'de Alman Elçiliği'nin Lorley yatı ile İstanbul'a getirilerek Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi. 10 Şubat 1918'de bu sarayda öldü ve büyükbabası II. Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesine gömüldü. Ölüm haberi Meclis'te okunurken milletvekilleri ayakta dinlediler.
Sayfa 529 - 34- Sultan II. AbdülhamidKitabı okudu
·
163 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.